İnsan da toplum da heykel değildir

Ali Ünal

Türkiye'de çok partili hayata geçildiği günden bu yana bilhassa "sağ" iktidarların "Nasıl bir insan? Nasıl bir toplum? Nasıl bir ülke?" soruları çerçevesinde kapsamlı bir hedef, plan ve programları olmadı.

Bu sorular, bazıları için "toplum mühendisliği mi?" denerek, hemen mahkûm edilebilir. Ama bir gerçek vardır ki, insan, bütün hayatı boyunca eğitim-öğretimle inşa olan bir varlıktır; toplum da, yine inşa olan bir ünitedir. İnsan da, toplum da, kendi kendisine ne ve nasıl olursa olsun diye başıboş bırakılacak birer çamur yığını olmadıkları gibi, ruhsuz, gayesiz, hayatsız, hissiz birer heykel olarak da görülemez ve değildirler. Tarih boyu bütün düşünce sistemlerinin en önemli meselesi insanı tanımak olmuştur. Fıtrat, boşluk kabûl etmez; ayrıca, kâinatın ve ondaki her bir şeyin aslî modeli, karakteri demek olan fıtratı tayin eden de insanın kendisi değildir. İnsan, kendisini fıtrî bir çevrede ve bir fıtrata göre yoğrulmuş bulduğu gibi, hayatını kuşatan bütün aslî şartlar da, yine fıtrata ait şartlardır. "Tabiî" çevrenin maddî terakki ve ekonomi adına maruz kaldığı onca tahripten sonra fıtratın intikamını almaya başlaması sebebiyledir ki, son yıllarda çevrecilik, kendisine kaç asır savaş ilan edilen "tabiat"ı koruma, eko-sistemi iyi tanıyıp muhafaza etme mecburiyeti doğmuştur. Bütün bunlar da, önce insanı tanımayı ve "Nasıl bir insan? Nasıl bir toplum? Nasıl bir ülke?" sorularına cevap arayıp, doğru cevabı bulmayı gerektirir. İşte eğitim ve öğretim, bu cevaptır.

Türkiye'de sadece tek parti hükümetleridir ki, belli bir devlet, halk veya millet, sistem ve değerler hedefi taşımışlardır. Onlar, "muasır medeniyet" olarak adlandırdıkları ve zahiriyle taklidine soyundukları bu hedef adına yapmaktan çok, mevcudu yıkmak için, bu mevcudun unsurları gördükleri her şeye saldırdılar. Ama şunu da kabûl etmek gerekir ki, kendilerine ait bir sınıf, sermaye, kaç nesildir halâ kendisini koruyabilen bir taban, bürokrasi ve bu bürokrasiye sürekli sahip olma mekanizması, medya, iktidarlarını korumak üzerine şekillendirilen silahlı bir kuvvet ve üniversite camiası oluşturmaya muvaffak oldular. Eğitimde de bütün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde belli bir hedefe yönelik bir sistemi sadece tek parti hükümetleri takip etti. Ve, etrafında halk çoğunluğunun birleşip bütünleşeceği Din gibi bir değerler sistemine sahip bulunmadıkları için, icat ettikleri bir ideolojiyi kanunlaştırıp, karşısına da içeriden heyula düşmanlar dikerek kendilerini bir başka yönden daha koruma altına aldılar.

Çok partili hayata geçiş ve çok partili hayat da, aslında Türkiye'de sistem tarafından kendini savunma ve devam ettirme mekanizmalarından biri olarak kabûl gördü. Sistem, yarım çeyrek yüzyılda asimile edemediği halk kitlelerini, prensip olarak dört yılda bir rey kullanmakla kendisinin unsuru haline getirmeye çalıştı. Bunda başarısız olunduğu da söylenemez. Ne var ki, bunu yaparken elbette halkın değerlerine de mümaşatta bulunmak (kabûllenmiş görünme) mecburiyetindeydi. Çok partili dönemde iktidar partileri bu mümaşatın açtığı sahada tabana inme ve sisteme halkın değerlerinin boyasını çalma adına bir şeyler yapmış da olsalar, belli bir dünya görüşleri, hedefleri ve programları bulunmadığı için genellikle günü kurtarma yoluna gittiler. Bunda seçimlerin dört yılda bir yenilenmesinin ve bu yenilenmenin uzun vadeli hedeflere uygun düşmemesinin de tesiri olmakla birlikte, iktidarı koruma, uzun vadeli ve fedakârlık isteyen hedefleri bırakıp, "reel-politika"yı böyle hedeflere yürürken mevcut zemin ve şartlar olarak hesaba katmanın ötesinde hedef ve idealin yerine oturtma daha tesirli olmuştur.

Yeni bir eğitim-öğretim sezonuna girerken, eğitimde dokuz yıldır birtakım kemmî (nicel) ve teknik hizmetler dışında ciddî bir mahiyet ve keyfiyet endişesi taşıdığı ve böyle bir hedef güttüğü intibaı veremeyen AK Parti iktidarının bu sahada çok iyi düşünülmüş ve planlanmış bir "açılım" yapması gerekiyor.

ZAMAN