İngiltere tarihinin 2. kadın başbakanı olacak Theresa May, referandumda Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma (Brexit) kararının çıkmasının ardından çalkantılı bir sürece giren ülkede "güven" ve "istikrar" ihtiyacını şimdilik karşılamış görünüyor.
May, iktidardaki Muhafazakar Partinin yeni lideri olarak görevi bugün David Cameron'dan devralacak ve İngiltere tarihinde Margaret Thatcher’dan sonra 2. kadın başbakan olacak.
Çalışma arkadaşlarının sert mizacı, otoriter tutumu nedeniyle "Buz kraliçe" dedikleri May, "siyasi güvenilirlik" ve "soğukkanlılık" timsali olarak gösteriliyor.
23 Haziran'da yapılan AB referandumun ardından Avrupa ülkeleri ile ilişkilerin geleceğindeki belirsizlik ve Başbakan Cameron’ın görevden ayrılacağını ilan etmesinin doğurduğu iktidar boşluğu, etkisini öncelikle İngiliz para biriminde göstermişti. Hızla son 30 yılın en düşük değerine gerileyen İngiliz Sterlini, ülke ekonomisiyle ilgili en kötü senaryoları hiç olmadığı kadar gerçeğe yakın hale getirdi.
May’in pazartesi günü itibariyle kesinleşen başbakanlığı da etkisini öncelikle sterlin üzerinde gösterdi ve para birimi sınırlı da olsa yükselişe geçti.
Bir gazetenin attığı "Theresa May sıkıcı ve güvenilir. İngiltere’nin ihtiyacı olan da belki bu" başlığı, ülkenin içinden geçtiği çalkantılı dönemi ve yeni başbakandan beklentiyi özetliyor.
"Felsefem konuşmak değil, yapmak." diyen May, siyasetin bir "oyun" olarak görülmesine karşı. May siyaseti ne kadar ciddiye aldığını, "Aldığımız kararlar insanların hayatını etkiliyor ve bu daima aklımızda tutmamız gereken bir şey." sözleriyle ifade ediyor.
Din adamı kızı, asker torunu
Kendisini tanıtırken bir din adamının kızı ve bir asker torunu olduğunun altını çizen Theresa May, "Kamu hizmeti her zaman hayatımın bir parçası olageldi." diyor.
İngiltere’de siyaset sahnesini yeniden düzenleyen AB referandumu sürecinde May, Cameron’a sadık kalarak ülkenin birlik içinde kalmasından yana tutum aldı. Ancak May, kampanya sürecinde aktif bir rol oynamaktan da kaçındı.
Başta göçmen sorunu ve Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu olmak üzere, kilit konulardaki görüşleri AB karşıtı siyasetçilerle örtüşen May’e, kabinedeki "Gizli Brexitçi" gözüyle bakıldı. Bu nedenle May’in başbakanlığı, AB ile yollarını ayırmaya hazırlanan ülkedeki AB karşıtlarının da önemli bir kesiminin desteğini almış durumda.
Her pazar kiliseye gidecek kadar dindar, tiryakisi olduğu Earl Grey çayı çantasında taşıyarak işini hiçbir yerde şansa bırakmayacak kadar tedbirli olan Theresa May'i, mesai arkadaşları bakanlık kariyerinde detaylara gösterdiği "mikroskobik dikkat" ile tarif ediyor. Ancak May'in bu "dikkatle" ve bir bakan olarak geliştirdiği politikalar herkesi memnun etmiş değil.
Başarıları, başarısızlıkları
İçişleri Bakanlığı sırasında ülkede büyük bir terör olayı yaşanmamış olması ve suç oranlarındaki düşüş May’in başarı hanesinde yer alırken, yılda ortalama 300 bin düzeyinde olan net göçü 100 binin altına indirme vaadini yerine getirememiş olması başarısızlıkları arasında gösteriliyor.
May’in "başarı hanesinde" gösterilen bir icraatı da Ebu Katada olarak bilinen ve radikal görüşleriyle tanınan Ürdün vatandaşı Ömer Mahmut Osman’ı 2013’te sınır dışı etmesi.
2001'den itibaren çeşitli suçlamalarla birçok kez tutuklanan ve serbest kalan Ebu Katada lehine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği kararlar, May'in bu kuruma karşı tepkisinin önemli nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. May başbakanlığındaki İngiltere'nin, AB'den ayrılmanın yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonundan imzasını çekmesi muhtemel.
May, "İslami aşırılık" diye tanımladığı sorunla mücadeleye yönelik uygulamaya soktuğu önleme programı ile de insan hakları örgütlerinin tepkisi çekti. Öğretmenlerden öğrencilerinin şüpheli görüş ve davranışlarını polise ihbar etmelerinin istendiği programa, sendikalar, öğretmenleri "gizli ajana" çevirdiği gerekçesiyle tepki gösterdi. Program kapsamında yapılan ihbarların yüzde 90'ından fazlasının komik derecede temelsiz olduğu ortaya çıktı.
May, "buz kraliçe" lakabını hak ettiğini, Avrupa'da 2015 yılına damga vuran sığınmacı krizi sırasında da gösterdi. İngiltere'nin 4 yılda 20 bin sığınmacıyı, o da kamplardan seçmek koşuluyla kabulünü öngören politikanın en katı savunucusu oldu. Fransa'daki Calais kampında 3 bin çocuk sığınmacı alınmasına da şiddetle karşı çıktı.
İngiliz basını polis teşkilatındaki yolsuzluklarla mücadelesini ve polisin üst arama yetkilerini kısıtlamasını övse de, yeni başbakan May, güvenlik birimlerinin servislerinin özel hayatları izleme yetkisini genişleten içişleri bakanı olarak da tarihe geçmiş durumda.
AB müzakereleri
Başbakan May’in bekleyen en önemli görev, Lizbon Anlaşmasının 50. maddesinin işletilmesiyle başlayacak olan AB ile ayrılık koşullarının müzakeresi olacak.
AB’den ayrılma kararının kesinlikle uygulanacağını her vesileyle vurgulayan May, İngiltere ile AB arasında mal ve hizmet alışverişini sürdürürken, göçü kontrol altına alacak bir anlaşma sağlamaya çalışacağını açıkladı. Ancak May'in en hassas olduğu göç ve serbest dolaşım konusunda bir taviz vermeden, mal ve hizmet ticareti alanında hayal ettiği ideal anlaşmayı AB'den almasının ne kadar mümkün olacağı tartışmalı.
Nefret suçları arttı
Referandum, yüzde 52’ye yüzde 48 şeklindeki oy dağılımıyla ülkeyi tam ortadan ikiye bölmüş durumda. Aşırı sağ hareketler yüzde 52’lik çoğunluğu kendi oy potansiyelleri olarak görürken, ülkede yabancılara ve azınlıklara yönelik nefret suçlarında artış yaşanıyor. Polisin istatistiklerine göre ülkede nefret suçları son 2 hafta içinde yüzde 45 oranında arttı.
Yeni başbakanın bir önceliği de referandum sürecinde bölünen Muhafazakar Partiyi yeniden birleştirmek olacak. May, Cameron’ın başını çektiği AB yanlıları ile eski Londra Belediye Başkanı Boris Johnson’ın başını çektiği AB karşıtlarını parti çatısı altında bir arada tutacak ideal isim olarak gösteriliyor. Bu konuda ne kadar başarılı olacağı da bu hafta açıklayacağı yeni bakanlar kurulu listesiyle görülecek.
AA