İmparatorluğun Afgan parasını çalması şaşırtıcı değil

Washington'un 11 Eylül kurbanlarına Afganistan’a ait fonlardan para verme kararı, Afganistan'daki sömürge girişiminin devam ettiğini kanıtlıyor.

Fatih Demir-HAKSÖZ HABER

Sahar Ghumkhor ile Anila Daulatzai’nin Al Jazeera’da yayımlanan makalesi, ABD’nin sömürgecilik sürecini ekonomik bağlamda değerlendirdiği gibi sorunların kökeninde ne olduğunu perdeleyen medyayı, uzmanları ve ABD’nin merhametini afişe ediyor. 

ABD, yağmacı ve sömürgeci zihniyetini sürdürmekte kararlı. 11 Şubat'ta ABD Başkanı Joe Biden, 11 Eylül ailelerinin davalarını karşılamak için Afgan halkına ait 3.5 milyar doların kendileri için tahsis edildiğini duyurdu. Afganistan'ın, ABD'de dondurulan 9.5 milyar doları bulunurken ABD, Afganistan’ın parası ile Afganlara yardım dağıtmayı amaçladığını açıklıyordu!

Afganistan'ın mal varlığını ve dünya piyasasındaki paralarına el koyan, bu paranın bir parçası olan döviz rezervlerini Taliban'ın Kabil'i devraldığı Ağustos 2021'den bu yana donduran ABD nasıl bir imparatorluk?

Ülke, Amerikan savaşının başka bir aşamasına geçerken, bu hareket Afganistan'ın çok ötesindeki yerlere şok dalgaları gönderdi: Afgan halkının aç kaldığı medya yorumcuları ve Afgan olmayan “uzmanlar” tarafından ifade edilirken ortaya çıkarılan duygu yelpazesiyle Taliban hükümetine karşı öfke, korku ve şaşkınlık oluşturuldu.

Bu tepkiler, ABD'yi -baştan aşağı acımasız bir imparatorluk olarak - görmek için dikkate değer bir durumu yansıtıyor.

Biden'ın Afgan parasını çalma kararına şaşırmak, Amerika'nın dünyaya sattığı imaja yatırım yapmış olmaktır: Afganistan’da işkence, fütursuz baskınlar, insansız hava araçları ile sivilleri katleden, yargısız suikastlar düzenleyen ve şimdi de bütün bir ulusun kitlesel açlığını hedef alan ABD, on yıllarca süren yıkıma, cezasız bir şekilde yürüttüğü terör saltanatına rağmen insani iyilik için kendisini “bağışlayan” (9 milyarın 3.5 milyarını gıda yardımı olarak Afganistan’a armağan girişimi ile) taraf olarak sunuyor.  

Bu duruma şaşırmak, Amerika'nın Afganistan'daki intikam savaşının “iyi savaş” olduğuna dair büyük liberal fanteziye inanmak demektir. Şaşırmak, İmparatorluğu, Afganistan'daki vahşi ve yaygın şiddetinden dolayı temize çıkarmak ve bunun sadece bir dizi gaf, yanlış hesaplama, kasıtsız olaydan ibaret olduğunu kabul etmek ve bunlardan “dersler alınması” anlamına gelir!

ABD imparatorluğunun yaptığı hırsızlığın çıplaklığıyla karşı karşıya kalan yorumcular, önlerinde açıkça duran zulmü ve duyarsızlığı aklayıcı açıklamalara çalıştılar.

Bir argümana göre, Afganların da 11 Eylül'ün kurbanları olduğunu ileri sürdü. Afgan'ın çektiği acıyı kabul ederken, argüman Amerikan yaralanmasını merkeze alarak Afgan mağduriyetini yalnızca bununla bağlantılı bir durum olarak ortaya serdi. Ayrıca Afganların 2001'den çok önce, ülkelerinin Amerika ve SSCB arasındaki Soğuk Savaş için bir savaş alanı haline gelmesi sürecinde de mağdur edildiği gerçeğini görmezden geliyor.

İkinci argümana göre de 11 Eylül saldırılarına hiçbir Afgan'ın karışmadığıydı. Bu doğru olsa da, olaya bir Afgan uyruklunun karışması, işgalin ve ardından tüm ülkenin 20 yıllık vahşi işgalinin haklı çıkacağını öne sürüyordu.

Adaletten oldukça uzak bu yorumlar ABD ve dünya medyasında tartışıla dursun, Afganların masumiyetini savunmak yerine bu emperyal soygun eylemini ABD'nin Afganistan'daki sömürge girişimi bağlamında görmemiz gerektiği oldukça açık bir gerçek.

‘Amerikan gücü’nden bahsetmek, onun yurtdışındaki zulümlerini belgelemek üzerine değil, temelde yatan sorunlara, kendisini her zaman kurban statüsüne döndüren sisteminin nasıl çalıştığını anlamak üzerine olmalıdır. Bize neyin ve kimin acılarının nihayetinde önemli olduğunu hatırlatır bu durum.

En yeni ve açık örneği şu anda Rusya’da yaşanıyor. Tıpkı ABD’nin zulmüne benzer bir süreç bu defa batılı bir devlette görülüyor. Ve Batı dünyası bu durum karşısında Rusya'nın acımasız işgaline karşı (beyaz bir Avrupa ulusu) Ukrayna'ya askeri, siyasi ve ekonomik desteğiyle nasıl karşı durabiliyor!

Yas tutmanın ırksal ekonomisi

2001'de ABD İmparatorluğu, yalnızca Taliban'dan intikam almakla kalmayıp aynı zamanda boyun eğdirilen yerlilere “kalıcı özgürlük” getirmesi beklenen ‘Kalıcı Özgürlük Operasyonu’nu başlattı. Birkaç yıl içinde başarılı olacağı iddia edildi ve Batı dünyası buna destek verdi. Seçimler yoluyla demokrasi kuruldu, milyonlarca kız ve kadın eğitildi, halk sağlığı önemli ilerlemeler kaydetti ve ulus inşası ilerliyordu…

II. Dünya Savaşı'ndan sonra, yerel endüstrilerin hasarlı altyapısını iyileştirme programı olan yeniden inşa projesi, ‘Marshall Planı'nı uygulayan Batı, Afganistan’ı ise benzer iddialar ile sömürmeye başladı. Analist Naomi Klein'ın “felaket kapitalizmi” dediği şey tarafından yönlendirilen farklı bir plandı uygulanan.

Afganistan, Batılı şirketler, müteahhitler, STK'lar ve “demokrasi kurucusu” çetelerin cirit attığı şirketleşme, özelleştirme ve militarizasyon için kuralsız bir bölgeye dönüştürüldü.

Bugün, emperyal tarafından finanse edilen felaket kapitalizminin kanıtları, herkesin görmesi için önümüzde duruyor. Afganistan, kendi kendine yeterlilikten acımasızca mahrum bırakıldı. Yardıma bağımlı bir ekonomi kurulurken, her daim çökmekte olan altyapı, hayalet projeler ve terk edilmiş veya yetersiz kaynaklara sahip okul ve kliniklerle “yeniden inşa” edildi.

ABD işgali altında Afganistan, Zambiyalı ekonomist Grieve Chelwa'nın “pop gelişimi” olarak tanımladığı şeyi yaşadı “gerçekte gelişmeyen bir gelişme”. ABD'li antropolog David Graeber'in dediği gibi, işsiz Afgan kadın ve erkekleri için kaykay okullarına, güzellik salonlarına, mikro kredilere ve "saçma işlere" inanılmaz miktarlarda fonlar harcandı.

"Yeniden yapılanma" için vaat edilen milyarlarca dolar, Afganistan'ı "yeniden inşa etmek"le görevlendirilen imparatorluk görevlilerinin ve yerel işbirlikçilerin banka hesaplarına gitti. Çoğu yine imparatorluğa geri dönecek şekilde.

“Yeniden yapılanma” teröre karşı savaşın ölüm makinesini yağlayan yalan oldu. İnsancıllık ve kalkınma, bir askeri işgalin, savaş ekonomisinin ve bir vampir yardım endüstrisinin Afgan mağduriyetini beslediği destansı bir geçişi oluşturdu.

Afganlar, paralarını toşaklarının (şiltelerinin) altından alıp “modern bankacılık sistemine” sokmak için kandırıldılar. İşçilere, “ilerleme”nin ve ekonomik modernite vaadinin bir parçası olan banka tabanlı elektronik transferler yoluyla ödeme yapıldı.

2012'de NATO'yu "ilerlemeyi sürdürmeye" teşvik eden Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar tarafından "ilerleme" olarak desteklenen şey, imparatorluğun geri çekilmesiyle birden buharlaştı. Bu bağlamda, İmparatorluğun Afgan parasını çalıp, imparatorluk vatandaşlarına verme kararı gerçekten şaşırtıcı değil.

Hırsızlığın sinyali 16 yıl önce belirdi

İmparatorluk hırsızlığının duyurusu bize 16 yıl önce birimizin Kabil'de antropolojik saha çalışması yaparken tanık olduğu bir sahneyi hatırlattı. Uluslararası bir STK, programlarının birinden yararlanan Afgan dulları, 11 Eylül saldırılarında dul kalan otuzlu yaşlarında iki Amerikalı kadınla tanışmak için bir araya getirilmişti.

İşgal sırasında Kabil'de birçoğu Afganları yönetmek için ithal edilen yabancıların muazzam varlığı göz önüne alındığında, olağanüstü bir sahne değildi.

Shahr-e-Naw (Yeni Şehir) mahallesinin sokaklarında duran Amerikalı kadınlar, önceki otuz yıllık savaşta kocalarını kaybeden Afgan kadınlara, ABD'li dul olarak deneyimlerini tercüman aracılığıyla aktarıyordu. Ayrıca, Afgan dulların maruz kalmadıkları baskılara yoksulluk, köktencilik ve ataerkillik gibi yerli Afgan sorunlarına işaret ettiler. Ardından Amerikalı dullar, önümüzdeki yıllarda Afgan dullar için gıda dağıtımı ve gelir yaratma programlarını finansal olarak destekleyeceklerini gururla duyurdular.

Bu sahne, Kabil'de silahlı ABD askerleri tarafından yönetilen birçok kontrol noktasından sadece birkaç metre ötede gerçekleşiyordu. Yine de Afgan dulların ve genel olarak Afgan halkının savaşa, bir Amerikan savaşına maruz kaldığından ise hiç söz edilmemişti.

11 Eylül'de gerçekleştirilen programda ABD’li dul kadınlar, Afgan dul kadınlarla konuşurken, ülkelerinin uyguladığı savaş ve işgal şiddetini kategorik olarak sildi ve bunun Afganların yaşamına bir zarar verdiğinden hiç bahsetmedi. Herhangi bir Afgan için günlük yaşamın böylesine bariz bir gerçeğini örtbas etme girişimi şaşırtıcıydı. Özellikle de önlerinde duran bazı kadınların Afganistan'daki Amerikan savaşının doğrudan bir sonucu olarak dul kalması gerçeği varken.

11 Eylül'ün dul kadınları,-adını anmadıkları ülkelerinin yıkıcılığını- ABD savaşı ve işgalinin Afganlara uyguladığı şiddeti zımnen onaylıyordu. Afgan dulların savunmasızlığı, acısı, katıksız maddi ihtiyacı ve ıstırabı görünüşe göre hepsi Afgan toplumunun elindeydi.

Profesör Sherene Razack'in işaret ettiği gibi, “Ötekini kurtarma paradigması”, beyaz ayrıcalığın maddi sistemiyle sıkı bir şekilde bağlantılı. Bu paradigma, diğerlerinin krizlerine nasıl katkıda bulunduğumuzu ve sorumluluğumuzun nerede olduğunu görmeyi perdeliyor. Acıma ve merhamet vurgusu ile kendi üstünlük duygumuzu korumamızı sağlayan bir yapıyı inşa ediyor.

Sömürgecilik karşıtı aktivist Frantz Fanon'un yarım yüzyıl önce, “batı en iyisidir” hakkındaki sömürge fantezilerini yerle bir ettiğinde söylediği ‘İmparatorluğun kurbanlarının nereye gitmesi gerektiği’ne ilişkin sözlerini hatırlamalıyız: ‘Geri dönüp ilham ve cevapları ‘başka yerlerde aramak.’

Fanon'un “başka yerlerinde” Afganlar, yalnızca emperyalizmden kurtulan diğer kişilerle ortak bir deneyim keşfetmekle kalmayacak, aynı zamanda kendilerini şu anda aç bırakan İmparatorluğun tam merkezinde insancıllık ve liberalizm hikayelerinin yattığını hatırlatma ve dile getirme sürecine başlayabilecekler…

Çeviri Haberleri

Amsterdam'daki saldırının Yahudilikle ve antisemitizmle alakası yok!
Trump'ın gelişi Filistin meselesinde neyi değiştirecek?
Trump neyi başararak seçimleri kazandı?
Demokrat Parti neden kaybetti?
10 yaşındaki Raşa'nın vasiyeti: Lütfen benim için ağlamayın...