Seçimler tahmin edildiği gibi sonuçlandı. AK Parti'nin tartışmasız başarısıyla... Ama seçim sonuçlarını en iyi özetleyen cümlelerden biri Başbakan'ın cümlesiydi. Bu seçimlerde kimin kaybettiğinin kimin kazandığından daha önemli olduğunu vurguladı ve şöyle dedi Başbakan:"Siyasete siyaset dışı yöntemlerle rota çizmeye kalkanlar kaybetmiştir."
Ben de seçimlerin ana mesajının bu olduğunu düşünüyorum.
Şimdiye kadar, muhtemel bir başarının AK Parti ve seçmen kitlesi üzerinde yapacağı etkiler hakkında birkaç yazı yazdım.
Bugün de biraz seçim sonuçlarının muhalif kesimler üzerinde yapacağı etkiler üzerinde duralım, kaybedenlerin ruh haline bakalım.
Önce inkâr
Her büyük felakette verilen ilk tepki gibi bu "felaket"te de muhalif kesimlerin ilk tepkisi inkâr oldu. "Hayır, olmaz, mümkün değil, hile yaptılar, bunca yolsuzluk ortadayken bu kadar oy almış olamazlar!"
Anlaşılan seçimi izleyen ilk günlerde bu tür psikolojik çıkış arayışlarına tanık olacağız. "Ben gördüm, oyları kaçırıyorlardı; ben duydum, yakıyorlardı" türü şehir efsaneleri dinleyeceğiz bol bol. Günler öncesinden başlatılan "seçim sandıklarında hile yapılacak" söylentilerinin amacı da böyle bir açık kapı bırakmaktı zaten.
Ne var ki inkâr dönemi pek uzun süremeyecek. "Elektrik kesildi böyle oldu" saçmalığıyla idare edilen birkaç günden sonra gerçeklerle yüzleşmek kaçınılmaz olacak.
Sonra aşağılama
İşte o zaman yeni bir evreye, "aşağılama" evresine gireceğiz. Yine her zamanki gibi Aziz Nesin'in verdiği yüzdeye atıflar yapılıp halkın yüzde kaçının aptal, yüzde kaçının yolsuzluk ve rüşveti umursamayan "kalın derililer topluluğu" olduğuna karar verilecek. Bol proteinle büyümüş uzun boylu beyaz Türkler, "kavruk makarnacılara", "bidon kafalılara", "koyun sürülerine" karşı duydukları nefret ve tiksintiyi her zamankinden daha küstahça boca edecekler ortalığa. Yenilginin acısını onları daha da aşağılayarak, onların canını daha çok yakarak ve kendi seçkinliklerinden daha da gururlanarak hafifletmeye çalışacaklar.
Ve ardından umutsuzluk
Ama aşağılama da ancak bir yere kadar hafifletecek travmanın etkisini.
Ardından en kötüsü gelecek: Ağır ağır çöken bir umutsuzluk...
"Ortaya saçılan bunca yolsuzluğa rağmen bu defa da olmadıysa bundan sonra hiç olmaz" karamsarlığı... "Biz asla çoğunluk olamayacağız ve ebediyen bidon kafalıların seçtikleri bir yönetim altında yaşamaya mahkûm olacağız" umutsuzluğu... Demokrasiye karşı umutsuzluk... Ülkesinden umut kesme, halkından umut kesme ve "başka çareler" aramaya yöneliş...
Oysa...
Oysa bütün bunlar böyle olmayabilirdi. O muhalif kesim, bir türlü kurtulamadığı önyargılarıyla halk çoğunluğunu aşağılamak ve mahkûm etmek yerine onu biraz olsun anlamaya çalışsaydı ne bu kadar nefret duyar ne de böyle umutsuzluğa kapılırdı.
Çünkü o zaman, aşağıladığı o milyonların kendisinden çok daha yüksek bir demokrasi duyarlılığına sahip olduğunu görürdü. AK Parti'ye oy verdiyse "işin esasını" gördüğü için verdiğini anlardı.
Verdiği oyu, meşru iktidarı gayrimeşru güçlere karşı korumak için verdiğini idrak ederdi. Kitleleri yolsuzluklara karşı duyarsız olmakla suçlamak yerine, biraz durup anlamaya çalışsaydı, bu sonucun, tehlikeli bir gücün koca bir ülkeyi ses kayıtlarıyla parmağında oynatmasına karşı duyulan tepkinin bir sonucu olduğunu görürdü.
AK Parti'ye oy verenler bu ülkeyi kimin yöneteceğini belirleme hakkını yeniden ele geçirmek için; meşru iktidara karşı savaş açmış bir yapının yedeğine düşmeyi reddettikleri için oylarını değiştirmediler.
Ben tahmin ediyorum ki, seçime beş kala başlatılan bu saldırı olmasaydı AK Parti son dönemde sertleşen söylemi, ayrıştırıcı ve dışlayıcı tutumu ve ortaya çıkan otoriter eğilimleri yüzünden bu seçimlerde belli bir oy kaybına uğrayabilirdi. Ama yaşanan gelişmeler buna fırsat vermedi ve biliniz ki durum normalleşmez, siyasi mücadele yeniden meşru zeminine kavuşmazsa bundan sonra da fırsat vermeyecek.
Bugün