Sahabe nesli etrafındaki tartışmalar dinmiyor. Kimileri onların da hatadan münezzeh olmasını ve imtihan sırrından ve alanından azade olmasını umuyor. Onlar adil olmakla birlikte imtihan gereği masum ve masun değildirler.
Beşer iktizası hata yapmaları kabil ve mümkündür. Bununla birlikte hata düzeyi adaletlerini izale edecek derecede ve çapta değildir. Lakin hayat, dikotomi (tarihi zıddiyet makamında okuyanlar) ustalarının anladığı tarzda maniheist değildir. Hayat hayır ve şer eksenleri arasında kutuplu olmakla birlikte zaman ve mekan bu kutuplar arasında deveran etmekte ve gidip gelmektedir. Ve hayır tam olarak şerden ayrılmış değildir. Hayrın devamı şerre bağlıdır. Dolayısıyla hayır içinde şer nispeti olduğu gibi, şer içinde de hayır nispeti vardır. Zira aksi takdirde, zaten insan melek cinsinden olurdu ve şer problemi de kalmazdı. Lakin murad-ı ilahi bunu iktiza etmiştir ve şer içinde hayır gizlemiş ve yaratmıştır. Sahabe topluluğu da melaike topluluğu değildir. Genel olarak adil olmalarına rağmen melekler gibi masum değildirler. Dolayısıyla fazilet erbabı dahi sorunlardan muaf ve uzak kalamaz. Hata işleyebilir. Hayrın birçok muzır manii vardır. İşte Karadavi, Kuveyt asıllı Yaser El Habib’in Hazreti Aişe (R. Anha) etrafında uyandırmak istediği yeni fitne kıvılcımları ve şüpheleri ele alırken sahabe nesline temas etti. Öncelikli olarak Hamaney’e fetvasından dolayı teşekkür etti ve Hazreti Aişe ve Ehl-i Sünnetin benimsediği sembollere sövmek ve ilişmenin yanlışlığına ve zararlarına değindi. Konuşmasında Kuveyt’in meseleyi ele alış şeklini de eleştirdi. El Habib’in vatandaşlıktan atılması yerine yargılanması gerektiğini ve Kuveyt’in de bunu yapmadığını söylemiştir.
Mahpusların piri olduğundan dolayı hapishaneye yolu düşenler için ‘Medrese-i Yusufiye’de misafir kaldı’ denilir. İmam Sarahsi, İmam Rabbani ve Bediüzzaman gibiler bu medresenin şakirtleri arasındadır. Daru’l Arkam ve Ehli Suffe ve umumen Mekke ve Medine’de yetişen sahabeler de Medrese-i Muhammediye’nin has talebeleri olmuş ve bu medreseden mezun olmuşlardır. Birgivi’nin Tarikat-ı Muhammedi adlı eserinin çağrıştırdığı gibi bir de Medrese-i Muhammediye diye Peygamberimizin gerçek bir medresesi vardır ve bütün sahabeler bu medreseden mezun olmuşlardır. Hiçbir medrese onlar gibi nesil yetiştirememiştir. Fitneler asrında bile fütuhatlarına devam etmişler ve yarım veya tam bir asırda dünyanın mamur ve medeni bölgelerini dolunaya çevirmişlerdir. Bu fetihler ne İskender’inki gibi kısa ömürlü olmuş ne de İslam mührünü ve damgasını yiyen topraklar bir daha bu vasfını kaybetmiştir!
¥
Karadavi, İran Dini Rehberi Hamaney’e bu yöndeki fetvasından dolayı teşekkür etmekle birlikte Şia’nın genelde sahabelere sövme konusunda maksadı aştığını ve Yaser el Habib gibi kimi kendini bilmezlerin bazen kinaye yoluyla, bazen de açıktan edep sınırlarını aşarak Hazreti Aişe ve Hazreti Ömer ve Hazreti Ebubekir gibi meşhur sahabelerle alakalı sövgülerde bulunduklarını beyan etmektedir. Yaser El Habib gibi Mısır’da sonradan Şiiliği benimsemiş kimi şahsiyetler de Aşere-i Mübeşşere mensuplarını da aşırı bir şekilde tezyif etmişlerdir. Dolayısıyla sahabe konusunda ileri geri konuşmakta Şia tarihten bu yana odak halindedir. Hariciler meşhur sahabelere ta’n ve tezyifte ikinci sırada gelmektedirler. Kur’an umumen sahabeleri, hususen de Beyatü’r Ridvan’a katılanları ve Bedir ashabını övmekte ve onların kusurlarının affedildiğini bildirmektedir. Sözgelimi, Peygamberimizin yabancı ülkelere gönderdiği sefirlerinden ve elçilerinden olan Hatib ibni Ebi Baltaa, haber vermeden Mekke Müşriklerine bir kadın vasıtasıyla gizli bir mesaj göndermesine rağmen Peygamberimiz kendisini geçmişteki yararlılıklarından ve güzel hizmetlerinden ötürü affetmiştir. Uhud’da okçular arasında vazifelerini terk edenler veya Şam’dan gelen bir ticaret kervanı karşısında peygamberimizin mesciddeki konuşmasını yarıda keserek dışarı çıkanlar olsa da; bunlar beşeriyet iktizası olan şeylerdir. Buna mukabil, büyük savaş sahnelerinde Peygamberimize “Seni, Beni İsrail’in Musa ve Harun Aleyhisselam’ı yalnız bırakmaları gibi yalnız bırakmayacağız ve ‘Sen ve rabbin gidin savaşın, biz ise burada oturucularız’ demeyeceğiz. Aksine biz de sizinle savaşacağız” diyerek kararlılık göstermişlerdir. Musa Aleyhisselam Beni İsrail’i Mısır’dan çıkarmış ve Firavun zulmünden kurtarmış ama lihikmetin devlet kuramamıştır. Lakin Hazreti Peygamber Musa Aleyhisselam’ın hurucuna benzer bir biçimde hicret etmiş ve ardından tam teşekküllü devletini kurmuştur. Beni İsrail ile sahabelerin farkı burada yatmaktadır. Karadavi sahabeleri anlama ve sevme konusunda bazı kitap tavsiyelerinde bulunmuştur. Bunlardan birisi Muhammed İlyas Kandahlevi’nin Hayatu’l Sahabe adlı şaheseridir. Bu kitapta sahabelerin destansı fedakarlık tabloları anlatılmaktadır. Sahabeler İslam’ın ilk ve kurucu neslidir. Seyyid Kutup’un ifadesiyle onlar eşsiz Kur’an neslidir. Bu nesli gerçekten de iyi anlamaya ihtiyaç vardır. Onlar üsve-i hasene/güzel örnek bir nesil olduğundan dolayı İslam’ın gerçek manada anlaşılması onların güzel anlaşılmasına bağlıdır. Karadavi’nin anmadığı Abdurrahman Refet Paşa’nın kitapları ve Halid M. Halid, Ricâlün Havle’r Rasul gibi kitabı sahabe heyecanını tatmak ve hissiyatını öğrenmek isteyenlere tavsiye edilen kılavuz kitaplardandır. Sahabe konusunda Şia ile Sünniler arasındaki anlayış ve yöntem farkını anlamak isteyenlere Yusuf Karadavi, Ehl-i sünnet vizyonunu nakış gibi işleyen ve anlatan sahasındaki en önemli kitaplardan olan Ebul Hasan en Nedevi’nin Suretani Mudattetani kitabını tavsiye etmektedir. Bu kitap sahasında önemli bir eserdir. Sahabeler konusundaki iki zıt anlayış bizi batılıların dikotomi dedikleri zıt alana götürmektedir. Karadavi sahabeler arasında yaşanılanları fitneye bağladı ve bunu şöyle izah etti: İmtihan gereği fitne insanların gözlerini karartıyor. Akıl ve basiretlerini köreltiyor. Toplumun tansiyonu yükseliyor ve ne yaptığını bilmiyor. Sonra da bu devre geçtiğinde insan olanlara hayıflanıyor ve ‘biz ne yapmışız’ diye dizlerini dövüyor. Bundan dolayı, Halit Bin Velid, Hazreti Ali gibi sahabeler ‘Keşke 20 yıl önce vefat etseydik de bu günleri görmeseydik’ dedikleri gibi Hudeybiye’deki tutumundan dolayı Hazreti Ömer de ‘Keşke daha sonra Müslüman olsaydım’ demiştir.
VAKİT