İnsanın anlam arayışı üzerine

Çağrı İslam, Victor Frankl’in İnsanın Anlam Arayışı kitabından hareketle hayata ve varoluşa dair önemli bir takım sorular soruyor.

Geçtiğimiz haftalarda bir başka değerlendirme daha yayınladığımız ‘anlam arayışı’ meselesi modernleşmenin bir getirisi olarak günümüz insanı için oldukça değerli bir husus. Yeryüzünde var olma amacına sahip olmak insan için ayırt edici bir vasıf. Ancak sahte değerler üzerine inşa edilen hegemonik söylem insanı amaçsız ve anlamsız bir yaratık haline getiriyor. Bu noktadan hareketle Çağrı İslam’ın değerlendirmesi çok kıymetli sorular etrafında şekilleniyor.


Çağrı İslam / HAKSÖZ HABER

İnsanın anlam arayışı üzerine

İnsanın anlam arayışı, fıtri bir arayıştır. İnsan neden, nasıl ve niçin yaratıldığı sorularını; yaşadığı hayatı anlamlandırmak amacıyla sorar. Bu soruların tek bir cevabı olmadığı gibi, değişik zamanlarda farklı insanların da farklı cevapları olmuştur. Bu nedenledir ki farklı cevaplar birbirinden ayrı inançları ortaya çıkarmış; inançlar ortaya sorumluluklar koymuş, bu sorumluluklar uğruna verilen mücadele, hayatı anlamlı kılmıştır. Bu noktada hayatı anlamlandırmanın temelinde dini olanın varlığı söz konusudur.

Günümüzde bu duruma aykırı bir anlamlandırma iddiasının varlığı kabul edilebilir. Ancak bu anlamlandırma iddiası ortaya nihai ve alternatif bir sonuç koyamamış; bilakis çelişkilerle dolu bir ‘anlamsızlık’ koyabilmiştir. Bu durumun kanıtını; insanlığın psikolojik olarak çöküşünde, içinde bulunduğumuz yaşamın çelişkilerinde bulabiliriz. Çünkü anlamlı olan bir şeyin çelişkili olduğundan söz edilemez.

İnsanın yaşamını temellendirecek olan anlamın, hakikat üzerine kurulu olması gerekir. Hakikat, çelişkiden ve değişimden uzaktır. Hayata kaynaklık edecek bir anlam, bir sabite olması bu yüzdendir. Bu nedenle anlam arayışı aynı zamanda bir hakikat arayışı olarak nitelendirilebilir.

Bu durumdan insanın hakikati tam olarak bulabileceği ya da bulduğu hakikat üzere sabit kalabileceği çıkartılmamalıdır. İnsan hayatının her anında olan bu arayış kimi zaman, kalıcı olmayan uğraşlarla geçiştirilir. Bu durum, insanda hayatın anlamını bulamamaktan kaynaklı olarak savrulmalara, sonucunda ise trajik intihar vakalarına sebep olabilir. Oluşacak olan bir diğer ihtimalse insanın geçici uğraşlarını kendisine ‘anlam’ edinmesidir. İnsanı tam olarak tatmin etmeyen bu anlamın, hayatın gerçekleri ile karşı karşıya kalması durumunda insanda büyük bir çöküntü ve travma hali oluşturabilir. Örneğin; ölüm denilen gerçek, -bu açıdan materyalist bir anlam dünyası tasavvur edilebilir- geçici uğraşların ortaya koyduğu ‘anlamları’ yıkacak kadar büyük bir anlam barındırır. Bu doğrultuda modern insanın çeşitli ideolojilerle ortaya koyduğu anlamlandırma çabası yeterli gelmemekte; bilakis insanı ruhsal tatminden tamamen uzaklaştıracak olan dünyevi tatmin arayışına sokmaktadır. Anlamdan çok uzak olan tatmin ise sadece haz temelinde ulaşılacak bir doyum noktasıdır. Bu noktaların anlamlaştırılması, insanı anlam yerine haz peşinde koşan bir mâhluk haline getirir. İşte bu noktada geçici anlamlandırma çabaları, ciddi olarak yaşamın anlamını sorgulayan insanlar için beyhude kalacaktır.  

Söz konusu anlamlandırma çabalarında fiiliyatın önemi de es geçilmemelidir. Çünkü insanın yaşadıkları ve düşündükleri birbirinden bağımsız bir seyir izlemez. Ancak anlam arayışını, belirli eylemlere has kılmak da doğru olmaz. Örneğin; hayatı anlamlandırmayı acı çekmeye bağlı kılan insanlar, acıdan bağımsız ve acı çekmeyi de anlamlandıran bir hakikatin olduğunu göremezler. Bu yüzden anlam bulabilmek için acı çekmek kesinlikle gerekli değildir1. Üstesinden gelinemeyecek bir acının da bir anlam barındırdığı görülmeli, fakat anlam sadece acı çekmekle sınırlandırılmamalıdır.

Bu fiiliyatın insanın iradesinden bağımsız olmadığını da belirtmek gerekir. İnsanın içindeki, anlam arayışı gibi iyilik ve kötülük de fıtridir. İyilik ve kötülük potansiyellerinden hangisinin ortaya çıkacağı koşullara değil, insanın kararlarına bağlıdır2. İradi olarak fücura yani kötüye meyleden bir insanın, anlam arayışının iyi olana yani hayra sonuç vermeyeceği açıktır.

Pekâlâ, hayatı anlamlandıracak hakikat nedir? Bu noktada Hz. İbrahim’in arayışı ve en sonunda ulaştığı hakikate kendisini teslimi Müslümanlar için en önemli örnektir. Çelişkisiz ve değişmez kaideleri olan İslam, insanın anlam arayışının son noktasıdır. Hakikat insandan bağımsız ve İslami olandır. Fakat insan bu son noktaya ulaşıp hayatını anlamlandırmış olsa da bu anlam bir kere kazanılmakla sorumluluk bitecek değildir. Hakikate olan bağ yani iman, diri tutuldukça hayatın anlamı da diri kalacaktır.

İman, inanmış olmanın sorumluluklarını da beraberinde getirir. İnsanın hayatının anlamını diri tutabilmesi de bu sorumlulukları yerine getirmesine bağlıdır. İnanmış olmak kayıtsızlığı ortadan kaldırır. Kayıtsız kalmayan insan, bu uğurda mücadele verecektir. İşte bu mücadele insanın anlam arayışında ihtiyacı olan fiiliyattır.

Hakikat arayışının temeli fıtri ilkeler ve sorgulamalarla inşa edilebilir. İnsan fıtraten yaratılmışlığının farkında olan bir varlıktır. Bu farkındalık insanı, bir yaratıcının olduğu sorusuna yöneltir. Bu soruda takip edilen cevapların nerede kesileceğinin bilinmesi mantık ve tutarlılık gerektirir. Sonu bir yaratıcının varlığı ile anlamlandırılan bu soruların erken kesilmesi, insanı bahsetmiş olduğumuz anlamsızlıklara ya da geçici anlamlara yöneltir. Ancak bu arayışta sağlam atılan her adım, fıtratın gereği ve fıtrata en uygun olana doğru atılacaktır. Bu da muhakkak İslam’dır.

Tebliğ faaliyetleri de bu noktada önemli ve zorunludur. Hayatını anlamlandırma arayışı içerisinde olan ya da ‘anlamlı’ bir hayat iddiası içerisinde bocalayan insanlara Müslümanlar ‘hakk’ olanı göstermelidir. Müslümanlar kendi aralarında ise Rabbimizin Âl-i İmrân suresi 104. ayette buyurduğu gibi münkerden nehyedip, ma’rufu emredecek bir bilinçte olmalıdırlar. Bu durum bizlere, Müslümanların hakikat üzere olsalar da başta birbirlerine sonrasında insanlığa karşı sorumlu olduklarını gösterir.

İnsanlığın geldiği son noktada gelişen izafi hakikat algısı ise Müslümanların sorumluluklarını da bir o kadar artırıyor. Her gerçeğin bir hakikat olarak kabul edildiği ya da hakikatin tamamen reddedildiği bir ortamda, değersizleşen hakikat algısı, aynı zamanda bir hakikatsizlik yani bir anlamsızlık doğuruyor. İşte tam da bu noktada Müslümanlar, hayatının anlamı olan İslam’ın, tek hakikat olduğunu haykırmak ve bu uğurda mücadele etmekle mükellefler.

Hayatı tamamen kuşatan ifsada karşı Müslümanların sadece buğz3 ederek bir sonuç alması mümkün gözükmüyor. “…Çünkü Allah, bir topluluğa lutfettiği nimetini, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez...”4. Rabbimizin ayetinde belirttiği gibi değişimde talepkâr olmamanın değişimi getirmeyeceği Sünnetullah’ın gereğidir. Dolayısıyla ifsada karşı sadece buğz etmekle yetinmek yerine elimizle ve dilimizle değiştirebileceğimiz şeyler olduğunu görmek gerekiyor. 

Binaenaleyh insanın anlam arayışında ‘insanın’ çabaları son derece önemlidir. Ancak insanların hayatlarını anlamlandırma noktasında hakikati temsil iddiasında bulunan Müslümanların çabaları çok daha önemlidir.


[1] Victor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı ( Aralık 2009, 3. Bası, Okyanus Yayınları), sayfa 128

[2] Victor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı ( Aralık 2009, 3. Bası, Okyanus Yayınları), sayfa 148

[3] “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”

(Müslim, İman 78)

[4] Enfâl Suresi 53. ayet

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları