1 Kasım seçim sonuçları ülke dışında da her halükarda kutlanacaktı: Ya Tel Aviv’de ya da Gazze’de. Ya Sisi kutlayacaktı ya da Mursi. Çok şükür ki ezici zafer ümmetin mazlumları ve de direnişçileri tarafından gözyaşları içinde hamdü senalarla kutlandı.
Suriyeli muhacir kardeşlerimiz seçim sonuçlarını kaygı, heyecan, umut içinde beklemekteydiler. Milyonlarca insanın kaderi demekti bu. Belki de Avrupa’ya ölüm sandalları ile gitmek ile katil Esed’in varil bombalarının her daim patladığı ülkelerine geri dönmek arasında gidip geleceklerdi. Ölümlerden ölüm beğenmek bu olsa gerek. İdamlar ülkesi Mısır’da da halk seçim sonuçlarını beklemekteydi. Mursi, zindanda seçimin ümmet lehine sonuçlanması için el açmış Rabbine yakarmaktaydı.
Ve Filistin… İsrail’e ‘one minute’ diyebilen tek liderin arkasında kenetlenmişti. Evet, dünya egemenlerinin karşısında yapacağı çok fazla bir şey yoktu hükümetin. Yine de dünyanın terörist dediği Hamas’a kol kanat geren bir liderin arkasında kenetlenmemek olmazdı. İsrail’e özür dileten bir lider, en azından müminlerin onurunu okşuyordu.
Dünyanın egemenleri ve onların yerli işbirlikçileri, AK Parti’nin iktidara gelmesine engel olmak için her yola başvururken dertleri basın özgürlüğü vs değil; hükümetin özellikle dış politikada dengeleri zorlayan siyasetiydi. Çünkü Türkiye eskiden dış politikasını Amerika ve İsrail’in güdümünde belirleyen çantada keklik bir ülke iken, şimdi ise diktatörlerin karşısında mazlumların yanında yaramaz bir devlet…
Bu çatışma, Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu günden bugüne egemenlerin yanında yer alan, onların menfaatleri dışında kendi bağımsız politikasını geliştirmeyi aklından bile geçirmeyen elitler ile halkın kendinden gördüğü partiler arasında her zaman yaşanmış ve yaşanmakta olan bir vakıadır.
Bizler bu çatışmada yönetici elitlerin pozisyonunu anlamakta hiç zorlanmıyoruz. Zira onlar, sahip oldukları statü ve zenginliklerini milletle değil, emperyal güçlerle yaptıkları işbirliğine borçlular.
Ama bir de anlam vermekte zorlandıklarımız var. Bunlar, aslında genel olarak bizim mahalleden olmalarına rağmen; renksiz, kokusuz, hatta zaman zaman Sisi ve Esed gibi zalimlerle işbirliği yapmamızı tavsiye edecek kadar da bize uzak olanlardır. Bunlar, Abdullah Gül’ün Sisi’yi tebrik ederek gösterdiği uzlaşmacı tavrı reel politika açısından öve öve bitirememekteler. Zaten 7 Haziran seçim sonuçlarından sonra beşinci parti arayışları da bu perspektiften beslenerek ivme kazandırılmaya çalışıldı.
Ancak halk güçlü biçimde AK Parti’ye hükümet etme yetkisini vererek beşinci parti arayışlarına da kesin şekilde hayır dedi. Hal böyleyken güya İslami camia içinde yer alan bazı yazarların böylesine devasa bir başarıyla sonuçlanan seçim sonuçlarının hemen akabinde hükümete dış politikada teenni, uzlaşma önermesi oldukça dikkat çekici. Evet, halk istikrara ve ekonomik başarıya oy verdi. Ama aynı zamanda hükümetin dış politikasına; özellikle Suriye, Filistin ve Mısır konusunda mazlumlara kol kanat germesini de ödüllendirdi.
Bu bağlamda seçim sonrası bizim mahallenin bazı gazeteci ve siyasetçilerinin önerilerini hayret içinde izliyoruz. Kimi sosyal medya, kimi televizyon ve gazete yoluyla neye hizmet ettiğine anlam veremediğimiz görüşlerini açıklıyorlar. Diyorlar ki hükümet Suriye, Mısır ve İsrail’le ilişkilerini onarmalıdır.
Bu taifenin içinde Milli Görüş çizgisinden gelenler de var, ezelden beri AK Partili olanlar da. Rahmetli Erbakan Hoca’nın iki lafından birinin Siyonizm tehlikesi olduğunu hatırlarsak bu iklimi solumuş bir siyasetçinin İsrail’le ilişkilerin düzeltilmesini talep etmesi de neyin nesidir? Hadi seçim sonuçları açıklanmadan önce atılmış twetler olsa kurulması muhtemel beşinci partiye göz kırptıklarını düşüneceğiz.
Sonra bu halk dış politikada özür dilemeci, kimliksiz bir tavrı talep etseydi oylarını kalkar CHP’ye verirdi. Kaldı ki Kılıçdaroğlu bile 7 Haziran seçimlerindeki Suriyeli sığınmacıları ülkelerine gönderme vaadinden çark etmek zorunda kalarak Avrupa’nın sığınmacı politikalarını eleştirmek zorunda kaldı.
Dünya egemenleri AK Parti’yi dış politikada köşeye sıkıştırmaya çalışırken bize düşen, AK Parti’nin onurlu politikasına destek vermek değil midir? Esed’le, Sisiyle, Netanyahu’yla masaya oturmak ha! Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” deyip dünyayı karşısına aldıktan sonra hükümete bu onurlu duruştan çark etmesini önermek kime yarayacak? Önerilerini yazmadan önce mümin kardeşlerimize kan kusturan bu zalimlerle kendilerinin tokalaştığını düşünüp empati yapsalardı keşke!
Peki, bu söylemleriyle onlar kimin sesine tercüman oluyorlar? Vicdanlarının sesine mi, Ortadoğu’da ki mazlumların ya da Allah’tan başka destekçileri olmayan direnişçilerin mi? Dış politikada duygusallığa yer yok değil mi?! Hem duygusal olmayı gerektirecek ne var ki? Yüz binlercesi katledilmiş, on binlercesi işkenceye uğramış, milyonlarcası evsiz yurtsuz bırakılmış bir halk! Haksızlık etmeyelim tabii ki bu görüş sahiplerinin amacı bu facianın önüne geçmek. İyi de acaba onlara böyle konuşma yetkisini kim verdi? Esma Biltaci’nin hapisteki babası mı öğütledi bu anlamsız önerileri, yoksa Aylan Kurdi’nin yakınları mı?
Lafın kısası nerden baksan tutarsızlık olan ‘zalimlerle masaya oturma’ talebinin bazı Müslümanlardan gelmesine ‘insan gerçekten hayret ediyor!’