Günden güne insanlar arası mesafelerin açıldığı, basit bir konuda bile insanların birbirlerine sırt döner olduğu, insan ilişkilerinde en temel davranışlardan bile uzaklaşıldığı; kavganın, bağırmanın kendine daha fazla yer bulabildiği, bin bir türlü sosyolojik kavramlarla açıklanmaya çalışılan günümüz dünyasına ve insan ilişkilerine bir hatırlatma olarak Resulullah'ın bir insan olarak davranışlarını, duruşunu tekrardan hatırlamak faydalı olacaktır.
Hz. Muhammed (s.a.v)’i Allah’ın elçisi olarak görmenin yanı sıra onu insan karakterinin mükemmel bir örneği olarak görmek de dikkat çekici ve öğreticidir. Hz. Peygamber, toplumunun ve insanlığın selameti için her şeyden önce çok çabalamış bir insandır. Onun ileri görüşlülüğü, olayları hikmetle okuma yeteneği, Allah’ın elçisi olması ile birlikte, insanların duygularına hitap etmesine ve zihinlerinden önce kalplerini kazanmasına yardımcı olmuştur.
İnsanlara karşı nazik yaklaşımı ve onların kalplerine dokunması düşmanlarının kalbini arkadaşlarından daha önce kazanmasına yol açmıştır. (Zain Maria, 2016)
Kısaca, insana giden yolu bulmuştur. Kuzeni, damadı ve dava arkadaşı Hz. Ali, Hz. Peygamberin karakterini anlayabileceğimiz bir yönünü şöyle anlatır:
‘’Resulullah (sav) nazik yaklaşımlarıyla sahabelerinin gönlünü kazanırdı. Asla kalp kırıcı olmazdı. Toplantılarında herkese eşit davranırdı; hepsini dinler ve devam eden tartışmalara katılım için herkese söz hakkı verirdi. Çok sabırlı bir müzakereciydi ve müzakerecilerin kendileri konuşmadan önce ayrılmadıkça kendisini tartışmadan asla geri çekmezdi. Ne zaman biri ondan bir şey istese onları yerine getirmek için çaba gösterirdi. Olmadığı takdirde, isteyenlerin kalplerini nazik sözlerle memnun ederdi.’’ (M.Amin Sayed, 2020)
Yokluğunda Özlenen
Hz. Peygamber (sav) etrafındakiler için her zaman bir teselli kaynağıydı. Onun yokluğunu doldurabilecek kimse de yoktu. Bu öyle bir duygudur ki her zaman onun geri gelmesini beklersiniz. Resulullah ve bir insan olarak Hz. Muhammed’de de durum böyleydi.
Şevkânî’nin Taberânî, Ziyâ el-Makdisî gibi hadisçilerin naklettiğine göre bir sahâbî Allah resulüne gelmiş ve dünyayı kendisine dar eden şu endişesini dile getirmiştir:
“Ey Allah’ın elçisi! Ben seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken seni hatırlıyor, hasretine dayanamadığım için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve benim ölümümü düşündüm. Anladım ki, sen öldüğünde ve cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde seni göremeyeceğimden korkuyorum!” (I, 545), (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 91-92.)
Hz. Peygamber bu sözlere cevap vermeden duraklamış ve vahiy gelmiş, Allah’a ve resulüne itaat edenlerin cennette kimlerle beraber olacaklarını bildiren âyeti okumuş:
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقاًۜ ﴿٦٩﴾
Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisâ Suresi 69), ( Bulaç Ali, 2009, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı)
Bu yaşanan durumları iyi kavramak gerekir. Hz. Peygamber’in insanlara, yoldaşlarına dokunuşu ve onlara yaklaşım şekilleri harikalar yarattı.
“Bir gün Medine’de, Resulullah (sav) birkaç sahabe ile birlikte geziyorlardı. Topluluk içerisinde Hz. Ömer (ra) de vardı. Onlar Resullah (sav) ile beraberce yürüdükleri bir anda, Efendimiz Ömer’in elini tuttu ve bir müddet öylece elele dolaştılar. Hz. Ömer, Resulullah’ın kendi elini tutmasına öyle bir sevindi, öyle bir heyecanlandı ki bir anda hepimizin ödünü koparacak bir ses tonu ile: “Ya Resulallah! Seni çok ama çok seviyorum.” dedi. Hz. Peygamber (sav) şöyle bir Ömer’e doğru döndü ve dedi ki: “Babandan ve annenden daha mı çok?” Ömer: “Evet, Ya Resulallah!” dedi. Efendimiz: “Evladından ve eşinden daha mı çok?” diye sordu. Ömer: “Evet, Ya Resulallah!” dedi. Bu sefer Hz. Peygamber: “Malından ve mülkünden daha mı çok?” diye sordu. Ömer yine: “Evet, Ya Resulallah!” dedi. Efendimiz devam etti: “Peki, nefsinden ve canından daha mı çok?” diye sordu. “Ya Resulallah! Vallahi, seni nefsimden ve canımdan daha çok seviyorum.” dedi. Evet, şimdi (gerçek iman) oldu Ey Ömer! Şimdi…” dedi. (Buhari, Kitabü’l-İman ve’n-Nüzûr, 3.)
Peygamber’in yaşam öyküsündeki bu ve diğer sayısız olay, Hz. Peygamber’in son derece saygın, itibarlı ve sevilen bir karakter olduğunu göstermektedir.
Diğer İnançlardan İnsanlara Karşı Tavrı
Hz. Muhammed (sav)'in görgü kuralları, yakın arkadaşları ve yoldaşları ile sınırlı değildi. Tavırları, farklı milletleri ve inançları kapsayacak şekilde öğreticiydi. Arkadaşlarına, insanların inançlarına, kavimlerine, renklerine bakılmaksızın başkalarına nasıl saygı duyacaklarını gösterdi. Bir gün arkadaşlarının arasında oturuyordu. Medine halkından bir Yahudi'nin cenazesi geçiyordu ve bunu görünce Hz. Peygamber (sav) ayağa kalktı. Şaşkın sahabeleri şöyle dedi:
‘’Ey Allah'ın Peygamberi! O bir Yahudi."
Hz. Peygamber (sav) onlara Müslümanların başkalarının duygularına, hassasiyetlerine karşı nasıl saygılı olunacağını şu sözle öğretmiştir:
"O da bir insan değil mi?" buyurdu. (Müslim, Cenaiz, 78, Hadis no: 1596)
Başkaları hakkında aceleci yargılarımızda ne kadar da ileri gideriz? Hatta Müslüman kardeşlerimiz hakkında bilmeden kaç tane ön yargılı kararlar veririz? Yukarıdaki örnekten hareketle Hz. Peygamber (sav)'in, ölü bir kişiye duyduğu saygıyı kavraya biliyor muyuz?
Resulullah, hiçbir insanla hatta bir hayvanla dahi alay etmedi veya lanet etmedi. Seven ve sevilen bir şahsiyetti. Şiddet ve sertlik ne onun davranışlarında ne de kelimelerinde bulunurdu.
Düşmanla Başa Çıkmada Tavrı
Batılı birçok kaynakta, Hz. Muhammed'in kana susamış ve savaşı seven biri olduğuna dair asılsız metinler mevcuttur. Onun şahsiyetini inceleyen kişiler çalışmalarında objektif olmaya çalışsalardı, onun gerçekten savaşın en son şey olduğunu söyleyen, geldiği zamanda geri adım atmayan ve merhametli bir komutan olduğunu rahatlıkla fark ederlerdi. (M.Amin Sayed, 2020)
Savaşlarında ve askeri hamlelerinde asla saldırgan biri değildi; insanı diriltmeyi, yaşatmayı öncelik saymıştır. Savaşa inançlarını ve toplumunu savunmak için girmiştir. Tek bir insanın bile burnu kanamadan zaferle Mekke'ye girdiği gün de dahi düşmanlarının gönlünü kazanmıştı.
Mekke’ye giren kollardan birinin başında olan Hz. Sa’d b. Ubâde, ağzından, “Bugün büyük savaş günüdür. Kâbe’de vuruşmanın helâl olacağı gündür!” diye bir söz kaçırdı. (Buharî, Sahih, c. 3, s. 61.)
Muzaffer lider onu duyduktan sonra şöyle demiştir:
‘’Hayır, Sa`d! Bugün merhamet günüdür.’’
Düşmanlarının haysiyetlerini ve şereflerini asla alaya almadı. Resulullah, bugünün dünyasında ortaya çıkan Uluslararası Af Örgütü’nden önce genel af ilan eden biriydi.
Mekke fethedildiğinde ona gelip gitme izni isteyen bazı müşriklere şöyle demişti:
‘’Gidin özgürsünüz.’’
Bu insanlar, Peygamberimizi ve Mekke'deki İslam toplumunu yutlarından kovanlardı. Kendisine ve toplumunu 21 yıldan fazla acımasızca, şiddetle zulmedenler onlardı. Hz. Muhammed (sav), her zaman ve zeminde Müslümanların birbirlerini sevmeyi, kardeş olmayı ve günümüzün -küresel dünyasında sağlıklı ilişkiler kurabilmeyi öğrendikleri- bir insan olmuştur. Allah, kendisine Peygamberlik vermeden önce, bir insan olarak şahsiyeti ile insanlar üzerine kişisel etkisini çoktan bırakmıştı.