İnsanlığa Karşı İşlenmiş Suçlarda Zaman Aşımı Olmaz

Yıldıray Oğur, 1994 yılının 7 Nisan’ında başlayıp 17 Temmuz’da sonlanan Ruanda soykırımını değerlendirdiği yazısında, 84 yaşındaki Kabuga’dan hareketle insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı olmaması gerektiğini vurguluyor.

Yıldıray Oğur’un Kara gazetesinde yayımlanan yazısı (20 Mayıs 2020) şöyle:

Bir Radyodan Soykırıma Giden Yollar...

Geçen Cumartesi sabaha karşı 05.30’da polis Paris’in dış mahallelerinden Asnières-Sur-Seine’de bir apartman dairesine baskın düzenledi.

Komşuların şaşkın bakışları arasında apartmandan 84 yaşında yaşlı bir adam gözaltına alınarak çıkarıldı.

Sahte kimlikle yakalanan bu yaşlı adam, yirminci yüzyılın en büyük insanlık suçlarından Ruanda Soykırımı’nın baş aktörlerinden Félicien Kabuga’ydı.

1994 yılında yaşanan soykırımın ardından yedi çocuğu ve eşiyle ülkeden kaçıp kayıplara karışan Kabuga hakkında 2011 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi soykırım suçlamasıyla iddianame düzenlemiş, ABD hükümeti de yerini bildirenlere 5 milyon dolarlık ödül vaat etmişti.

24 yıldır dünyanın en çok arananlar listesindeki Kabuga’nın

yakalanması Bosna Kasabı Ratko Mladiç’in yakalanmasından sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin en başarılı operasyonu.

Yakın bir zamanda Tanzanya’da kurulacak mahkemenin önüne çıkarılması bekleniyor.

Soykırım suçlusunun, zannedildiği gibi yıllardır Kenya’da değil, frankofon Hutulara verdiği destek ve soykırım sırasındaki inkarcı siyaseti yüzünden suçlanan ve özür dilemek zorunda kalmış Fransa’nın başkentinde sahte bir kimlikle yakalanması Ruanda’nın trajik tarihiyle ilgili Avrupa’nın kara defterine bir sayfa daha ekledi.

Yeraltı zenginlikleri ya da denize kıyısı olmadığı için emperyalistlerin iştahını kabartmamış bu orta Afrika ülkesi 19’uncu yüzyılda kara kıtayı aralarında paylaşan Avrupalılar tarafından, emperyalizmde acemi olan Almanya’ya bırakılmış ama Almanya işine yaramayan bu ülkeye uzun yıllar bir vali bile atamamıştı.

Ruanda’nın dokusunu esas bozan ise Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yenilen Almanya’dan ülkeyi devralan sömürgecilikte acımasız yöntemler kullanan Belçika oldu.

Bu yöntemlerden biri çoğunluğu oluşturan halkları, azınlıklar eliyle kontrol altında tutmaktı. Belçika, nüfusun yüzde 85’ini oluşturan Fransızca konuşan Hutulara karşı, nüfusun yüzde 15’ini oluşturan İngilizce konuşan Tutsilerle iş tuttu, tarımla uğraşan yerleşik Hutular yoksullaşırken, hayvancılıkla uğraşan göçebe Tutsiler yönetici sınıf haline gelip zenginleşti.

Kolonyal idare, iki kavmi aralarındaki fiziksel farklarla tanımladı, ince ve uzun boylular Tutsi olarak kayıtlara geçirildi.

Atılan tüm bu adımlar iki kavim arasındaki düşmanlığı arttırdı.

Nihayet, yıllarca ezilen Hutular, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Afrika’da sömürgeciliğin bitişiyle ülkedeki iktidarı ele geçirir geçirmez bunun acısını Tutsilerden çıkardılar. 

Yaşanan katliamlar, saldırılar sonucunda Tutsiler komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldılar.

1973’de bu baskıcı milliyetçi Hutu rejimi, kendisi de bir Hutu olan Juvénal Habyarimana’nın darbesiyle yıkıldı. 

Yeni yönetimle, ülkelerine geri dönmeye çalışan Tutsiler arasında devam eden gerilimlerle 1990 yılına kadar gelindi.

1990 yılında Uganda’daki Tutsilerin silahlı örgütü Ruanda Yurtseverler Birliği (RYB)  kamplardan çıkarak Ruanda hükümetiyle silahlı çatışmaya başladı, ülkenin bir kısmını ele geçirdi, başkente doğru ilerlemeye başladı.

İşte Félicien Kabuga, bu iç savaş yıllarının baş aktörlerinden biriydi.

Ruanda’nın en zengin iş adamlarından biri olan Kabuga’nın kızı, Devlet Başkanı Habyarimana’nın oğluyla evliydi.  Dünürü gibi kendisi de ülkenin aşırı milliyetçi Hutuların yaşadığı kuzey bölgesindendi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında hazırladığı iddianameye göre Kabuga, devlet başkanının etrafındaki “Kuzeyliler” olarak bilinen dar yönetici kliğin içindeydi.

‘Hutu Gücü’ adlı aşırı milliyetçi fikriyata mensup olan Kabuga’yı soykırımın bir numaralı sorumlusu yapan ise yaptığı diğer ticari işleri değil, medya patronluğu oldu.

Önce 1990’da yayınlanmaya başlanan Kanguta adlı derginin sponsorluğunu yaptı.

Dergi, “terörist”, “vatan haini”, “dış güçlerin oyuncağı” dediği Tutsilerden “hamamböcekleri” diye bahsediyordu.

Aşırı milliyetçi dergi “Hutuların 10 Yasası”nı açıklamıştı. Bu yasalar arasında “bir Tutsi ile asla evlenmemek”, “bir Tutsi ile asla arkadaşlık yapmamak” gibi maddeler vardı.

Bu yayınlar, kutuplaşmayı, nefreti artırarak soykırımın altyapısını oluşturdu.

Ama Kabuga hakkındaki soykırım suçlamalarının esas merkezinde 1993 yılında kurduğu Radio Télévision Libre des Mille Collines (RTLM) adlı radyo istasyonu vardı.

1993 yılında kurulan radyo, devlet başkanı Habyarimana’ya muhalif Hutuları ve Tutsileri düşmanlıkla ve hainlikle suçluyor, Monique adlı bir insan hakları savunucusu için “bahçesinde çarmıha gerilip, köpeklere yedirilmeli” diyor, hamamböcekleri diye bahsettiği Tutsilere güvenilmesine karşı çıkıyordu.

Radyoda zaman zaman Tutsilerin yaptığı Hutu katliamlarıyla ilgili çıkan yalan haberler, Hutuların Tutsilere saldırmasına neden olmaktaydı.

Fakat, radyo bu yayınları yaparken 1993 yılında Tutsilerle, Ruanda hükümeti el sıkıştı ve bir ateşkes imzalandı.

Fakat itibarını çatışmadan alan herkes gibi Kabuga da barıştan endişeye kapıldı. Sert çizgisinden taviz vermedi. Dünürü ve bakanları tarafından yayınlarını yumuşatması için yapılan çağrılara kulak asmadı, kraldan çok kralcılığa devam etti.

Ceza Mahkemesi’nin iddianamesine göre Kabuga sadece yayıncılık yoluyla değil, doğrudan interahamwe adlı milliyetçi Hutu milislerin eğitilmesinde, silahlandırılmasında da rol oynamıştı.

Yıllardır süren bu kutuplaştırma siyaseti ve milislerin hazırlıkları için beklenen gün 6 Nisan 1994’de geldi.

Tutsilerle anlaşan ve yeni bir anayasa için hazırlık yapan Devlet Başkanı Habyarimana’yı taşıyan uçak başkent Kigali havaalanından kalktıktan bir süre sonra bir füze ile düşürüldü.

Tabii ki bir numaralı şüpheli ateşkes olsa da silahlı Tutsi milislerdi.

RTLM radyosu aynı gün intikam yayınlarına başladı.

Tutsilerin uzun boylarına atıfla “Şimdi ağaç budama zamanı” “Mezarlıklar henüz dolmadı”, “Ölmenize izin vermeyeceğiz, sizi biz öldüreceğiz” çağrılarıyla radyo 100 gün sürecek soykırımın sesi oldu.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hazırladığı iddianameye göre radyo istasyonun soykırım suçları listesi kabarık:

“10 Nisan 1994 günü Hutu milislere, Kaddafi Camii’ne sığınan Tutsi sivilleri hedef göstererek öldürülmelerine neden olmak”

“13 Nisan 1994 günü RTLM radyosunda çalışan gazeteci Nyamirambo’daki İslami Kültür Merkezi’ne bir grup Tutsi’nin sığındığını haber yapıp, aralarından kadın ve çocukların da olduğu 300 Tutsi sivilin öldürülmesine neden olmak” diye giden uzun bir liste var iddianamede.

Dünürünün öldürülmesi üzerine çılgına dönen Kabuga, sadece radyosundan intikam çağrıları yapmakla kalmadı, Hutuların interahamwe milislerine Çin’den getirttiği palaları ve diğer silahları da dağıttırdı.

1994 yılının 7 Nisan’ında başlayıp 17 Temmuz’unda Tutsi birliklerinin başkentte kontrolü sağlamasına kadar süren katliamda 800 bin Tutsi bu silahlarla ve çoğunlukla da palalarla öldürüldü.

Ruanda Katliamı, toplumlar arasındaki tarihsel bir husumetin medya yoluyla nasıl tahrik edilip, kutuplaşmanın, kamplaşmanın sonunun insanların birbirini boğazlamasına kadar varabileceği üzerine ibretlik bir ders.

Bir ibretlik ders de 90’lı yaşlarda yakalanıp yargının önüne çıkarılan Nazi suçlularının ardından, mahkeme önüne çıkarılacak 84 yaşındaki Kabuga’yla insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı olmadığının bir kere daha tüm dünyaya gösterilmesi olacak.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!