Etyen Mahçupyan’ın bugünkü Karar gazetesinde (29 Eylül 2017) yayınlanan “Referandumun Sonrasında” başlıklı yazısının konuyla ilgili olan bölümleri şöyle:
Kuzey Irak’taki referandumdan zararlı çıkacağımız belli. Başa dönseydik herhalde böyle davranmaz, işlevsel olabilecek bir strateji izlerdik. Bu da tehdit etmekten geçmiyordu. Referandumu engellemeye çalışmak yerine referandum sonrasında etkili olmak ve IKBY’nin vazgeçilmez partneri olarak kalabilmek gerekirdi... Türkiye’nin pozisyonu içerik olarak belki tümüyle yanlış değildi ama fazlasıyla tek yönlüydü ve hayata geçirilme tarzı ile netice alamayacağı baştan belliydi.
Bu sonucu hazmetmekte zorlanan veya hükümeti özellikle zora sokmak isteyen çevreler şimdi medyadan da yararlanarak daha da savaşçı bir dil geliştiriyor, Türkiye’yi bizzat kendi Kürt nüfusuyla ayrıştıracak bir yolu vazediyorlar. İstenen yüz yıl daha yerinde sayan, kimlik sorunları ile boğuşan, beka meselesini halledememiş, aklını korkulara teslim etmiş bir Türkiye’dir… Bunu kim ister demeyelim… Yakın tarihimiz tam da bu pozisyon sayesinde kimlerin iktidar, giderek devletin ta kendisi olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Çarkı tersine çeviren AK Parti’nin, şimdi bu devletçi/milliyetçi şablonun dümenine oturtulmak istenmesi, başta muhafazakârlar olmak üzere demokrat bir yaklaşıma biraz yakın herkes için zül olmalı.
***
Savaş arayışının Türkiye’nin yüz yıl önceki Ankara ve diğer antlaşmalardan doğan haklar üzerine oturtulmak istenmesi de AK Partililere yine yaralayıcı gelmeli. Çünkü o antlaşmalar Irak’la yapıldı ve Türkiye/Irak sınırını ilgilendiriyor. Diğer deyişle bu sınır Türkiye aleyhine değişmediği sürece, Irak’ın içinde olacak herhangi bir idari veya hukuki değişimin bize müdahale hakkı vereceğini önermek AK Parti’nin dünyaya bakışının çok uzağında olmalı. Böyle bir durum ancak Irak devletinin formel daveti ile olabilir, ama kimse merak etmesin İran zaten o boşluğu fazlasıyla dolduruyor ve Türkiye’ye oyalayıcı ufak bir rol vermenin ötesine geçmeyi zaten istemeyecektir.
Ayrıca o antlaşmaların hepsi İngiltere’nin bölgeyi ‘dizayn’ etmesi ile bağlantılı. Yani zamanının ‘emperyalist’ bir Batı ülkesinin Ortadoğu’yu biçimlendirme çabasının parçası. Birleşmiş Milletler’in beşten büyük olduğunu söyleyen bir ülke olarak, şimdi o beşten birinin yüz yıl önceki tahakkümünden yararlanıp, komşu coğrafya üzerinde operasyon mu yapacağız? Bu girişimin netice vermeyecek olması bir yana, sözünün edilmesinin bile bizi Ortadoğu’dan tarihsel olarak çok uzun süre ayrı düşürme ihtimalini görmemek mümkün mü? Bunu isteyenlerin varlığı bizi şaşırtmaz, ama AK Parti’nin böyle bir yabancılaşmanın aktörü olması şaşırtır…
Nihayet referandum için ‘gayrı meşru’ tabirinin de ne denli yanlış ve itici olduğunun görülmesi lazım. Referandum ‘gayrı kanuni’ olabilir, çünkü belki bu eylemi hukuken bağlayan bir akit söz konusudur. Ama bugünün dünyasında insanlara ne istediklerini soran bir eylem gayrı meşru olamaz…
***
Son bir nokta ahlaki gerekçelere ilişkin… “Bizim aynı zamanda Irak’ta Arap ve Türkmen kardeşlerimiz var. Ezidiler, Keldaniler, Süryaniler var. Onların da haklarına saygımız var” türünden bir cümle kurmadan önce kendi ülkemizde Ezidilere, Keldanilere, Süryanilere nasıl davrandığımızı bir an için düşünsek iyi olur… Çünkü söylenenin tersine Türkiye’de devletin ve siyasetin bu insanlara saygısı azaldığı gibi, mal varlıklarına el koyma ve bu ülkede yaşama imkanlarını ortadan kaldırma gayreti yeniden artmış durumda.
Türkiye yumuşak güç potansiyeli fazla olan, ancak bu gücü işlevsel kılacak cesareti gösteremeyen bir ülke. O nedenle yumuşak kalabilecek her şey sertleşip donuyor. Buna devletin kendisi, siyasi partiler ve toplumsal ortak aklımız da dahil…