Çin’in Doğu Türkistan zulmü devam ediyor. 7 ay Çin hapishanelerinde, 1 ay da Doğu Türkistan’daki kamplarda kalan Omir Bekali, Kazakistan vatandaşı olması nedeniyle kamplardan çıkmayı başarabilen nadir insanlardan biri. Sadece Doğu Türkistanlı ve Müslüman oldukları için türlü işkencelere maruz kaldıklarını anlatan Bekali, tutukluların kötü muameleden kurtulmak için intihar etmelerini önlemek amacıyla başlarında nöbet tutulduğunu söylüyor.
Çin, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde on binlerce Müslümanı kamplara atarak ‘enterne programı’ adı altında işkence yapıyor. Çin Komünist Partisine veya Şi Cinping’e övgü dolu sözler söyleyip dua ettirilen Müslümanlar, dağıtılan propaganda kitaplarını ezberlemek zorunda bırakılıyor. 7 ay kaldığı Çin hapishaneleri, 1 ay kaldığı Doğu Türkistan’daki kamplardan Kazakistan vatandaşı olduğu için çıkabilen Omir Bekali, kamplarda yaşanan kan dondurucu olayları Gerçek Hayat’a anlattı. Kamplarda olanları dünyaya anlattığı için Çin tarafından tehdit edilen Bekali, kendisini hiçbir yerde güvende hissetmediğini söylüyor.
Gerçek Hayat dergisinin Omir Bekali ile yaptığı röportaj şöyle:
-Doğu Türkistan’daki kamplara kimler, neden alınıyorlar?
Doğu Türkistanlı olmak kamplara alınmak için yeterli bir gerekçe. Doğu Türkistanlı Türk ve Müslüman oldukları için, Doğu Türkistan davaları olduğu için kamplara alınıyor bu insanlar. Kazak, Uygur, Kırgız fark etmeden tutuklanıyorlar.
-Tutuklamalar nasıl oluyor? Sizi nasıl tutukladılar mesela, tutup kolunuzdan götürdüler mi?
Ben evde otururken çat kapı geldi polisler. 5-6 tane ağır silahlı polis, ellerimi kelepçeleyip öyle götürdü. Herhangi bir insanı sokakta yürürken alıp götürebiliyorlar. Doğu Türkistan’da, çok sayıda doğalgaz rezervleri var, ben orada çalışıyordum. Karamaylıyım. Bu rezervlerde çalışanların üniformaları var, bilirsiniz belki. İşte bu üniformaları giyen çalışan biri işteyken 6-7 polis geliyor ağır silahlarla, pat diye herkesin ellerini kelepçeleyip götürüyor. Kimsenin bir şey deme hakkı da yok. Muallim ol, doktor ol… kim olursan ol fark etmez. Türkçesi “ikiyüzlü memurlar soruşturması” olan bir soruşturma var. Uygurlar Çin’e çalışan memurlar da olsalar, öğretmen, avukat, doktor, akademisyen de olsalar bu soruşturma ile “sen kendi milletine meyillisin, Çin Komünist Partisi’ne sadakatsizlik ettin” denerek tutuklanabiliyorlar. Kamptan ayrılırken bir tebligat veriyorlar fakat oraya sokarken hiçbir şey vermeyip, göstermiyorlar. Ben başka bir ülkenin vatandaşı olmama rağmen bu muameleyle karşılaştım, Uygurlara neler yaptıklarını siz düşünün. Bu arada söylemeyi unuttum, sokaktan tutulup kampa getirildikten sonra bir kartla bir evrak veriyorlar. Evrakta terörist olduğuna ve itirafçı olduğuna dair belgeye imza atıyorsun. Tabii bu da zorla oluyor, kampa götürdükten sonra imzalattırılıyor. Tüm işkenceleri gördükten sonra daha büyük işkencelerle tehdit ederek imzalattırılıyor.
Önce hapishane sonra kamp
-Tutuklananlar direkt kampa mı alınıyor?
Toplama kampına götürülecek olan herkes önce hapishaneye atılıyor. İnsanları hapishanede 5-6 ay ezdikten sonra toplama kamplarına gönderiyorlar. Çünkü kamptakiler sayı olarak hapishanedekilerden daha fazla ve kamplarda daha çok açık alan var. Karşılık verme şansı daha yüksek kamptakilerin. İnsanları direnmesin diye önce ezip cansız kansız hale getirdikten sonra kamplara alıyorlar. Suçları daha hafif olanları kamplara gönderiyorlar, diğerleri ise hapishanelerde kalmaya devam ediyor. Erkek, kadın, çoluk çocuk fark etmeksizin bu muamele ile karşılaşılıyor.
-Kamplarda bir gün nasıl geçiyor?
Kamplardaki insanların mesaisi sabah 02.30-03.00’de başlıyor. 02.30’da zorla kaldırıyorlar bizi. Kalktıktan sonra yaptığımız ilk iş yattığımız yeri toplamak oluyor Bu basit bir iş değil, jilet gibi olmak zorunda ve bazen 1-2 saat sürebiliyor. Topladığımız, düzenlediğimiz yatak onların onayından geçerse güne devam edebiliyoruz, eğer geçmezse bir gün boyunca bu işi yapabilirsiniz. Sonra sıra bayrak törenine geliyor. 6-7 civarı başlıyor tören. Başlamadan önce Komünist Partiyi, Mao’yu, Şi Cinping’i öven marşlar var, Çinliler bu marşlardan 3-4 tanesini söyletiyor. Daha sonra bayrak töreni yapılacak alana geliniyor. Herkes başını bayrağın olduğu yere doğru kaldırarak duvara bakıyor. Çin Ulusal Devlet Marşı okunuyor. Bayrak töreninden sonra yemeğe hazırlanıyoruz. Oradaki herkes Müslüman ama yemeğin nereden geldiğini kimse bilmiyor. Yemek gelene kadar bize iki-üç marş daha söyletiliyor. Yemek geldikten sonra masanın önünde ayakta durarak Çin Komünist partisine dua ediliyor, Allah’a değil. “Şi başkan var olsun, bize bugünleri yaşattığı için sağolsun”,“Mao sağ olsun, Komünizmi bize verdiği için sağ olsun” gibi Komünist partiyi öven, Şi Cinping’i öven, bol bol şükran sunan sözler söyletiliyor. “Siz olmasaydınız biz olmazdık” gibi sözleri orada dua eder gibi söylettiriyorlar.
Bu esnada da bizi takip eden gardiyanlar ve polisler oluyor. Onların onayından geçerse “otur, tamam, yemek yiyebilirsin” diyorlar ve ancak o zaman yemek yiyebiliyoruz. Eğer geçmezse tekrar tekrar yedi defa sekiz defa bize bu temennileri, duaları söyletiyorlar. Diliniz damağınız kuruyor, bazen bu yüzden bayılanlar oluyor. Sürekli olarak yüksek sesle üç dört defa marş okumak sonrasında bu sloganlar insanın enerjisini bitiriyor. Kızıl şarkı dediğimiz marşları ezberlemek zorundaydık. Oraya gittikten sonra daha önce hazırlanmış metinlerdeki Komünist Parti’den dilenen duaları okumak zorundaydık.
Beş çeşit işkence var
-Sürekli gözetim altında mı oluyorsunuz?
Çin’de özgürlüğün yok çünkü kampın dışarısı, içerisi, durduğun her yer diktatörlük rejimi ile yönetiliyor. Ana dilinde konuşman yasak. Çince konuşmanız lazım. Afedersiniz, banyoya girseniz bile gözetleniyorsunuz. Her yerde kameralarla bizi kontrol ediyorlar. Ağzından çıkacak ufak bir cümle bile kampta işkence görmene yol açabilir. O yüzden yaptığımız her şeyde çok dikkatli olmamız gerekiyor. Her bir metrede kamera başımızda duruyor. Onların sınırlamalarına uymazsan, onların koyduğu hudutları aşarsan 5 çeşit işkence cezası var:
Birincisi, duvarla aranda 2-3 cm kalacak şekilde, kılını dahi kıpırdatmadan, 5 saatten 8 saate kadar duvara bakarak ayakta duracaksın. İlk ve en hafif ceza bu. Her kıpırdayışında ise dövüyorlar. İkincisi ve biraz daha ağır olanı “Arslan Koltuğu Cezası”. Tamamen demirden yapılmış, çok sert “Aslan Koltuğu” diye bir koltuk var ve bu koltukta 24 saat oturtuyorlar kıpırdamadan, kalkmadan. Yemek yok, su yok demir koltukta oturacaksın, hiçbir şey yapmadan ve yere eğilmiş pozisyonda. Uyuyakalırsan ise dövüyorlar. Üçüncüsü, tabut gibi, bir insanın içine çok zor sığabileceği ve genişliği en fazla iki metre olabilen çok da yüksek olmayan kapkaranlık bir odada, el arkadan bağlı ve ayaklarda kelepçe olacak şekilde 24 saat durmak. Dördüncüsü, su hapsi. 4-6 metrekarelik bir alan. Bu alanda cezalının boynuna kadar su dolduruyorlar, pislik içerisinde bir su. Cezalının elleri de bu su dolu alanın üzerindeki tahtaya bağlı. Ve o tahtada Çinli polisler yürüyor. Bu ceza hapishanede de vardı. Bunların hepsinin içerisinde dayak var onu söylememe gerek bile yok. Başından sonuna kadar dövüyorlar. Beşincisi, yaz kış fark etmeden insanları saatlerce dövüp açık alanda bırakıyorlar. Ciddi hastalıklara yakalananlar oluyor.
-Peki, bu cezaları neden alıyorsunuz?
Doğu Türkistan kökenli bir tutsak hiçbir şey yapmasa dahi bu beş işkenceyi mutlaka görüyor. Doğu Türkistanlı oldukları için. Yani onların dediklerine itirazı olsun olmasın bu işkenceleri görüyorlar. Ama ben Kazakistan vatandaşı olduğum için sadece iki cezaya çarptırıldım. Doğu Türkistan vatandaşı olsaydım hepsini baştanbaşa görmek zorundaydım. Suçum ise orada verilen emirlere uymamam, orada oku denilen marşları okumamam.
Yemeklerden zehirlenenler oluyor
-Sonrasında gün nasıl devam ediyor?
Polislerin onayından geçilerek yemeğe oturtuluyor insanlar. Öğle yemeğinde de sabah kahvaltısında olduğu gibi yemekten önce masanın önünde yine marşlar söyleyip, Çin Komünist Partisine veya Şi Cinping’e övgü dolu sözler söyleyip dua ediliyor. İdeolojik eğitime devam ediliyor, kamptaki Müslümanlar, dağıtılan kitapçıkları veyahut kitapları okumak değil ezberlemek zorunda bırakılıyor. Daha sonra yemekleri getiriyorlar. Yemekler çok kötü. Yemeklerden zehirlenmeler oluyor. Söylemeye hayâl edemeyeceğim şeyler oluyor. Yemeğimiz her zaman aynı. Ya kereviz çorbası: Kerevizin sapıyla yani üst kısmıyla kaynatılıp suyunun önümüze getirildiği bir yemek, bunun yanında yumruk kadar bir ekmek, bu ekmeği eline alıp sıksan demir para kadar kalıyor zaten. Ya da lahana çorbası; sizdeki gibi lahana çorbası değil. Kuru suya lahana atılıyor, lahana kaynayıp eriyor ve bunun suyunu getiriyorlar. Üç öğün bunun gibi yemekler yedirtiyorlar. Ben 113 kg idim. Toplama kampında 60 kiloya düştüm. Yani kampta 58 kilo verdim. Yemekten sonra gardiyanların keyfi yerindeyse bize et getiriyorlar o da domuz eti ve bunu yemek zorundasın.
Öz eleştiri ve ispiyonlama
-Akşam yemeği de benzeri şekilde geçiyor sanırım, peki sonrası?
Siyasi eğitim akşam yemeğinden sonra saat 9’a kadar devam ediyor. 3 madde çerçevesinde, (bölücülük, dini asabilik ve terörizm) hazırlanmış olan kitap okutulmaya veya ezberletilmeye devam ediliyor. Mao koltuktayken 1976’da ‘kültür inkılabı’ adında bir inkılap başlatmıştı. 66’dan 76’ya kadar devam etti. O inkılapta gerçekleştirilenlerin aynısı şu anki kamplarda da devam ediyor: özeleştiri ve ispiyonlama. İnsanlar bir yerde toplanıyor. Herkese, kampta olsun olmasın, yakınındaki, çevresindeki insanları zor kullanarak ispiyonlattırıyorlar: “Şu namazı şu camide kılıyordu, bu dinde aşırıcılık yapıyordu” gibi. Sonra ikisi de ceza alıyor tabii. Çünkü şu soruyla karşı karşıya kalıyor ispiyonlayan: “O geçmişte onu yaparken sen niye onu uyarmadın?”
Özeleştiri de şu şekilde mesela: “Ben geçmişte namaz kıldım, Müslümandım, çok hata yapmışım. Bize bu hayatı veren, bize bu güzellikleri bahşeden, yemekleri veren asıl sahibimiz Şi Cinping ve Komünist Parti imiş, bize bu hayatı yaşatan Komünist Partiye hamdolsun.” Herkes ya başkasını ispiyonlamak ya da özeleştiri yapmak zorunda bırakılıyor. Bunları yapmayanlar işkenceye maruz bırakılıyor. Bu uygulamalar bazen 11-12’ye kadar devam ediyor. Sonra ise uyku vakti. İnsanların yatırıldığı yerler çok küçük ve yatakların ve ranzaların sayısı da çok az. İnsanlar sırayla uyutuluyor. Biri uyurken birine nöbet tutturuluyor diğeri intihar etmesin diye. Biri intihar ederse ona gözcülük yapan kişi ceza alıp işkenceye maruz bırakılıyor.
Ceset yakma tesisleri var
-Ne kadar kampta kalıyor bir insan?
Biz oraya girdiğimizde beş sene kalacağımız söylendi. Fakat polisler genelde “Senin ölün çıkacak buradan” diyorlar. Şimdi ölüsü de çıkamıyor insanların. Artık ceset yakma makineleri ve tesisleri var, kullanıma hazır bekletiyorlar. İnsanlar toplama kamplarında öldüğünde kimseye haber verilmeden tesislerde yakılıyor, akrabalarına söylenmiyor. Akrabaları da merhumları hala toplama kampında zannedebiliyor. Ben kampa girdikten 2-3 yıl sonra bazı kişilerin serbest bırakıldığını sandım meğerse onlar başka toplama kamplarına sevk ediliyormuş. Buradan çıkınca oraya, oradan çıkınca oraya. Uygur Türkleri veya Kazak Türkleri yani Doğu Türkistanlı Müslüman Türklerden hiçbirinin serbest bırakıldığını hiçbir zaman görmedim, duymadım. Sadece Kazakistan, uluslararası medya, insan hakları örgütleri ve BM İnsan Hakları Savunma Teşkilatı, Çin’e baskı yaparak kendi vatandaşlarını serbest bıraktırıyor. En son 13 civarında Kazakistan vatandaşı serbest kaldı.
-Kazakları nasıl alabiliyorlar oraya?
Doğu Türkistan’da yaşayan Kazak Türklerini alıyorlar. Benim ailemden hiçbiri serbest değil hepsi kampta.
-Onlar da Kazak vatandaşı değil mi?
Hayır, onlar Doğu Türkistan vatandaşı, sadece ben Kazak vatandaşıyım.
-Siz nasıl Kazakistan vatandaşı oldunuz?
Aile büyüklerimiz köken olarak Kazak oldukları halde Doğu Türkistan’da yaşıyorlardı. Babam ve dedem Doğu Türkistan vatandaşı ve Doğu Türkistan’da doğup büyüdüler. Onlar Kazakistan’a gelmek istemediler. Orada çalışıp işlerini orada yaptılar. Kazak kökenli olsalar da onların vatanı Doğu Türkistan’dı. Annem Uygur benim, babam Kazak.
Herkes tutuklanabilir
– Çin’e sadakat gösteren Uygur Türkleri de benzer sıkıntılarla karşılaşıyor mu?
Doğu Türkistan’daki çoğu Türk “Eğer Çinlilere sadık olursak, onlara çalışırsak bize dokunmazlar” diye düşünüyor ama bu tamamen yanlış bir düşünce. Benim 78 yaşındaki babam, 50-60 sene Çin’e çalıştı ve memur olarak emekli oldu. Fakat şu an toplama kampında terörist muamelesi görüyor. Annemi ve babamı görmeyeli bir sene oldu, iletişimimiz tamamen kesilmiş durumda. Ben kamptan çıkıp dünyaya seslenmeye başladığım anda onları da kamplara götürdüler. Kazakistan vatandaşı olduğum için kurtulabildim fakat abim de hala kamplarda.
-Kampta temizlenme imkânı var mı?
Gardiyanların keyfi yerindeyse ayda bir iki dakikalık duş almaya izin veriyorlar. Keyifleri yerinde olmazsa o da yok.
Zorla evlendiriyorlar
– Peki, kamplardan ayrı olarak, Türkistanlıların evlerine Çinli erkekler gönderiliyor iddiası var, bu konu hakkında neler söylersiniz?
Böyle bir uygulama var, adı “akrabalaşma haftası”. Çinli erkekler Doğu Türkistanlıların evlerine getiriliyor, misafirlik yapıp gidiyordu. Toplama kampı olayları çıktıktan sonra Çinli erkekler evlerde yemek yiyip bir gün konakladıktan sonra gitmeye başladı. Daha sonra “akrabalaşma haftası”, “akrabalaşma ayı” oldu. 15 gün veya bir ay boyunca Çinli erkekler, Doğu Türkistanlı kadınların evlerine getirtilmeye başlandı. Yemeği, yatması kalkması, içmesi, her şey Türkistanlı kadınlar tarafından karşılanarak, kocası gibi, onunla beraber kalmak zorunda. Şimdi, son dönemlerde ise Çinli erkek yanında kaldığı kadınla evlenmek isterse zorla evlendiriliyor. Gençler zaten zorla evlendiriliyordu, 60-70 yaşındaki nineleri dahi Çinli yaşlılarla zorla evlendiriyorlar.
Peki, Uygurlara destek olmaya çalışan Çinli Müslümanlar var mı?
Çinli Müslüman diye adlandırdığınız, siz Huili diyorsunuz, kampta kalanlara değil kampta kalanların ailelerine dahi yardım edemezler. Onlar hem bize yardım etmezler, edecek olsalar dahi Çin onlara müsaade etmez. Çünkü onlar rahat, dinlerini de rahat bir şekilde yaşayabiliyorlar. Onları Doğu Türkistan meselesine dâhil etmemek lazım, onlar ayrı bir konu. Hem onları geçtim, mesela benim dışarıda olan hanımım, çoluğum, kardeşim, annem, babam kim varsa, bunlara benim kendi dostlarım, serbest olan arkadaşlarım dahi gidip selam verse, onları, “teröriste selam verdin” deyip bölücülükle suçlayarak tutuklarlar. Hui Müslümanlarına dönecek olursak, onların Doğu Türkistan’da olanlardan, kamplardan haberleri yoktur, bilmezler. Onlar coğrafi olarak Çin’in iç bölgelerindeler. Doğu Türkistan’da durum farklı. Her köşede kontrol noktaları var. Onun dışında her yerde kameralar var. Evde ışık yanmasına bağlı olarak Uygurları namaz kıldıklarını öne sürerek tutukluyorlar. Huilerin böyle sorunları yok. Huiler bize yardım edecek olurlarsa kamptakilerle aynı muamele ile karşılaşırlar. O yüzden kimse kimseye yardım etmez. Sadece akraba haftasında Uygurların akrabası olmuş olan Çinliler ilgilenebilir.
Nereye gidersen git, peşinde olacağız
– Kazakistan vatandaşı olduğunuzu söylediniz, peki kamptan bırakıldıktan sonra oradan neden ayrıldınız? Türkiye’de güvende hissediyor musunuz?
Kazakistan’daki Uygur ve Kazak asıllı Çin ajanları 2 defa geldi. Konuşmamam için beni ikaz ve tehdit ettiler. Kamplardan bırakılan sayılı kişiden olduğum için Associated Press’e verdiğim bir röportaj ile bu mesele uluslararası kamuoyu tarafından duyuldu. Bu röportajdan 1-2 saat sonra, Çin’e çalışan istihbarat ajanlarından Kazak ve Rus kökenli iki ajan gelip beni tehdit etti. Terörist ve bölücü olmakla suçladılar beni. Baktım durum iyi değil tüm varlığımı iki üç gün içerisinde sattım, Türkiye’ye geldim. Ama Türkiye’de de rahat hissetmiyorum. Burada da Çin’e çalışan Uygur, Türk, Kazak kökenli ajanlar var. O yüzden burada güvende hissetmiyorum. Beni bırakırken Çin polisleri yüzüme baka baka “Sen Kazakistan vatandaşısın, Kazakistan’a mı gidiyorsun, Türkiye’ye mi gidiyorsun? Nereye gidersen git peşinde olacağız” demişlerdi.
-Türkiye’de ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Türkiye’de kanunlara da uygun bir şekilde ikamet için başvuruda bulundum. Bana mülakat için randevu verdiler. Ben mülakatta bütün bu sıkıntıları anlatacağım. Belli bir vakte kadar da olsa burada güvenli bir şekilde kalmak, yaşamak istiyorum. Herhangi bir teşkilata veya bir İnsan Hakları Örgütüne başvurmadım. Ancak bu gibi örgütlerin yine de söylediği bir şey var: “Sen Doğu Türkistanlı değilsin, Kazakistan vatandaşısın, Çin nasıl seni ölümle tehdit etsin? Bunu açıklayamazsın”. Fakat ben Doğu Türkistan’daki kampları dünyaya duyuran ilk insanım. Bu yüzden çeşitli tehditlerle karşılaştım. Kazakistan’da 3 defa ölümle tehdit edildim. Evde eşimle nöbetleşe uyurduk. Şimdi eşim orada kaldı. Burada da evden çıkamıyorum. Sadece güvendiğim insanlarla ya da sizin gibi muhabirlerle, siyasetçilerle durumu anlatmak için görüşüyorum. Daha söyleyeceklerim var fakat onları kendimi güvenli hissettiğimde söyleyeceğim.