Allah’a hamd, Resulüne selam olsun. Bu yazımızda insan kavramını çeşitli sorular bağlamında açmaya çalışacağız. Rabbimizden yardım niyaz ediyoruz.
'İnsanın dünyaya habersizce gönderilme gibi bir durumu varsa, bu adalete aykırı bir durum oluşturmaz mı?' sorusu zaman zaman sorulmaktadır. Bu sorunun cevabını ararken cedelin değil, hakikatin peşindeysek, Kur’an’ın doğruya ileten rehberliği, bizleri kalpleri rahatlatan bir noktaya ulaştıracaktır. Şimdi insanın dünyaya getirilişinde herhangi bir adaletsizliğin ve zulmün var olamayacağına dair Kur’an’daki delillere bakalım:
1-) Yüce Allah kullarından kendisini rab edineceklerine dair söz aldığını, onlarla bu çerçevede ahidleştiğini ve şirk koşmaları durumunda bu sözleşmeye binaen onlardan hesap soracağını açıkça ifade buyurmuştur.
Yüce Allah bu ahitleşme sebebiyle, insanın bir mazeretinin olmayacağını ayeti kerimede açıkça beyan etmektedir. Öyleyse insanın dünyaya gönderilmesi ve kullukla sınanması bir haksızlığı ifade etmemektedir. Aksi takdirde zor ve çaresiz durumdaki kâfirlerin, haklı olarak itiraz edecekleri bir durum ortaya çıkmış olurdu ve bu da onlar için bir mazeret teşkil ederdi. Ama Rabbimiz küfürlerinin asla hiçbir mazeretlerinin olamayacağını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
“O vakit ki Rabbin, Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye onları kendilerine şâhid tutmuştu. "Evet, (buna) şâhidiz!" dediler. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir. Yahut: "(Ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah'a) ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil old(uğumuz için öyle yapt)ık. (Gerçekleri) iptal edenlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mı ediyorsun?" demeyesiniz diye (sizin Rabbiniz olduğum hakkında sizleri şâhid tutmuştuk). ( 7/172,173)
Bazı alimlerimiz bu ahitleşmenin insanın iman etmeye meyilli yaratılması, tevhid inancının fıtrata nakşedilmesi olarak anlamaktadırlar. Bazıları ise bu ahitleşmenin 'kalu bela'da, insana akıl ve irade lütfedilerek ruhlar âleminde gerçekleştirilen bir sözleşme olduğunu ifade etmektedirler (Ayrıca insan yaratılırken İslam fıtratı üzere yaratılmıştır.). Bizce de bu misak, insana akıl ve irade verilmişken alınmıştır. Çünkü ayette kullarının teklifi kabul ettikleri ve bu sözden sonra hiçbir mazeretlerinin kalmayacağı ifade edilmektedir. Rabbimizin eğer teklifi kabul etmeseler, onları eskisi gibi yoklukta bırakacağını, ama kabul ederlerse, onlara lütufta bulunacağını ve onlara asla bir zorluğu dilemeyeceğini, onlara kendisinin sahip olduğu güzel özelliklere, kulca sahip olmaktan başka hiçbir sorumluluk yüklemeyeceğini beyan buyurduğunu ve kullarının da bu teklifi seve seve kabul ettiklerini öngörüyoruz. Nitekim böyle bir teklifin şu an dahi açıkça insana yapılması durumunda, her insanın bunu kabul edeceğinden şüphe etmiyoruz. Çünkü insanın ihtiyaç duyduğu güzel ve temiz olan hiçbir şey ona yasaklanmamıştır. Kendisine yasaklanan her şey ona zararlı olanlardır. Emredilen şeyler de onu aziz, kerim, hakim, cömert, mert, vefalı vb. kılacak şeylerdir. Dolayısıyla, kanatimizce makuliyet sınırları içinde meseleleri değerlendiren her insan, yüce Allah’ın kendisine dost olmayı teklif ettiği bu davete büyük bir istekle olumlu cevap verecektir. Nitekim kıyamette yüce Rabbimiz " Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?”(82/6—8) diye buyuracak ve insanoğlundan küfredenler, buna haklı hiçbir cevap veremeyecektir. Bu nedenle biz misak ayetinde ahid alınanların, akılları başlarındayken bu ahitleşmeye yaptıkları görüşüne katılıyoruz. Nitekim “Gerçek şu ki, Biz (akıl ve irade) emaneti(ni) göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emanet)i insan üstlendi; Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (33/72) ayetinde de, insanın kendi özgür iradesiyle akıl ve irade sorumluluğunu üstlenmeyi kabul ederek, Allah’a kul olma (kulca Allah’ın iradesinin tecellisi olup, iyilik ve adaleti yaymaya çalışma) sorumluluğunu üstlendiği ifade buyrulmaktadır. Fakat dünyaya gönderildiklerinde, çoğunun bu güzel hedeften sapıp zalimlik ve cahilliğe yöneldikleri ifade buyrulmaktadır. Dikkat edilirse bu ayette de insanın kendi iradesiyle anlaşmayı kabul ettiği açıkça beyan edilmekte ve sonradan büyük çoğunluğunun bunun hakkını vermediklerine işaret edilerek, insan (kâfir insanlar) yerilmektedir.
Sonuç olarak ahidleşme ayetinden gerek tevhid inancının fıtrata nakşedilmesi yani İslam fıtratı üzere yaratılma (30/30), gerek de akıl- irade lütfedilmesi ve vahiy/peygamberlerle desteklenmesi dolayısıyla insana bir haksızlık yapılmadığı ve yapılmayacağı net bir şekilde anlaşılmaktadır.
2-)Allah’ın adalet sahibi olduğunu ve zulüm etmeyeceğini açıkça ifade etmesi, insanın dünyaya gönderilişinde bir zulmün olamayacağını açıkça göstermektedir.
“Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.”(4/40)
“İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez.”(3/108)
“(Ey Muhammed)Bunlar, sana doğru haber olarak aktardığımız (geçmişteki) nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hâlâ izleri var, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerle bir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler.”(11/100,101.)
“Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı”(16/118)
3-) Allah’ın kullarına adaleti emretmesi ve zulmü kesin bir dille yasaklaması, kendi kullarına yönelik en ufak bir haksızlık/zulümden de kesinlikle uzak duracağını ortaya koymaktadır.
“- Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (16/90)
“ Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (5/8)
“O Gün zalimlere mazeretlerinin hiçbir faydası olmayacak, onların payına lanet (her türlü iyilikten yoksun bırakılma) ve en kötü bir yurt/cehennem (korkunç bir son) düşecektir.” (40/52)
Bir sonraki yazımızda da bu konuya devam edeceğiz inşallah. Görüşlerimizden isabet ettiklerimiz Rabbimizin lütfünden, yanıldıklarımız bizim eksikliğimizdendir. Sözlerinin tümünün doğru olduğu yegane zat ancak Allah’tır. Biz ona hamd eder ve ondan yardım dileriz.