Şeyma Önder / Cins
Yalan karşısında, yalan üzerine düşünmek
Yalan nedir? Yalan haber nasıl anlaşılır? Yalancı kime denir? Yalanın göstergeleri nelerdir? Pembe yalan var mıdır? Yalan sadece söz ile gerçekleşen bir eylem midir? Susarak da yalan söylenebilir mi? Kişi kendine yalan söyleyebilir mi? Yalnızca insanlar mı yalan söyler? Yalanın aracı yalnızca dil midir? Yalan, göstergeleri olmadan bilinebilir mi? Neden insanlar yalan söyler ve neden yalana inanmayı tercih eder? Akıl ile yalanın ortaya çıkarılması arasındaki ilişki nedir? Bilinçsizce bir yalana inanılır mı?
Gösterge, bir şeyin yerini alarak ona işaret eden bir başka ifade ile onu temsil eden araçtır. Örneğin, trafik lambasını düşünelim. Lambadaki kırmızı renk bir gösterge olarak “dur” anlamını simgeler. Bu şekilde dış dünyada veya zihinde her göstergenin temsil ettiği nesne veya anlam vardır. Göstergelerin işaret ettikleri nesne veya anlamlara içinde bulundukları bağlam dikkate alınarak ulaşılır. Örneğin, trafik lambasındaki kırmızı renge “dur” anlamını veren trafiğin, yayaların ve arabaların oluşturduğu, karşıdan karşıya geçme olayının gerçekleştiği bağlamdır. Aynı işareti alıp bir alışveriş merkezinin içine koyduğumuzda kimse bu işareti dikkate almayacak ve ona göre hareketini belirlemeyecektir. Zihindeki göstergeler ise düşüncelerimizdir. Hepsi kendi bağlamlarında birer anlam ifade etmektedir.
Klasik mantığa göre insanı diğer canlılardan ayıran özellik akıldır. Düşünme yetisine sahip olan insan, diğer canlıların kullandığı sembollerden çok daha karmaşık semboller dizgesinden meydana gelen dili iletişim aracı olarak geliştirmiştir. Diğer yandan göstergeleri ve karşılık geldikleri nesne ve anlamları bilimsel olarak inceleyen modern göstergebilim, insanı akıllı varlık yerine anlamlı göstergeler kullanıp yenilerini üretebilen canlı olarak tanımlar. Göstergebilimin alt dalı olan zoo semiotics (hayvan göstergebilimi) kuramcıları hayvanların da göstergeler kullandıklarını ve yerine göre bunları geliştirip düzenlediğini iddia etse de diller kadar kompleks bir sistem üretemediklerini itiraf eder. İnsanın göstergelerle etkileşimi ve üreticiliği, onun kompleks düşünme yetisine sahip olması ile irtibatlıdır.
Gerek İslam hukukunda gerekse modern hukukta mükellef olmanın yani cezai ehliyetin kriterleri arasında akıllı olmak vardır. Dolayısıyla düşünebilme, dile; dil ise eyleme dönüktür. Bir işaret sistemi olan dil, içerdiği kelime, cümle, metin gibi küçükten büyüğe ilerleyen birimleriyle düşüncenin anahtarı olurken düşünce gelişip dönüşerek eylemlerimizi şekillendirir. Bu bağlamda büyük bir depremle karşı karşıya kalmış kişi ile aynı bölgede varlığını sürdüren ve aynı şekilde zarar gören diğer canlıların verdikleri tepkiler aynı olmayacaktır. İnsanlar, deprem öncesinde ve sonrasında ortaya çıkan göstergeleri dikkate alarak bunlar üzerine akıl yürütme neticesinde ortaya çıkan düşüncelerini söyleme dönüştürecektir. Ardından doğal afet bilgisi, ilk yardım bilgisi, deprem çantası hazırlama, binaların sağlamlaştırılması gibi deprem ve afet terminolojisi geliştirecek ve bu bilgiler doğrultusunda gerekli eylemleri gerçekleştirecektir. Dolayısıyla göstergeler kullanıp üretebilme, bunlarla yeni düşünceler geliştirme kişiyi kendisine ve çevresine karşı sorumlu kılan bir özelliktir.
- Bazen insanların bir süre sonra kendi yalanlarına inanmaya başladıkları da görülür. Ancak bu durum çoğu zaman bilinçaltında var olan ve bilince yükseldiğinde baş edilemeyecek kadar ağır olan bazı duyguların iradeye nispeten de olsa hükmetmesi ile açıklanabilir.
Göstergeler ile düşünen insanın bu özelliğini en iyi şekilde yansıttığı alanın yalan olduğu göstergebilimcilerden Umberto Eco gibi önemli kuramcılar tarafından ifade edilir. Göstergebilimi ilkesel olarak yalan söylemek için kullanılabilecek her şeyi inceleyen disiplin olarak tanımlayan Eco düşünme eylemini gösterge kullanıp üretebilme, onu da yalan söyleme yetisi ile ilişkilendirir. Nitekim pratikte yalanı insan yaşamının her alanında aktif olarak görürüz. Göstergebilimcilere göre yalan en iyi göstergeleriyle tanımlanır. Daha ziyade sözel bir eylem olarak karşımıza çıksa da söz dışı araçların kullanıldığı durumlara da tanıklık ederiz. Freud, bunu “Görmek için gözleri, duymak için kulakları olan herkes bilmelidir ki, hiçbir ölümlü sır saklayamaz. Dudakları sussa parmakları konuşur ve ihanet her bir gözeneğinden sızar.” ifadeleriyle dile getirir. Yalanın dil dışı göstergelerine örnek olarak yalan söyleyenin sesinin titremesi, yakalanma endişesi ile meydana gelen irade dışı beden hareketleri (nabızda hızlanma, kızarma, göz kırpma, parmak veya tırnak yeme vb.) verilebilir. Bu göstergeler yalan eyleminin gerçekleştiği bağlam içerisinde değerlendirildiğinde ancak yalana işaret ederler aksi halde örneğin her göz kırpma hareketi yalan göstergesi olmayacağı gibi diğer göstergeler de mutlak olarak yalana ait değildir.
Bilim, felsefe, sanat, kültür, edebiyat, siyaset ve din gibi hem fikrî hem de dünyevi alanlarda etkinliğini sürdüren yalan kavramı; tanımı, göstergeleri ve meşruiyeti bakımından tarih boyunca tartışılmıştır. Batıda Platon ve Aristoteles’ten itibaren filozofların, İslam geleneğinde ise dil, kelam, felsefe alanlarında etkili olmuş Seyyid Şerif Cürcani, Teftazani, Fahreddin er-Razi, Cahız, Nazzam gibi alimlerin yalan kavramının tanımını tartıştıkları görülür. Yapılan tanımlarda yalanı, genel olarak vakıa yani dış dünyada gerçekleşen bir olay veya olguya aykırı söz olarak niteleyenler olduğu gibi batıda Augustinus ve İslam geleneğinde Nazzam gibi yalanı kişinin inandığı şeye aykırı söz söylemesi olarak tanımlayanlar da olmuştur. Diğer yandan hakikatin gizlenmesinin yalan olup olmadığı sorgulanırken yalan söyleyen kişinin eyleminde kasıt aranıp aranmayacağı da tartışılmıştır.
Yalanı kişinin sözü ile reelde olan arasındaki uyuşmazlık olarak tanımlarsak aksi örneklerle karşılaşır mıyız? Örneğin, bir çocuğu kaçırıp evine getiren birisi kendisini teftişe gelen polis memurlarına “evde çocuk yok” diyerek onları ikna etmeye çalışırken o esnada evdeki çocuk pencereden kaçsa ve memurlar evi aradıktan sonra gerçekten çocuğu bulamasalar bu kişinin sözü hakikate uygun olacaktır. Dolayısıyla bu söze doğru denebilir mi? Bundan dolayı yalanı, kişinin inandığının aksini söylemesi olarak tanımlarsak da aksi bir durumla karşılaşabiliriz. Örneğin, münafıklar inanmadıkları halde Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu dile getirirlerdi. Burada söylenen söz doğru olmasına rağmen münafık yalancı olarak nitelenir. O halde yalanın tanımı nedir yahut yalan nasıl bilinir?
Yalanı aldatma veya yanlıştan ayıran şey nedir? Sadece bilgimiz dahilinde olanı söylediğimizde olanı eksik anlattığımız için yalan söylemiş olur muyuz? Yahut bir esnafın müşterisine bir malı olduğundan fazla fiyatla satması yalana girer mi? Sahte, aldatıcı sözler aynı zamanda birer yalan mıdır? Bir roman veya şiirde geçen abartılı tasvirler yalana girer mi? Kişi kendisine yalan söyleyebilir mi? Yalan, kendinde kötü bir eylem midir yoksa bir şeyi olduğundan daha güzel göstermek veya iki arkadaşı barıştırmak yahut birinin gönlünü almak için söylendiğinde de kötü bir eylem olarak değerlendirilebilir mi?
Bütün bu soruların cevaplandırılabilmesi için yalan; söyleyen, muhatap olan, söylendiği zaman-mekân ve diğer unsurlar ve bunlarla ilişkili bütün göstergeler ile ele alınmalıdır. Bu nedenle yalan söz veya eylemin bilinmesi için öncelikle göstergelerinin belirlenmesi gerekir. Ardından bu göstergelerin işaret ettikleri anlamlar, sözün veya eylemin meydana geldiği zeminin gereklilikleri dikkate alınmalı ve son olarak hepsi birlikte yorumlanmalıdır. Dolayısıyla gösterge kullanan, üreten, yorumlayan akıl yalan söyleyebilmenin ölçütü olduğu gibi aynı zamanda yalanı bulup ortaya çıkarma ve yorumlamanın da aracıdır. Zira kişiyi eylemlerinden dolayı sorumlu kılmanın ölçütü de akıldır.
İnsanın yalan söyleme kabiliyeti olduğu gibi yalana maruz kaldığında ona inanıp inanmama konusunda tercihte bulunma hakkı da vardır. Bir tarafta yalanı söyleyen olarak bulunurken diğer tarafta kendisine yalan söylenen muhatap olabilmektedir. Örneğin, sıklıkla yalan söyleyen kişiler başkalarının yalanlarını çok iyi yakalayabilir. Peki kişi kendine yalan söyleyebilir mi? Söylediğini farz edersek kendi yalanına inanabilir mi? Bir başka açıdan baktığımızda henüz yalan ile hiç tanışmamış bir çocuk veya bir deli yalan söyleyebilir mi? Bunların da ötesine gidersek tüzel kişilikler olarak kurumlar veya örneğin sanal iletişim platformlarında açılan hesaplar yalanın faili olabilir mi?
Kişi kendine yalan söyleyebilir mi? Yalanı kişinin inandığı şeyin aksini söylemesi olarak tanımlayanlara göre olası psikolojik sorunlar dışında bilinçli bir şekilde söylediğine inanmayacağı için kişinin kendine yalan söylemesi mümkün değildir. Hakikate aykırı söz tanımına göre ise kişi kendine yalan söyleyebilir. Çünkü neye inandığı değil ne söylediği önemlidir. Bazen insanların bir süre sonra kendi yalanlarına inanmaya başladıkları da görülür. Ancak bu durum çoğu zaman bilinçaltında var olan ve bilince yükseldiğinde baş edilemeyecek kadar ağır olan bazı duyguların iradeye nispeten de olsa hükmetmesi ile açıklanabilir. Çünkü insanlar bazen neyi niçin yaptıkları gerçeği ile yüzleşemezler. Dolayısıyla yalan, yalnızca dil değil aynı zamanda psikolojiden bağımsız incelenemez
İnsan neden yalan söyler? Yalan, hayatımızın her evresinde görüldüğü için ona iten sebeplerin de maddi manevi her alanda karşımıza çıktığını görürüz. Örneğin, kendisi veya sevdiklerinin canı, malı gibi konularda tehdit alan kişi korku ve endişe nedeniyle yalan söylerken diğer yandan sahip olmak istediği bir şeyi elde etmek isteyen kişi de hırsı, arzusu sebebiyle yalana başvurur. Nedenleri, etkileri ve sonuçları bakımından kazançlı yalan, masum yalan, pembe yalan gibi yalan türleri ortaya çıkar. İnsanlar nasıl ki yalana başvururken duygusal veya fiziksel nedenlere sahipse aynı şekilde yalana inanmaları için de sebepleri vardır. Bu sebepler maddi, manevi ve psikolojik olabilir. Örneğin, bir gruba ait olma hissi, kendini güvende hissetme, suçlu hissetmenin verdiği ağırlık gibi…
Akıl, yalan için gerekli bir unsur iken aynı zamanda yalanın ortaya çıkarılması ve nihayetinde inanmamak için de bir araçtır. Duyduğu, gördüğü, bildiği hakkında az da olsa şüpheye yer veren bir zihin, bir söz veya hadisenin ilişkili olduğu bütün göstergeleri birlikte okumaya daha meyillidir. Ancak bunun için kişinin psikolojik kaygılardan uzak ve açık bir zihne sahip olması gerekir. Elde ettiği göstergeleri doğru bilgiler ışığında bütüncül olarak yorumlayan kişi yalanı, doğrudan ayırabilir. Bu nedenle yalan, akıl ve gösterge üretip kullanabilme özellikleri gibi insana özgü niteliklerdendir. Bazen insanların bir süre sonra kendi yalanlarına inanmaya başladıkları da görülür. Ancak bu durum çoğu zaman bilinçaltında var olan ve bilince yükseldiğinde baş edilemeyecek kadar ağır olan bazı duyguların iradeye nispeten de olsa hükmetmesi ile açıklanabilir.