Peter Oborne / Fikir Turu
İngiltere’nin yeni kralı III. Charles’ın Orta Doğu’ya bakışı nasıl?
Tam 70 sene hüküm sürerek İngiltere’nin en uzun tahtta kalan hükümdarı II. Elizabeth’in vefatı ile bir devir kapandı ve oğlu Galler Prensi Charles, “III. Charles” olarak İngiltere’nin yeni kralı oldu.
Her ne kadar İngiltere hükümdarları ülkelerinin politikalarında eskisi kadar söz sahibi olmasa da Birleşik Krallık’ın yurt dışında temsil edilmesinde çok büyük önem taşıyorlar. İngiltere’nin dış politikada tarih boyunca en aktif olduğu bölgelerden birinin başında da Orta Doğu geliyor.
2018 yılında Robert Jobson tarafından yazılan Yetmiş Yaşında Charles: Düşünceleri, Umutları ve Hayalleri (Charles At Seventy: Thoughts, Hopes and Dreams) adlı kitap, Kral Charles’ın Orta Doğu, Müslüman ve İslamiyet hakkındaki düşüncelerini ve Filistin-İsrail mücadelesi ile Irak Savaşı gibi Orta Doğu meseleleri hakkındaki görüşlerini de içeriyor.
Peter Oborne’un 2018’de Middle East Eye için kaleme aldığı yazıda, Jobson’un kitabında Kral III. Charles’ın Orta Doğu hakkındaki görüşleri ile ilgili kısımları özetleyerek anlatıyor. Yazıdan önce çıkan bölümleri paylaşıyoruz:
“Yetmiş Yaşında Charles: Düşünceleri, Umutları ve Hayalleri (Charles At Seventy: Thoughts, Hopes and Dreams) adlı kitabında yazar Robert Jobson, İngiliz kraliyet ailesinin en yaşlı ikinci üyesi olan Prens’in Batı’nın İslam’la ilişkisi ve Orta Doğu hakkındaki düşüncelerini ortaya koyuyor.
Kral Charles sahibi hakkında şu bilgiler açığa çıkıyor:
- Irak Savaşı’na karşı çıktı.
- Avrupa ülkelerindeki burka ve peçe yasaklarına karşı çıkıyor.
- Bakanlara artık Orta Doğu’ya silah satmak için kullanılmayı reddettiğini söyledi.
- Kur’an’ı inceliyor ve bölgedeki liderlere yazdığı mektupları Arapça imzalıyor.
- Hristiyanlığın İslam’dan bir şeyler öğrenebileceğini düşünüyor.
Jobson, Charles’ın “Körfez’deki Arap liderlerle olan kişisel ilişkilerini bölgenin yararına kullanma konusunda kararlı” olduğunu yazıyor.
Prens Charles’ın 70. doğum gününü kutladığı ay yayınlanan 300 sayfalık kitap, Jonathan Dimbleby’nın 1994’de yayımlanan Galler Prensi: Bir Biyografi (Prince of Wales: A Biography) adlı kitabından bu yana Prens’in düşünceleri üzerine yapılan en derinlemesine çalışma.
Kitap, resmî bir biyografi olmamasına rağmen, Prens’in ikametgahı Clarence House’un işbirliği ile yazılmış olması nedeniyle önemli.
Prens Charles ile birçok kez bir araya gelen Jobson, İngiliz medyasının yanı sıra NBC ve 7 Network kanalları için kraliyet ailesi hakkında yorumculuk yaptı. 2005 yılında Prens Charles’ın Camilla Parker Bowles ile evleneceği haberini ilk veren kişi oldu.
William’dan ‘barış elçisi olması istendi’
Kitapta Charles’ın Filistin meselesinde sağlanacak siyasi bir çözümün uluslararası terörizm sorununun sonlandırılması için çok önemli olduğuna inandığı belirtiliyor. Robson, Prens’in bu konudaki güçlü fikirlerinin onun “bir barış elçisi olmasını muhtemelen engellediğini” yazıyor.
Jobson, kitabında bir saray mensubunun kendisine şunları söylediğini aktarıyor: “[Charles’ın] defalarca şunu söylediğini duydum: ‘Zehri ortadan kaldırırsanız terörizmin nedenlerinin çoğunu da ortadan kaldırmış olursunuz’. Prens’in bu husustaki görüşlerinin temeli budur.
Charles’ın Orta Doğu’ya yönelik kuvvetli hisleri, 2018 yılında İsrail’e yapılan ilk kraliyet ziyaretinin kendisi tarafından değil de oğlu Prens William tarafından gerçekleştirilmesinin nedeni olabilir.
William bu ziyaret sırasında Başbakan Benjamin Netanyahu ile bir araya geldi. Ayrıca Batı Şeria’da Ramallah’ı ziyaret ederek Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüştü.
Ayrıca, “İsrail Cumhurbaşkanı, William’dan Filistin Başbakanına bir mesaj götürmesini isteyerek onun bir barış elçisi olarak hareket etmesini istedi”. Ancak İngiliz yetkililer “derhal devreye girerek bunun William’ın görevi olmadığı konusunda ısrar ettiler” ve William’ın “bölgenin siyasetinin içine çekilmesini” engellediler.
Prens Irak Savaşı sürecinde Blair’i ‘eleştirdi’
İngiliz kraliyet ailesi yasalar gereği siyasi konulardan uzak durmakla yükümlüdür. The Guardian gazetesinin Bilgi Edinme Özgürlüğü kapsamında yaptığı başvurular, Prens’in geçmişte hükümet bakanlarına tarım, silahlı kuvvetlerin bütçesi ve alternatif sağlık gibi konularda görüş bildirdiğini ortaya koydu.
Ancak Prens’in Orta Doğu ile ilgili önemli dış politika meseleleri hakkındaki düşünceleri hiçbir zaman bilinmemiştir.
Jobson, Charles’ın 2003 yılında ABD öncülüğünde gerçekleştirilen Irak işgaline şiddetle karşı çıktığını ve “dönemin başbakanı Tony Blair ile baş başayken ‘savaşla ilgili mümkün olan en şiddetli itirazlarını’ mutlaka dile getirmiş olduğundan kuşku duymadığını” yazıyor.
Jobson, Prens’in Blair’in işgale verdiği destek karşısında dehşete düştüğünü ve kral olsaydı buna karşı çıkmaya çalışabileceğini yazıyor.
Gerçekten de, “Prens’in Blair’e tavsiyesi, Charles’ın yıllar boyunca iyi çalışma ilişkileri kurduğu bölgedeki Arap liderlerin uyarılarına kulak vermesi olurdu”.
Bush yönetimi ‘dehşet vericiydi’
Jobson’a göre Prens’in Irak Savaşı’na karşı çıkması “sonradan gerçekleşmedi”. Charles, o dönemde iktidara karşı tavrını net bir şekilde ortaya koymuştu.
“Siyasi figürlere ve çevresindeki güvendiği kişilere Bush yönetimini ‘dehşet verici’ olarak nitelendirdiğini söyledi ve Blair’in basiretsizliği olarak gördüğü politikayı yerden yere vurdu. Blair’in Bush’un ‘fino köpeği’ gibi davrandığını düşünüyor ve bunu dile getiriyordu.
Prens ayrıca, kriz sırasında Arap kültürünün anlaşılmasında ciddi bir eksiklik olduğuna inanıyordu ki bu eksikliğin giderilmesi son derece önemliydi.
Jobson, Prens’in “Irak konusunda giderek daha fazla hayal kırıklığına uğradığını”, dönemin hükümetinin Ortadoğu’nun “aşiret bağlarının hüküm sürdüğü bir bölge” olduğunu neden kavrayamadığına anlam veremediğini ve “bölgede Batı tarzı demokrasi savunuculuğu yapmanın hem aptalca hem de beyhude bir çaba olduğunu düşündüğünü” yazıyor.
Jobson, Arap liderlerin Prens’e, Blair’in Bush ile bu kadar yakınlaşmasından ne kadar rahatsız olduklarını ve İngiltere’nin Irak konusunda “ABD’nin peşinde takılmasından” ne kadar “şaşkın ve üzgün olduklarını tekrar tekrar anlattıklarını yazıyor.
ABD yönetimine güvensizlik
Jobson şöyle yazıyor: “Kaynaklara göre Prens, hem Amerikalıların hem de Birleşik Krallık’taki yetkililerin savaş sonrası çözümleri ele alırken Arapların bakış açısını dikkate almamış ve Irak ve Irak’taki dini inançlar ile aşiret bağları hakkındaki bilgileri değerlendirmemiş olmalarının “kesinlikle olağanüstü” bir durum olduğunu öne sürüyordu.
“Prens, Arapların bakış açısını görmezden gelmenin ciddi bir hata olduğunu ve bu hatanın ‘şu anda yurtiçinde ve yurtdışında karşı karşıya olduğumuz şaşırtıcı derecede karışık vaziyet’ olarak tanımladığı duruma yol açtığını düşünüyordu.”
Prens’in Amerika’nın tutumundaki mantığı anlayamadığını belirten kaynak, Prens’in Irak toplumunda ihtiyaç duyulan pek çok devlet çalışanının dışlanmasına ve birçok insanın koalisyona düşmanlık beslemesine yol açan ‘çılgın’ Baasçılardan Arındırma politikasının [Saddam Hüseyin’in Baas partisine üye olan devlet çalışanlarının işten çıkarılması] tekrar gözden geçirilmesi gerektiğine inandığını söyledi.
Kaynağa göre “Charles, Bush’un bu görevi üstlenen ilk siyahi kadın olan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ı ve ABD’nin Orta Doğu konusundaki cehaletini aşağılayıcı bir dille eleştiriyordu. Prens, Dışişleri Bakanı Rice’ın bölgeyi ziyaret etmeye yönelik taleplere neden bu kadar direndiğine anlam veremiyordu.”
Jobson’a göre Charles’ın mevcut ABD yönetimine karşı duyduğu güvensizlik devam ediyor.
“Yalnızca ABD’nin tutarlı bir Orta Doğu politikasına sahip olmamasını eleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda iklim değişikliğiyle ilgili herhangi bir uluslararası sözleşmeye imza atmayı reddetmelerinden de derin endişe duyuyor.”
Kitap, Prens’in Kur’an okuduğunu yazıyor
Jobson’a göre Orta Doğu’ya yönelik politikalar hususunda kraliyet eleştirilerine maruz kalan tek Birleşik Krallık müttefiki ABD değil.
Jobson, Charles’ın Fransa ve Belçika’da Müslüman kadınların kamusal alanlarda yüzlerini burka ve nikap ile örtmelerine getirilen yasaklara karşı çıktığını ve bunları kadınlara suçlu muamelesi yapan “insan hakları ihlali” olarak gördüğünü yazıyor.
Prens ayrıca bakanlara, Körfez ülkeleri ile sahip olduğu güçlü bağlantıları artık İngiliz şirketleri adına Orta Doğu’da silah satmak için kullanmak istemediğini söyledi.
Kitap, Prens’in İslam ve Arap dünyası hakkındaki görüşlerini oldukça açık bir şekilde ortaya koyuyor ve İslam’a olan ilgisinin şimdiye kadar bilinenden daha derin olduğunu gösteriyor.
Jobson, Prens’in Kur’an okuduğunu, Arapça çalıştığını ve İslam’ı öğrendiğini yazıyor.
Jobson ayrıca Prens’in Körfez liderlerine yazdığı mektupları her zaman ismini bizzat Arapça yazarak imzaladığını, bunun da “diğer kültüre saygı göstermenin bir başka küçük işareti” olduğunu belirtiyor.
Jobson’a göre, İngiltere Kilisesi’nin müstakbel lideri “İslam’ın hepimize dünyayı kavrama ve yaşama biçimini öğretebileceğini düşünüyor ve Hristiyanlığın bunu ne yazık ki kaybettiği için daha yoksun olduğuna inanıyor”.
Prens aynı zamanda Musevilik üzerine de çalıştı ve eski hahambaşı Jonathan Sachs ile yakındı. Hem Museviliğin hem de İslam’ın Hristiyanlıkla “pek çok ortak noktası” olduğuna ve “geleceğin kesinlikle bu dinlerin kalbinde yatan evrensel gerçeklerin yeniden keşfedilmesinde yattığına” inanıyor.
Jobson, Charles’in bölgedeki bağlantılarıyla iyi çalışma ilişkilerine sahip olduğunu ve Körfez ülkeleri ile Orta Doğu’da saygı gördüğünü yazıyor.
Kitapta Prens’in dostları arasında “Katarlı es-Sani, Ürdünlü Haşimi ve Suudi Arabistanlı Suud aileleri mensuplarının yer aldığı ve bu kişilerin hepsinin Prens’i uzun yıllardır şahsen tanıdığı ve ona saygı duyduğu yazıyor.”