Gökhan Özcan / Yeni Şafak
İnsanın derinlikleri
Her şey hayatın sathında gerçekleşiyor gibi artık sanki. Bütün insanlar göründüğü kadar... Gündelik koşuşturma içinde olup bitiyor her şey... Böyle mi gerçekten? İnsan, aramızdan herhangi biri, bu kadar az, bu kadar basit, bu kadar sathî olabilir mi? Her insan bir alem gizlemiyor muydu içinde? Böyle bir insana inanmıyor muyduk biz? Nasıl toprağın üstünde koşuşturan karıncalar gibi görmeye razı olabiliyoruz insanı, insanları? Kaldı ki, o karıncalar bile göründükleri kadar değil! Biz insanları gözümüze göründükleri kadar görmekle iktifa eder hale geldiğimiz için bu kadar az kaldı, bu kadar basitleşti, bu kadar kabuktan ibaret kaldı insanlar.
Biz hikayelere kendi içine doğru derinleşen hikayelere artık dönüp bakmadığımız için hayat yüzeyinde yaşanır hale geldi. Her insanın, her anın içinde inanılmaz zenginlikte bir hikayesi var oysa. Her insanın hikayesi, dışından içine doğru adımlandığında, bu merak, bu incelik, bu gayret gösterildiğinde kendini göstermeye başlıyor. Yapıyor muyuz bunu, gösteriyor muyuz bu cesareti, arıyor muyuz hikayesinin içindeki insanı, insanın içindeki uzun ve derin hikayeyi? Yapıyor muyuz? Arıyor muyuz insanın içindeki insanı? Peşine düşüyor muyuz görünen hikayenin içine kendini gizleyen görünmez hikayenin, hikayelerin? İnsan bize göründüğünden çok daha fazlası... Hikayesi yolumuzun kesiştiğinden çok daha büyük... Bunu kendimizden bilebiliriz. Peki, biliyor muyuz? Var mı bütün bunlara dair içten bir merakımız?
Sait Faik Abasıyanık’ın ‘Semaver’inden Alilerden bir Ali’nin içine doğru derinleşen ifadeler: “Sabahleyin Ali’nin bir semaver, bir de fabrikanın önünde bekleyen salep güğümü hoşuna giderdi. Sonra sesler. Halıcıoğlu’ndaki askeri mektebin borazanı, fabrikanın uzun ve bütün Haliç’i çınlatan düdüğü, onda arzular uyandırır, arzular söndürürdü. Demek ki Alimiz biraz şairceydi. Büyük değirmende bir elektrik amelesi için hassasiyet, Haliç’e büyük transatlantikler sokmaya benzerse de biz, Ali, Mehmet, Hasan biraz böyleyizdir. Hepimizin gönlünde bir aslan yatar.”
Az önce yanından geçen adamın içinde tufanlar kopuyordu, farkına varmadın. Pencereden sofra örtüsünü silkeleyen hanım teyze, ekmek kırıntılarıyla birlikte hayal kırıklıklarını da gönderiyor boşluğa, bilmedin. Durakta otobüs bekleyen delikanlı, bir türlü gelmediğine inandığı ferah geleceğini bekliyor, hiç oralı olmadın. Az önce hatırını sorduğunda iyiyim diyen kişi aslında hiç iyi değil, üstelemedin. Duyguları yüzlerinden okunan insanların doğru dürüst yüzlerine bakmadın. Hiç kimsenin hikayesinin derinliklerine inmedin. Sessiz feryatlarla yardımını isteyenler oldu, sessizliklerinin içinden seslerini duymadın. Heyecanını içine sığdıramayanların coşkusuna ortak olmadın. İnsanların seni anlamadığına kendini kolayca inandırdın ama onların hayatları hakkında ne bildiğini kendine hiç sormadın. Seni sevmediğine inandığın insanların hiçbirini oldukları gibi sevmedin. İnsana hiç inanmadın, hayatın derin, incelikli, harikulade hikayelerine gözünü hiç çevirmedin. Bu sebeple ki, kendi enginliğinin de hiç farkına varmadın. Kendinin dahi derinliklerine inmedin, yüzeyde yaşadın, yaşıyorsun.
“Dağa taşa bakarsın, şu gördüğün çiçeklere, sokaktan geçen adamlara, her şeye, her şeye. Bu çiçek neler söylüyor, bu adam nereye gidiyor, bu taşı buraya niçin koymuşlar, hep anlarsın. Gece ile gündüz, uyku ile uyanıklık, hayatla ölüm birleşir. Dünyada niçin varsın, anlarsın” diyor ‘Bu Böyledir’de insani derinliklerin ve ince hikayelerin hamisi Mustafa Kutlu üstadımız.