Milliyet’te Devrim Sevimay’ın hazırladığı Kürt sorunuyla ilgili ‘Türkiye kendi modelini arıyor’ yazı-haber dizisini takip ediyor musunuz bilmiyorum. Ben bu dizinin uzun yıllardır Kürt sorunu konusunda yapılmış en iyi soruşturmalardan biri olduğunu düşünüyorum.
Devrim Sevimay’ın ve Milliyet’in 10 sorusuna cevap verenlerden biri de, Demokratik Toplum Partisi Meclis Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş’tı. Onun sözlerini okurken kafamda bir ışık yandı, o sayfayı bir kenara sakladım. Derken dün, Abdulah Öcalan’ın avukatlarından Ömer Güneş’in sözlerini de okuyunca kafamdaki belli belirsiz resim şekillenmeye başladı.
Bunun üzerine dün bir dizi telefon konuşması yaptım ve aklımdaki son şüphe kırıntılarını da giderdim.
Biliyorsunuz, bir beklenti oluştu, halen İmralı’da ömür boyu hapis cezasını çekmekte olan Abdullah Öcalan’ın 15 Ağustos’ta, yani iki gün sonra Kürt sorununun çözümü konusunda kendi önerilerini açıklayacağı söyleniyor. Tabii bu sorunun konuşulduğu her köşe başında da Öcalan’ın ne diyeceğiyle ilgili türlü çeşitli spekülasyonlar yapılıyor.
Hükümetin bir ‘Kürt açılımı’na hazırlandığı, iktidarla muhalefet arasında bu açılımın olası içeriğine ve açılım sırasında olacağından şüphelenilen müzakere sürecinin doğasına ilişkin bir hayli sert bir tartışma devam ediyor.
Bazı siyasiler, Öcalan’ın 15 Ağustos’ta yapacağı söylenen açıklamayı kastederek, ‘Müzakereyi hükümet bizimle değil İmralı ile yapsın’ bile diyorlar. Bu kavgalar içinde Milliyetçi Hareket Partisi kendisini peşinen sürecin dışında bıraktı ve sürece tümüyle karşı olduğunu ilan etti. Tutumu tam anlaşılamayan parti ise Cumhuriyet Halk Partisi. Onun da lideri Deniz Baykal, bütün o laf kalabalığının içinde kendince iki tane kırmızı çizgi belirledi. Bunlardan biri, Kürt kimliğinin Anayasa’ya girmesiyle, ikincisi ise milli eğitime etnik konuların dahil edilmesiyle ilgili. (İkinciden ne kastettiğini tam anlamadığımı daha önce de yazdım.)
Biz soruna ‘Kürt sorunu’ adını veriyoruz ama sorundan mustarip olan Kürtlerin, onların siyasi temsilcilerinin ve 25 yıldır terör eylemlerine devam eden PKK’nın bu sorunu nasıl tanımladığını, dolayısıyla nasıl bir çözüm peşinde koştuğunu bilmiyoruz.
PKK, ilk olarak tipik bir Marksist-Leninist kır gerillası örgütü olarak ortaya çıktı. Milliyetçilik dozu düşüktü. Sonra zaman içinde Kürt milliyetçisi bir örgüte dönüştü ve ayrılıkçı emeller peşinde koştu.
1999 yılında Abdullah Öcalan yakalanıp mahkeme önüne çıkarıldığında, bağımsız Kürt devletinden hiç söz etmedi, onun yerine ‘Demokratik Konfederasyon’ dedi. Yani, bir Kürt devleti kurulacak, Türk devletiyle birlikte bir konfederasyon oluşturacaktı.
Sonra oradan ‘Demokratik Cumhuriyet’e geldik. Bunda da, siyasi hedef olarak konfederasyondan vazgeçilmişti ama adı konmamış bir federal yapı isteniyordu. Bölgesel parlamentodan, bölgesel bayraktan, bölgesel polis gücünden vs. söz ediliyordu.
Daha sonra ‘Demokratik Cumhuriyet’ kavramı kullanılsa bile içeriği değişti. Kürtlerin asli kurucu unsur olarak Anayasa’da yer almasından, federal bir yapı olmasa da illerde daha özerk yerel siyasi yapılardan vs. söz edilir oldu.
Fakat daha birkaç gün önce DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş’ın Milliyet’te çıkan sözleri bu taleplerin yeniden bir revizyona tabi tutulduğunun ilk işaretiydi. Şöyle diyordu Demirtaş: “Anayasa’da sadece Kürtler için özel düzenlemeler yapmak mümkün ve doğru değildir. Örneğin, anadilde eğitim hakkı olacak, ama bu arzu eden her etnik kesim için olacak. Özerk yerel yönetimler sadece Kürtlere tanınmış bir hak olmak yerine Türkiye’nin tamamında uygulanmak üzere hayata geçirilmiş bir idari model olmalı. Bu düzenlemelerin tamamı bir yandan Türkiye’nin ihtiyacı olan demokratik cumhuriyetin esaslarını oluştururken, öte yandan Kürt sorununun çözümüne de ortam sağlayacaktır.”
Gelin bir de Öcalan’ın avukatı Ömer Güneş’e kulak verelim aynı konuda:
“Anayasa’da etnik aidiyet vurgusu yerine, devletin tüm etnisitelere eşit mesafede olması, devletin nötr kalması daha çok önemsenmelidir. Anayasa, sadece Türklerin ve Kürtlerin değil, bütün kültürlerin kendisini ifade etmesine cevaz vermelidir. Türkçe resmi dil olmalı, ama Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı yerlerde kendi anadillerinde eğitim hakkı da mutlaka güvenceye alınmalıdır. Bireysel-kolektif haklar tartışması yüzeysel bir tartışmadır. Kültürel ve toplumsal içerikli bireysel haklar kavramı Fransa’nın Korsika’daki uygulamalarında geliştirdiği bir kavramdır. Ancak, Fransa dahi bu kavramı sürdürülebilir bir durum olmadığı için terk etmek zorunda kalmış, kolektif hakların kullanımını sağlamıştır.”
Ben dün sabah bu sözleri de okuyunca aldım telefonu elime ve kendimce ‘ilgili’ kişileri aramaya başladım. Aslında Öcalan’ın avukatları hariç hiç kimse onun 15 Ağustos’ta (veya her ne zamansa) ne söyleyeceğini tam olarak bilmiyor. Ancak bazı genel ve kritik konular var ki, bunlar öngörülebiliyor.
İşte bu öngörülebilir konulardan biri de, Kürt sorununun çözümüne ilişkin nihai siyasi talepler. O siyasi talepler de, yukarıdaki iki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, artık hükümetin veya parlamentonun yerine getiremeyeceği talepler olmaktan çıkmış durumda.
Tek tek gidelim:
1. Ayrılıkçılık talebi ortadan kalktı; 2. Konfederasyon veya federasyon gibi ayrı ve özerk idari yapılar talebi de yok; 3. Anayasa’nın değişip etnik kimlikleri ‘kurucu unsur’ olarak göstermesi istenmiyor; 4. Bu anlamda Anayasal vatandaşlık ve eşit yurttaşlık ilkesi kabul ediliyor, özel muamele istenmiyor; 5. Çözümün demokratik standartların ve insan hakları standartlarının Batı Avrupa seviyesine getirilmesinde olduğu söyleniyor; 6. Ak Parti’nin daha önce yapmak istediği ama Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilince rafa kaldırdığı kamu yönetimi reform kanununun biraz daha geliştirilmiş hali talep ediliyor.
İmralı’nın geldiği son nokta kabaca böyle.
RADİKAL