15 Nisan’da başlayan ve 29 Nisan’a kadar sürecek Yokoluş İsyanı eylemleri, İngiltere’de birinci haftasını doldurdu. Dünyanın başka ülkelerinde de eşzamanlı düzenlenen eylemlerde, Paskalya tatilini fırsat bilen göstericiler, Londra’da şehrin en işlek merkezleri olan Oxford Caddesi, Parlamento Meydanı, Marble Arch, Waterloo Köprüsü ve Piccaddily Circus’u trafiğe kapamalarının ardından pazar akşamı polis tarafından kapattıkları noktalardan zorla çıkarıldılar. Gösteriler, National History Museum (Ulusal Doğa Tarihi Müzesi) gibi kapalı mekanlarda (toplu ölüm numarası gibi) eylemlerle sürüyor.
Eylemlerin, 1 Mayıs’a dek uzaması halinde daha yoğun gösteri ve başkaldırı eylemlerine şüphesiz evrilebilirdi. Hareketin düşünce mimarlarının hareketi işçi sınıfı temelli eylemlerden ayırarak daha kapsamlı ve steril tutmak istedikleri anlaşılıyor. Yokoluş İsyanları, iklim felaketi üzerinden siyasetçilere ve hükümetlere acil hareket çağrısında bulunuyor ve karbon salınımını önleyici tedbirleri 2025 yılına kadar alacak radikal tedbirler talep ediyor. Bunu gerçekleştirmek için de Vatandaşlar Meclisi denilen denetçi bir oluşumla yönetime doğrudan katılmak istiyorlar. Muhalefetteki İşçi Partisi milletvekili Stelle Creasy, Çevre Bakanı Michael Gove’a eylemciler adına bir mektupla çağrıda bulunarak, Vatandaşlar Meclisinin kurulmasına geçit vermesini istedi.
Başkaldırı ve sokak hareketleri kapatılan yollar ve köprüler nedeniyle, Londra’da 700 bin kişinin ulaşımını sekteye uğrattı. Yer yer Shell petrol şirketi gibi çevre sorunları konusunda sorumlu görülen kurum ve işyerlerine saldırılar yapılsa da, harekette barışçıllık vurgusunu ön planda tutma çabası görüldü. Geçen Çarşamba günü tren seferlerini fiziken engellemek isteyen üç gösterici tutuklanarak mahkemeye sevk edildi. İsyan hareketinin en azından belli uzantılarının, anarşistler gibi şiddet potansiyeli taşımakla beraber gösteriler şiddeti reddeden bir duruşu sergilemekte kararlılık gösteriyor.
İklim meselesini gündeme alan, göstericilere her gün 4 bin yeni katılım gerçekleşirken, Yokoluş İsyanı websitesine her gün 50 bin yeni ziyaretçi ekleniyor. İngiliz şehir polisin geçen hafta 340 kişi tutukladığını haberleri gelse de bu rakamların gerçeği yansıttığı söylenemez. Birincisi, medyada yer alan tutuklama haberlerinin emniyet teşkilatının resmi açıklamaları değil. Polis, olaylar devam ederken operasyon kapsamıyla tutuklu sayısını bildirmiyor. İkincisi, Londra’da 799 polis nezareti olduğu ve kapasite şimdiden dolduğu için, çevre şehirlere tutukluların gönderildiği haberleri tutuklamaları rapor eden gönüllü gözlemciler tarafından servis ediliyor. Üçüncü ve en önemli polis taktiği ise polis karga tulumba kilit caddeleri bloke eden göstericilerin, gözden uzaklaştıktan sonra ellerine bir tutanak vererek serbest bırakılmaları. Londra’nın Piccadily Meydanı, Waterloo Köprüsü, Oxford Caddesi ve Parlamento meydanını bunu toplu alanlardaki göstericilere gözdağı vermek adına yaptıkları kadar, göstericilerin ‘beni de tutukla’ diye adeta tutuklanmaya can atan kitlenin enerjisini söndürmek için de yapıyorlar. Tutuklanmak için öne atılan Vicdani Muhafızlar tutuklamak yerine, göstericilerin en zayıf halkalarını oluşturan, yaşlı ve kadınları tutuklaması dikkat çekiyor. Tutuklamalarda, gösteri mahallinin hemen daima tam merkezini hedef alan polisler, göstericileri profillerine bakarak tutuklamak yerine tam merkezden temizlik yaparak, daha uzun soluklu eylem koymak isteyen göstericileri bilinçaltı olarak dışa doğru püskürtme amacı taşıdıkları görüldü.
Özellikle parlamento meydanında, hükümet ve başbakanlık rezidansına yakın olması nedeniyle de göstericileri dağıtmak için özel timin devreye girmesi İçişleri Bakanı Said Cavit’in daha sert polis müdahalenin önünü açma kararlığının yerel bir provasıydı. Yine de, kitle iletişimini kaybetmemesi hatta kitlesel katılımın dev boyutlara ulaşmayacağının anlaşılmasından sonra paniksiz ama etkin kontrol aşamasına geçmesi, İngiliz polis teşkilatı adına iyi kareografili bir reklama dönüştüğü bile söylenebilir.
Hızını alamayıp empatiyi göstericilerle dans etmeye döküp, uyarı alan polisler de var. Her polis gözaltında bir hukuk gözetimcisinin not tutması, Avrupa insan haklarına saygı ve 1994 ve 1986 tarihli Polis Salahiyet ve Gösteri kanunlarının esnek kullanılması çağrısı, dosta düşmana İngilizlerin demokrasi kültürüne ilişkin mesajlar vermeye kurulu. İngiliz polisinin bu şekerpare tavrı şüphesiz aldatıcı ve standart polis tavrı değil. Sri Lanka saldırılarından önce dünyanın ilgisinin artan şekilde eylemlere odaklandığını bilen hem teşkilatı hem de eylemciler bunu lehlerine iyi kullandılar.
Bir haftalık gösterilerin şu ana kadarki bilançosu ise Pazartesi günü yapılan son açıklama ile 1000’den fazla tutuklama ve 53 mahkeme kararıyla hapis cezası olarak açıklandı.
Göstericiler Ne İstiyorlar
İklim değişikliği karşıtları, çevreci örgütlerden oluşuyor. Sosyalist, anarşist gibi tabandaki renkleri öne çıkarmadan yeni sembol ve söylemlerle ortaya çıkan hareket tabanında olarak Z kuşak gençleri bulunuyor. Kurucusu 20 yıldır organik tarımla uğrasan Roger Hallam. Hareket, hiyerarşik örgütlenmeyi kabul etmediği için, karbon salınımını engellemek için insanlığın önünde sadece yedi yıl kaldığını söyleyen Hallam, hareketin önderi gibi görmüyor kendini.
1) Hareketin içinde çiçek çocukları ve hippiler yerine, hippilerin çocukları diyebileceğimiz, bebek patlaması kuşağından katılımcılar var. Hristiyanlıktaki gibi sonsuz sevgi vurgusuna rağmen, gösterilerde din bir referans değil. Bir vurgu varsa da, bu semitik ve kurumsal dinlere ait değil. (Eylemlerde ağırlık yerli İngiliz ve beyazlar ancak az da olsa müslümanların da eylemlerde yer aldığı görülüyor)
Y ve Z kuşağının için hayatlarında belki ilk eylemleri. Bu Glastonbury’de kamp kuran müzik fanları gibi festival olarak görenler var, bazıları için ise Budistlerin hara krişna ayin müzikleriyle çınlıyor sokaklar. Polise karşı aktif direnmeyen ve meydanları tutmak dışında pasif tavır takınan hareket, savaş karşıtlığı gibi protestolarda görülen eylem biçimine sahip değil. İki haftaya yayılan uzun solukluluğu ile ise farklılık yaratıyor. Çevre duyarlılığı gibi genel bir gündem yerine karbon salınımının kontrol altına alınması gibi tikel ama iyi tarif edilmiş başlıklar öne çıkıyor gösterilerde. Karbon salınımının tartışmalı bir mesele olduğunu söyleyenler ile ‘Derin Ekolojik’ hareket gibi daha sofistike çevre duyarlılığına sahip gruplar arasında, Yokoluş İsyan hareketine dudak bükenler az değil. Yine de Greenpeace veya nükleer enerji karşıtları gibi aktivistlerin harekete esaslı bir olgunluk katarak merkezi tuttukları görülüyor. Genel olarak, sınırları gevşek tutulmuş bu hareket, Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketinden temelli bir noktada ayrılıyor. Fransa’daki eylemlerde ekonomik etkenler can yakıcı şekilde öne çıkarken, İngiltere’deki çevreci eylemler bir sınıfsal ortaklık gösterse de, ekonomik kaygılarla sokağa çıkmış değil. İlginç bir nokta, ilk olarak Sarı Yelekliler eylemlerinden sadece birkaç gün önce 17 Kasım 2018’de start almıştı, Yokoluş İsyan eylemleri. Her iki eylemde, 24. haftaya girilirken her iki eylem henüz sokak hakimiyetlerini kaybetmiş değil.
2) Yokoluş isyanlarının çevreci duyarlılıklarının naif sayılabilecek özellikleri olmakla beraber, insani kıyımları ve aşikar zulümler gibi can yakıcı konuları ıskaladıkları eleştirisi yöneltilebilir. Hele hele ‘insanlığın kıyameti geldi, biz artık son kuşaklarız’ gibi tabuta son çivi senaryolarından başka yaklaşımlara kapalı bir çekirdek kitlesi var. Bu tükeniş söylemine, nihilistçe bir hiçliğe depar anlamında mı önem atfettikleri yoksa iklim felaketinin artık hafife alınır yanının kalmadığına mı dikkat mi çekiyorlar sorusuna felsefeci Slavoj Žižek’in şöyle cevap veriyor: ‘Çevre felaketi gerçektir, felaket kapıdadır ve buna kuşku yok’.
İklim meselesi dışında gündem tanımamaları çevre dayatmacı bir hegemonyaya kendini hapsetme riski var, Yokoluş İsyanı hareketinde. Çevreciliğe kilitlenmiş bu protestolarda sosyalist-komünist unsurlar bastırılmış durumda. Sol unsurlar, bu hareket için tıpkı Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketine işçi sendikalarının katılım kararı almamaları gibi daha dış halkalarda ve cılız pozisyonda yer aldıkları rahatlıkla öne sürülebilir.
Hareketin her şeye rağmen İngiltere’ye özgü tonlar taşıdığı, modern yaşamdan artık sıkıldığı anlaşılan insanların, toprağa yakın yaşamak, yeşili korumak gibi bir duyarlılık gösterdiklerini söylemek yanlış olmaz. Maddiyatçılık karşıtı veya maddiyatçılık sonrası olarak adlandırılabilecek bu eğilimler gelişmiş ülkelerde, ‘doğal olana dönüşü’ çağırmakta. Gelişmekte olan ülkeler, -Türkiye, Çin de bunlar arasında gösterilebilir- hızlı bir kalkınma devinimi içinde olduklarından, çevresel duyarlılık çağrıları daha afaki kalacak gibi gözüküyor. Batı toplumlarının sanayi sonrası varoluşsal krizi ile de içiçe geçmiş çevreci tepkiler ise ne kadar artarsa merkezde yer açma şansı o nispette artacaktır. Kapitalist düzenin beşiğinin beton ve gökdelenleri arasında, ‘bir avuç gökyüzü’ haykırışı ile doğaya sarılan İngiliz halkının çevre hasar bilançosuna duyarlılık, yine de ne İngiliz halkıyla ile ne de batıyla sınırlı değil. Yokoluş hareketi web sitesine İngiltere dışından giren ziyaretçi oranının yüzde 30 olduğuna bakılırsa, hareketin etki alanı cirminin epey üstünde. Eğer bu yaklaşımımızda haklılık payı varsa, İngiltere’de çevre ve iklim duyarlılığına çağrı yapan eylemler içe büzülmek yerine daha geniş halkalar halinde büyüme istidadına sahipler. Burada soruyu sorma biçimi bu tür kitlesel kaygıların asıl yönünü görmek adına belirleyici olabilir: Varoluşsal bir sorun olarak mı çevre sorunu yoksa çevresel sorunların yokediciliği sorunu mu?