Dinin odak noktasında inanç esasları vardır.
Toplumsal düzen de bir inanç; varlık ve hayat anlayışı, değerler ve idealler dizisi üzerinde temellenir. Temellerin muhkem oluşu da bir toplumun medeniyet inşa etmesine ve tarihe yön vermesine zemin hazırlar.
Her atılım, muhkem bir zemin ister. Sıçrayabilmek için önce ayağın sağlam bir zemine basması gerekir. İnançlar, değerler ve ilkeler manzumesi, bir toplum için bu zemini oluşturur. Batı’nın karanlık çağında, Müslümanların bir dünya medeniyeti inşa etmeleri de ilk olarak bununla açıklanabilir. İslam’ın ilk devrinde, fetih hareketleri yanında çeşitli İslam ilimlerinin, kendi özgünlüğü, metodolojisi ve terminolojisi ile teşekkül ettiği görülür. Bundan önce Araplarda ilim yoktu. O dönemde;
- Kabileler arasında vuku bulan savaşları, destansı bir şekilde konu edinen eyyâmü’l-Arab;
- Yıldızların insanları ve olayları etkilediği inancına dayanan, yıldızlara bakarak geleceği çıkarsamaya çalışan; eski ama bugün de bazı çevrelerde kabul gören, “ilm-i ahkâm-ı nücûm” adı verilen söz de ilim dalı yani astroloji;
- İnsanların fiziksel özelliklerine bakarak neseplerini saptama anlamında ilmü’l-kıyâfe,
- Şiir ve şiirsel anlatı
- -Sistematik kayıtlar olmaksızın- insanların şecere ve nesepleriyle ilgili bilgiler (ilmü'l-ensab) vb. söz konusu idi.
Ancak, gerçek birer ilim olarak
- Dil bilimlerinin (sarf, nahiv, lügat ve belâğat),
- Alet ilimlerinin (felsefe ve mantık),
- İslam ilimlerinin (kelam, fıkıh ve hadis ve bunlara bağlı diğer ilimlerin),
- Hadis ilminin metodolojisini kısmen kullanarak, rivayetlerin senedini vermek suretiyle gelişen İslam tarih ilminin, dinler ve mezhepler tarihi ilimlerinin ortaya çıkışı, İslam’ın gelişinden sonra ilk üç-dört asırda olmuştur.
İslam’ın tüm dünyaya hızla yayıldığı bu devirde, Müslümanların yalnızca askerî üstünlüğü değil aynı zamanda inanç, fikir ve ilim üstünlüğü de vardı.
Makedonyalı İskender’in dünyayı istilası ya da Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın İslam dünyasını işgali ile İslam medeniyetinin yükselişi arasındaki temel farklılık buradadır. İşgal için asker sayısı, silah donanımı, taktik ve strateji yeterlidir. Yağma için askere sadece gün vermeniz yeterlidir. Faşizm ve barbarlık için kuvve-i gadabiyye ve bencillik yeterlidir. Sömürü için şeytanî zekâ ve güç yeterlidir. Ama medeniyet için bunlar yeterli değildir. Aksine, medeniyet, kuvve-i gadabiyye’yi akıl ve vicdan ile dengelemeyi; kuvve-i gadabiyye’nin ifrat tezahürlerinden olan saldırganlığı, kuvve-i şeheviye’nin ifrat tezahürlerinden olan bencilliği dizginlemeyi gerektirir. Bencillik ve onun süblime edilmiş şekli olan faşizm yerine her insanda insan onurunu görmeyi gerektirir. Sömürü yerine insanı yaşatmayı gerektirir. Tüm bunlar, akıl ve hikmet eseridir. Belirtelim ki akılda da hikmette de [aşırılık ve sapmadan] engelleme ve kontrol anlamı vardır. İnsan, akıl ve ilimle aşırılıkları aşar; adil ve vasat [dengede] olana ulaşır. Burada ilim derken, bunun odağında vahiy vardır. Vahiy yoluyla Yüce Allah, insana hem bazı temel hakikatleri ve değerler bilgisini hazır olarak sunar hem de iyiye ve doğruya ulaşma noktasında insanoğlunu yönlendirir. Onu doğruyu, iyiyi, adaleti keşfetme ve tesis etme noktasında motive eder ve zihnen hazırlar.
İşte İslam’ın ilk devirlerinde, Müslümanlar, bu motivasyon ve yönlendirme ile çeşitli ilimlerin temellerini attılar, bir medeniyetin zihniyetini vahyin kılavuzluğunda inşa etmeye çalıştılar, diğer yandan da farklı kültür ve geleneklerle karşılaşmaktan çekinmediler. İslam, dışa açık bir kentte doğmuştu, Müslümanlar da asla kapalı bir toplum olmadılar; dünyanın farklı ilim ve fikir mirasına karşı “açık” oldular. Farklı kültürlerden de gelse İslam’ın temellerine aykırı olmadıkça yeni ilim, hikmet ve fikirleri almaktan çekinmediler. Bunu yaparken, eskiyi taklitin ya da ekzotik olanı taklitin dar kalıplarına sıkışmadılar. Taklit yerine tahkiki, temel yaptılar. Örneğin, kelam âlimleri, ilk çağ yunan felsefesinden yararlandılar. Ama ilk çağ yunan mitolojisine ve çarpık inançlarına iltifat etmediler. Öyle ki bunlara değinmediler bile… Eski İran’ın kültüründeki dualist inançlara, eski Hint dinlerindeki panenteist inançlara da yer vermediler. Tüm özgünlüğüyle İslam ilimleri böyle doğdu. Kelam, tahkiki kendine konu ve gaye yapmakla öncülük görevi gördü. Başından itibaren kelam ilmi, İslam inanç esaslarını, delilleri ile konu etti, delilleri tartıştı, delillerle tartıştı ve delillendirmeler yaptı. Aklî delillere de başvurdu naklî delillere de başvurdu, bazen de bu ikisini birleştirdi.
İslam’ın üstünlüğünü ve güzelliğini, ilmen ve fikren temellendirdi. İlim, fikir, ideal ve hareket alanındaki üstünlüğünü teyit etti.
Ancak, Müslümanlarda zamanla bir rehavet oluştu. Bu en çok da tahkik ilminin, amacına aykırı biçimde, taklite dönüşmesiyle tebarüz etti.