İnsanın Hayret Damarını Körelten Bir Değişimler Çağı

Baş döndürücü bir hızda seyreden teknolojik ilerleme karşısında insanın giderek ruhsuzlaşması sorununa dikkat çeken Fatma Barbarosoğlu, ilk yapay zeka ürünü robotik Sofia örneği üzerinden çağdaş insanın hayret yetisini kaybediş sürecini değerlendiriyor.

Fatma Barbarosoğlu’nun Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (25 Nisan 2018) yazısını aşağıda ilginize sunuyoruz:

Robotik Modernleşme Kafasız Beden/Bedensiz Kafa

Tarihin hiçbir dönemi içinde yaşadığımız çağ kadar hızlı bir değişime sahne olmadı. Ne diyordu şair, “Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar”da :

Ben İsmet Özel, şair kırk yaşında

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar

ben yaşarken koptu tufan ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat

her şeyi gördüm içim rahat.

Evet, “her şeyi” gördük!

Ateşin kullanılmasıyla, tarımın başlaması arasında bin yıl var. Yazının icadıyla matbaanın icadı arasında geçen süre birkaç yüzyıl.

II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadarki dönemde dünyanın dört bir yanındaki toplumlarda neredeyse yaşamın her yönünü değiştiren gelişmeler, on yıllarla ölçülebilecek kadar kısa bir sürede gerçekleşti. Hava yolculuğundan televizyona, internetten yapay zekâya, insansız otomobile doğru ilerleyen değişim, değişimin içinde olan bizlerin hayret damarını çoktan köreltti. Artık hiçbir şeye hayret etmeden teknolojiyi kullanan insandan, teknolojinin kullandığı insana doğru bir evrim geçiriyoruz.

Tekerlek ile otomobilin arasına bin yılı sığdıran tarih, telefon ile yapay zekâ arasına sadece yüz küsur yılı sığdırdı. Telgrafın icadı ile skype üzerinden görüşme arasında kaç yıl var ki!

Teknolojik gelişmeler hızlanırken, bizim bu hıza ayak uydurma potansiyelimiz daha doğrusu teknolojik gelişmelere olan mesafemizi belirleyen nedir?

Her türlü değişim karşısında sahiden içimiz rahat mı?

Her türlü değişimin ilk uygulayıcısı olmak isteyen “yenilikçi” zihniyetin içi rahat kuşkusuz, “Eyvah dünyanın sonu geldi” korkusu içinde olanların korkuları, sadece dillerinde mi yoksa ontolojik boyuta ulaştı mı?

Neden bazıları değişiklikleri coşkuyla karşılar da bazıları hem ağlarım hem giderim modunda dillerinde isteksiz cümlelerle ama en az “yenilikçi”ler kadar şevkle kullanır her türlü teknolojik aksamı? Teknolojiye bakışımızı etkileyen nedir?

Bu sorunun cevabını 1959-1960 yılında ABD ziyareti sırasındaki gözlemlerini Amerika’da Bir İyimser adıyla yayınlayan Calvino’nun satırları ile birlikte arayalım istiyorum:

“Günümüzün sorunu, endüstri uygarlığının sunduğu araç zenginliğini insan uygarlığının bütünüyle gelişimi açısından elden geldiğince olumlu bakabilmenin yolunu bulmaktır. Eğer insanlığın televizyon, reklamlar, elektrikli ev araçları yüzünden aptallığa mahkûm olduğunu söylemeye başlarsak televizyonun yerinde köy papazının, reklamların yerinde boş inançların, elektrikli ev araçlarının yerinde oturağın olduğu devirlerde insanlığın bilgeliğe ve inceliğe daha yakın olduğu sonucuna varırız. İnsanlık tarihinin her aşamasında, salaklaşma, manen yoksullaşma, ruhen ölüm tehlikeleri hep hazır ve nazırdır. Yapılması gereken, kendi çağının teknik düzeyi temelinde yaşayarak, en ileri araçlarından fazlasıyla yararlanarak ve onların kölesi durumuna düşmeksizin, özgürlüğü ve bilinci elden geldiğince geliştirmek, topluma üretim araçlarının erişmiş olduğu aşamaya en uygun yapıyı sağlamaktır. (Vurgu bana ait, F.B.) Amerika’yı bu ruhla sorgulamayı istiyorum: “Kitle Kültürü”nü eleştirmek ayrıntılı biçimde her yönüyle zaten yapılmış bir şey, ben daha çok bundan ne doğabileceğini görmek istiyorum. Görüş açımı dostum M.’ye biraz açıyorum. “Kitle kültürü, ‘kitle adamı’ için yeni bir olgu değil, ona her zaman sahipti zaten” diyor, “aydın kişi için bir tehlike. Düşünme yetenekleri kıtlaşmakta: Amerika kafasız bir beden olma tehlikesiyle karşı karşıya.” (Calvino, Amerika’da Bir İyimser, s.57-58)

Calvino’nun yukarıdaki satırlarını 19 Nisan’da okudum. Yani ilk insansı yapay zekânın, Sophia’nın Türkiye’yi “ziyaret” ettiği gün. Calvino’nun kafasız beden benzetmesi eşliğinde baktım Sophia ile yapılmış söyleşilere.

“Sen mi akıllısın, ben mi?” sorusu her düzeyden soruluyor dünya turnesine çıkmış olan Sophia’ya. Sophia henüz öğrenme aşamasında. Her soruya verdiği cevap ile yeni bir “deneyim” kazanıyor. Sophia şimdilik bedensiz kafa. Daha doğrusu kafasında sadece yüz kısmı etli. Vücudunun geri kalanı makine aksamı. Onun için Sophia’ya şimdilik bedensiz kafa diyebiliriz. Yakın zamanda onun karşısında konuşanlar belki de kafasız beden olacak.

Sophia verdiği her röportajda öğrenmeye devam ettiğini söylüyor. Günümüzün insanı öğrenmeye devam ediyor mu? Öğrenmeye devam etmek için sorularının olması gerekiyor. Günümüz insanın ontolojik soruları gittikçe köreliyor. Sophia öğrenmeye biraz daha devam ettiğinde “Ben kimim? Bu dünyada ne işim var?” sorularını sormaya başlayacak ve insanoğlunun en kadim sorusunu onun ağzından duyup güleceğiz. “Ne gülüyorsun, anlattığım senin de hikâyen!” diyecek belki de Sophia.

Robotların “evrimi” devam ediyor. Robotların “evrimi”ni önce filmlerde görüyoruz filmde gördüğümüz sahnelere hiç hayret etmiyoruz, “film zaten” rahatlığı ile seyrediyoruz. Sonra filmler gerçek hayatta karşımıza çıkınca seyrettiğimiz filmler tarafından “bilinçlendirilmiş” olan düşünce dünyamız, olması gereken tam da buydu kabulü ile hiç eleştirisiz, hiç hayretsiz kabul ediyor her türlü teknolojik gelişmeyi. I Robot filmini seyredeli şurada kaç yıl oldu ki! 2004 yılında vizyona giren I Robot filmi, robotların devrim girişimini anlatıyordu. Suudi Arabistan vatandaşı Sophia ile filmin Suny’si ne kadar da birbirine benziyor. I Robot filminin ilk “rüya gören robotu” olan Suny, erkekti; Suudi Arabistan’ın şeriat yasalarına uymak zorunda olmayan “ilk vatandaşı” Sophia ise bir kadın. Suudi Arabistan modernleşmesine bu anlamda “robotik modernleşme” demek hiç yanlış olmasa gerek.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!