‘İnsan Hakları Eylem Planı’nın hazırlanışında ‘fon’ detayı ve paradoks

Yldıray Oğur, “İnsan Hakları Eylem Planı”nı mercek altına aldığı yazısında, 2019 yılında Avrupa’dan alınan fonlarla hazırlanarak şuan ki şekline kavuşan bu projenin teorik olumlulukları yanında fiili düzlemde paradoks içerdiğini söylüyor.

Yıldıray Oğur’un paradoks olarak belirttiği husus ise Büyükada Davası’ndan Osman Kavala’ya birçok kişi ve STK’nın iddianamesinde “dış güçler”den alındığı öne sürülen “fon”lar.

Yıldıray Oğur’un Karar gazetesinde yayımlanan yazısını (3 Mart 2021) ilginize sunuyoruz:

"Başka bir yerde mi dayak yedim ben?"

Adalet Bakanlığı'nın hazırladığı İnsan Hakları Eylem Planı, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklandı.

Planın en sonunda, hazırlıklar sırasında yapılan 24 toplantı sıralanmış.

Bu toplantılar içinde Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği Komisyonu, AB Parlamentosu Türkiye raportörü, gazeteciler, aydınlar, akademisyenler ve sivil toplum örgütleriyle yapılan toplantılar da var.

Sadece iktidara yakın sivil toplum örgütleriyle de görüşmedi bakanlık.

Daha iki hafta önce İçişleri Bakanı’nın Meclis’te adını vererek suçladığı İnsan Hakları Derneği de görüşülen sivil toplum örgütleri arasındaydı.

Bu yüzden planda insan hakları gibi artık üzerinde kalem oynatmanın mümkün olmadığı bitmiş bir meselede kurulan cümlelerin hepsi doğru.

Kağıt üzerinde hiçbir sorun yok.

Zaten aksi de mümkün değildi.

Çünkü bu planı aynı zamanda bir AB ve Avrupa Konseyi projesi.

Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi, "İnsan Hakları Eylem Planı'nın Uygulanmasını ve Raporlamasını Destekleme Projesi" adıyla, bu eylem planı için yüzde 85’i Avrupa Birliği'nden ve yüzde 15’i Avrupa Konseyi'nden olmak üzere 1 milyon 200 Euro fon almış.

https://www.coe.int/tr/web/ankara/supporting-the-implementation-and-reporting-on-the-action-plan-on-human-rights-in-turkey#{%2264116063%22:[0]}

Avrupa Konseyi'nin sayfasında ayrıntılı bilgileri yer alan projenin amacı; "İnsan Hakları Eylem Planının uygulanmasını ve raporlanmasını desteklemek üzere, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı ve yetkili Türk makamlarının kurumsal kapasitelerini güçlendirerek Türkiye’de insan haklarının korunması çabalarına katkı sunmaktır."

Projenin paydaşları arasında "Adalet Bakanlığının ilgili birimleri, Adalet Akademisi, İçişleri Bakanlığı, yargı organları" da gösterilmiş.

"1 Eylül 2019 tarihinde başlayan projenin 18 ay sürmesi ve 1 Mart 2021 tarihinde tamamlanması" öngörülmüş.

Tam zamanında bitirilmiş gözüküyor.

Tabii ki bunda hiçbir sorun yok.

Türkiye Avrupa Konseyi'nin bir üyesi ve AB adayı olarak da bu fonlara para veren ve kullanma hakkı olan bir ülke.

Çok uzun yıllardır da devletin neredeyse her birimi, tabii ki Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı da AB fonlarıyla projeler yürüttüler.

Ama Cumhurbaşkanı'nın açıkladığı İnsan Haklar Eylem Planı’nın Avrupa Birliği fonuyla finanse edildiğini öğrendiğinde, 1219 gündür hapiste olan ve sadece sivil toplum faaliyetleri için aldığı fonlar yüzünden "Soros'un Türkiye'deki elemanı" diye her konuşmada suçlanan Osman Kavala gülümsemiştir.

Çünkü onun iddianamesinde AB’den fon olmak, savcı tarafından dış güçlerin adamı olmanın bir delili olarak resmediliyor.

Yine gülümseyeceklerden biri de 80 yaşındaki usta gazeteci Aydın Engin olmuştur. O da Cumhuriyet gazetesine AB'den fon alınabilir diye bir telefon konuşması yapmasının da suçlamalar arasında olduğu Cumhuriyet Davası'nda 5 yıl hapis cezası almıştı. Neyse ki ceza Yargıtay'dan döndü.

Büyükada Davası'nda yargılanan, Türkiye'nin en geniş kadın sivil toplum örgütleri platformu olan Kadın Koalisyonu'nun koordinatörü İlknur Üstün'ün tutuklama gerekçesi ise bilgisayarında bulunan bir Word dokümanında İngiltere Büyükelçiliği’nden bir kadın projesi için fon almaktan ibaretti.

Savcılığın tutuklama gerekçesini yeniden hatırlayalım:

"Büyükelçiliğiniz desteğiyle gerçekleştirmekte olduğunuz" adlı bir word belgesinin yapılan incelemesinde; İlknur Üstün tarafından yazıldığı değerlendirilen yazıda Gender equality, participation in policy making and reporting projesi kapsamında çeşitli giderlerin oluştuğu, bu giderlerin büyükelçilik tarafından karşılanmasının istendiği"

Bu yüzden İlknur Üstün, 4 ay hapis yattı. Beraat kararı alması üç yıl sürdü.

Herhalde İlknur Hanım bunlara çare olması için hazırlandığı iddia edilen İnsan Hakları Eylem Planı’nın AB fonuyla hazırlandığını gördüğünde ya da bir toplantıya katıldıkları için günlerce iktidar medyasında linç edilmiş ve aylarca hapiste yatmış Büyükada davasının diğer mağdurları, dün Cumhurbaşkanı’nın İnsan Hakları Eylem Planı’nın 11 temel ilkesinden en çarpıcısını açıkladığı anlarda kendilerini tuhaf hissetmişlerdir:

"Hiç kimse eleştirisi veya düşünce açıklaması nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaz."

Altına imza atılacak, her karakola, savcılığa, mahkeme salonuna asılacak planda harika görünen bir ilke.

Ne var ki dün Cumhurbaşkanı tarafından açıklandığı saatlerde bile bu ilke Türkiye’nin dört bir köşesinde ihlal edilmekteydi.

Sadece Cumhurbaşkanı'nın bu ilkeyi açıkladığı video haberlerin üstüne, dün bütün gün Cumhurbaşkanı’na hakaret, devlet büyüklerine hakaret, Atatürk’e hakaret, dini değerlere hakaret, attığı bir tweet yüzünden halkı kin ve düşmanlığa tahrik, terör propagandası suçlamalarıyla gözaltına alınmış, hapiste yatmış hala davası devam eden insanlar sonu gülümse işaretiyle biten yorumlar bıraktılar.

Mesela Manisa CHP eski gençlik kolları başkanı Gülşah Durbay, bu haberlerden birinin üstüne şöyle yazdı:

"Bu açıklamadan tam 20 dakika önce Tayyip Erdoğan hakkında yaptığım bir açıklama sebebiyle 11 ay 20 gün hapis cezası aldım, tweete bakıp bakıp gülüyorum :)"

Durbay, Gezi Olayları'nın 7. Yıldönümü için yaptığı bir açıklamada Cumhurbaşkanı'na "Diktatör bozuntusu" dediği için bu cezayı almış. Cezası beş yıl ertelenmiş.

Cumhurbaşkanı’nın "Hiç kimse eleştirisi veya düşünce açıklaması nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaz" dediği saatlerde, Boğaziçi Üniversitesi protestolarına katıldıkları için ev hapsi cezası alan Doğukan ve Cihan'ı arkadaşları özgürlüklerin yoksun bırakıldıkları apartmanda ziyaret ediyordu.

Yine aynı saatlerde Urfa’da Köklü Değişim Dergisi’nin "Hilafet'i Kurun" sayısını dağıttıkları için sabah evlerinden gözaltına alınan 11 kişi ifadelerinin alınması için Emniyet'te beklemekteydi.

Geçen yaz attığı "Diriliş Ertuğrul ve Kuruluş Osman'dan sonra şimdi de TRT'de Uyanış Selçuklu başlıyor. Sırada; Bayılış Yavuz, Ayılış Fatih, Yatış Kanuni, Kalkış 4.Murat, Sızlayış Abdülhamit, Yalvarış Vahdettin var" tweeti yüzünden evinden ağır silahlı ve zırhlı araçlı polisler tarafından gözaltına alınmış, "suçtan mağdur olan: Osman Padişahları" yazan komik bir davada yargılanan Vanlı gazeteci Oktay Candemir ise daha yeni kovuşturmaya gerek yoktur kararını alabilmişti.

Okuduğu şiir yüzünden hapse atılmış Cumhurbaşkanı’nın İnsan Hakları Eylem Planı’nda bu ilkeyi okuduğu günden bir gün önce, bir süre tutuklu da kalan Mimar Sinan Üniversitesi öğrencisi Beyza Buldağ hakkında ise Boğaziçi protestolarına destek için Whatsapp grubu kurarak, 18 tweet atarak ve Tevfik Fikret şiiri paylaşarak halkı kin ve nefrete tahrik ettiği suçlamasıyla hapis istemiyle iddianame hazırlanmıştı.

Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2008'de Başbakan iken bu kuru kuru yazılmış ilkeden çok daha ileri sözlerle ifade hürriyetini savunuyordu.

En unutulmazı Kültür ve Turizm Bakanlığı "2008 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü"nün Çetin Altan'a layık görüldüğü törende yaptığı konuşmaydı.

1 Şubat 2009'da kendi elleriyle ödülü Altan'a vermiş, onun uzun konuşmasını sahnede ayakta dinlemiş ve sonra da onun yanında şöyle demişti:

"Üzülerek söylemeliyim ki yakın tarihimizde düşüncenin serüveni meşakkatli bir yolculuk olmuştu. Farklılıkların kabulü kolay olmamış, kemikleşen önyargılar tahammülsüz anlayışlar düşünceyi ağır şekilde cezalandırmış ve bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalmıştır. Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor. Hiç kuşkusuz onlardan birisi Çetin Altan’dır... Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye'dir."

Bu ödülden altı yıl sonra Çetin Altan hayatını kaybetti.

Neyse ki gökkubbe altında böyle sözler edilmiş Türkiye’de iki yıl sonra iki oğlunun sadece konuşmaları ve yazılarından ibaret delillerden oluşan suçlamalarla tutuklandıklarını görmedi.

Ahmet Altan hala hapiste.

Dün 71’inci yaşına hapishanede girdi.

Hapishanede beş yıla yakın geçirmesine neden olan suçlamalar televizyonda yaptığı bir konuşma ve bir kaç yazısından ibaret.

Bizzat Anayasa Mahkemesi Başkanı ve beş AYM üyesi bu konuşma ve yazıların suç olmadığını AYM'nin Altan kararına yazdığı şerhde açık açık yazdılar.

71. yaşına hapishanede giren Ahmet Altan, muhtemelen koğuşundaki televizyondan haberleri izlerken Cumhurbaşkanı’nın İnsan Hakları Eylem Planı'nı açıklarken "Hiç kimse eleştirisi veya düşünce açıklaması nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaz" sözüne geldiği anda gülümsemiştir.

Belki doğum gününde televizyonunda olan kanallardan biri de 2018 yapımı şimdiden kültleşen Ölümlü Dünya filmini gösterir.

O kült sahneye o da hepimiz gibi kahkahalarla güler:

"Başka bir yerde mi dayak yedim ben?"

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!