Taha Kılınç / Yeni Şafak
Sistemin içinde kalmak
Brookwood Mezarlığı’ndan Londra’ya doğru devam ederken Woking tarafına döndük. Az sonra, etrafı yeşilliklerle çevrili, güzel bir bahçe içinde arz-ı endam eden Şah Cihan Camii’ndeydik. İngiltere’de cami olarak yapılan ilk bina burası. İbadete açılış tarihi 1889.
Şah Cihan Camii’nin her açıdan dikkat çekici bir öyküsü var:
İslâm coğrafyasına yaptığı uzun seyahatler sırasında “Abdurreşid Seyyâh” unvanını kullanan Macar asıllı İngiliz Yahudi oryantalist Gottlieb Wilhelm Leitner (1840-1899), küçük yaşlarından itibaren Türkçe, Arapça ve Urduca başta olmak üzere çok sayıda dili mükemmel biçimde öğrendikten sonra, Britanya Hindistanı’nda çalışmalarda bulunmuş. Lahor’da kaldığı dönemde İslâm tarihine ve Müslümanlara dair kitaplar kaleme alan Leitner, 1880’lerin başından itibaren akademik ve ilmî çalışmalarını Londra’da sürdürmüş. 1884’de Woking’deki bir binayı satın alarak Doğu Enstitüsü’nü kuran Leitner, burada İslâm dünyasıyla alakalı eğitimler vermeye başlamış. Leitner aynı dönemde Brookwood Mezarlığı’nda Müslümanlar için özel bir bölüm tahsis edilmesini sağlarken, enstitüsündeki Müslüman öğrencilere bir de cami yaptırmak için kolları sıvamış.
Woking’de sakin bir köşe caminin yeri için ayrılmış, Leitner de tanıdığı önemli isimlere finans için başvurmaya başlamış. Nihayet Hindistan’ın Bopal (bugün Madya Pradeş eyaletinin başkenti) bölgesinin Müslüman kadın hükümdarı Şah Cihan Begüm (1838-1901), caminin inşaatı için gerekli miktarı cömert biçimde bağışlamış. Hindistan’dan gelen paralarla hızlı bir şekilde tamamlanan cami Şah Cihan Begüm’ün adını almış.
Öğle namazımızı Şah Cihan Camii’nde eda ederken, Osmanlı İmparatorluğu’nun henüz ayakta olduğu o dönemin şartlarını düşündüm:
Kraliçe Victoria’nın başında bulunduğu “üzerinde güneş batmayan” Büyük Britanya İmparatorluğu, hâkim olduğu topraklarda milyonlarca Müslümanı idare ediyordu. Dünya çapına yayılan bir imparatorluğu sorunsuz yönetmenin ancak tebaayı memnun etmekten geçtiğini çok erken anlayan İngiliz aklı, İslâm’la ve Müslümanlarla ilişkilerini “kontrollü özgürlük” mantığıyla kurmuştu. İmparatorluğun dört bir yanında camiler, mescitler ve medreseler açılıyor; Müslüman tebaa böylece dinini özgür biçimde yaşarken ve bunun için Kral’a / Kraliçe’ye minnet duyarken, Britanya sistemi içinde kalarak imparatorluğun bekasına hizmet ediyordu.
(Yanı başında Müslüman bir sekreter –Muhammed Abdulkerim– istihdam edecek kadar İslâm’la arasını sıkı tutan Kraliçe Victoria’nın, Osmanlı hükümetiyle temasa geçerek, Güney Afrikalı Müslümanların dinî eğitimi için 1862’de Ebubekir Efendi’nin Cape Town’a gönderilmesini sağlaması da bu bağlamda önemli bir örnektir.)
İngilizlerin kendi siyasî ve ekonomik menfaatleri çerçevesinde üst üste adımlar attıkları bir zaman dilimde, Cezayir’i sömürge yönetimi altına alan Fransızların sergilediği hoyratlık ve düşmanlık ise düşündürücüdür. İngiltere topraklarında Şah Cihan Camii’nin ibadete açılmasıyla aynı dönemde, Fransız işgalciler Cezayir’in tarihî camilerini yıkıyor veya kiliseye çeviriyordu. Osmanlı’dan kalma meşhur Keçiova Camii’nin daha sömürge yönetiminin ilk zamanında kiliseye dönüştürülmesi, daha sonra ise tamamen yıkılarak yerine bir Katolik katedralinin dikilmesi, Cezayirlilerin şuuraltında Fransa’ya karşı duyulan öfke ve nefretin somutlaşmasına yol açmıştı.
Londra’da çeşitli vakit namazları için yolumun düştüğü bütün camilerde, yukarıda sözünü ettiğim “kontrollü özgürlüğü” gördüm hep. Fransa
bugün hâlâ “laik histeri” ile İslâm düşmanlığının kalelerinden biriyken, Londra ve bütün İngiltere, İslâm’a ve Müslümanlara kucak açmış görünüyordu.
Sadece camiler de değil üstelik: Dileyenlere faizsiz bankacılık seçenekleri sunuluyor, helal gıda ve restoranlar her yerde bulunabiliyor, örgütlenme ve İslâmî davet çalışmaları için Müslümanlara geniş bir alan bırakılıyordu. İsrail’i tel’in ve Filistin’i destekleme eylemleri serbestçe yapılabiliyor, üniversitelerde Siyonizm’i protesto için sabit stantlar kurulabiliyordu. Tüm bunların hepsi “kontrollü özgürlük” sınırları içindeydi. Ve elbette, Müslümanların genelini İngiliz sistemi içinde sadık ve uysal vatandaşlara dönüştürüyordu. İngiliz devlet aklı açısından, bu manzaranın kazanımı büyüktü: Problem yaşamayan tebaa, sistem için alternatif arayışlarına da girişmiyor, çarklar usul usul dönmeye devam ediyordu.
Cumartesi yazısında, Oxford İslâmî Araştırmalar Merkezi bağlamında, İngiliz sistemini konuşmaya devam edelim.