Türkiye'ye sığınan Kafkasyalı muhacirlere destek olmak, sorunlarını gündemleştirmek için 2009 yılında kurduğumuz İMKANDER, o günden bu yana çeşitli badireler atlattı. Türkiye'de neredeyse her cemaatin bir yardım kuruluşu varken böyle bir derneğin kurulmasının gereksiz olduğu iddiasına cevap vermeye çalıştık. İstanbul'da birkaç ailenin ihtiyaçlarını karşılayan küçük bir dernek olmaktan çıkıp, Gürcistan'ın Pankisi Vadisindeki Çeçen mültecilerden Azerbaycan'daki kamplara kadar faaliyetlerimiz artarak büyüdüğünde ve Suriye'deki kardeşlerimizin yaralarını bir nebze olsun sarmaya başladığımızda, tabiri caiz ise rüştümüzü ispatlayıp dünya çapında tanınan bir dernek olmaya başladığımızda ise Rusya'nın engellemeleriyle karşılaştık.
Kafkasyalı Muhacirlerin Sesi Olduk
1994 yılında Rus ordularının Çeçenistan'ı işgal etmesiyle başlayan savaşta Çeçenler 42 bini çocuk 250 bin şehit vermiş ve dünya Kafkasya'nın bu küçük ülkesinde yaşananlara dikkat kesilmişti. Çeçen mücahidlerin 400 bin kişilik Rus ordusuna karşı verdiği mücadele, kimi zaman zaferler kimi zaman ise yenilgilerle devam etse de bu, iradelerinin kırılmasını sağlayamamıştı. İşte bu sebeple İslam dünyasındaki diğer tüm cephelerden farklı olarak Kafkasya direnişi bir "sabır" mücadelesi olarak bilinmektedir. Direnişin en güçlü olduğu dönemlerde dahi, mücahidlerin sayısının 10 bini geçmediği Kafkasya'da yüz binlerce kişilik tam teçhizatlı, dünyanın en büyük ikinci süper gücüne karşı direniyor olmak zaten başlı başına bir başarıdır.
Fakat Çeçenistan'da başlayıp, 2007 yılından sonra tüm Kuzey Kafkasya'ya yayılan direnişin İslami kimliğinin giderek belirginleşmesi, Batılı ülkelerin Rusya ile çıkar çatışmalarının bir argümanı olarak kabul edilmesini engellemeye başladı. Batılı ülkelerin, özellikle de ABD'nin "self determinasyon" olarak bilinen ve "her ulusun kendi kaderini tayin hakkı" olarak tanımlanan konsepti, Çeçenlerin diğer Kafkas halklarıyla birlikte "ümmet" esasına dayanan, İslami ve birleşik bir Kafkasya idealini deklare etmeleriyle Kafkasya'da çökünce direniş, Batı'nın gündeminden kalktığı gibi, İslam dünyasında da giderek yalnızlığa itildi. Öyle ki, direnişin en önemli destekçisi olan Türkiye'de gazi-muhacirler tek tek Rusya tarafından katledilmeye başlamıştı. Bu cinayetler, çek-senet, alacak-verecek kavgası türünden adi cinayetlere indirgenmişti. Olayların siyasi veçhesi, türlü manipülasyonlar ve karartmalarla gizli bir el tarafından örtülüyordu.
Dünya üzerine yayılmış 250 binden fazla Kafkasyalı mültecinin dahi sesi duyulmaz olmuştu. İMKANDER, 20 yıla yakındır Türkiye'de yaşıyor olmalarına rağmen hiçbir şekilde sesi duyulmamış, tek bir basın açıklaması ya da protesto eylemi yapmamış muhacirlerin sesi oldu. İstanbul'da yaşanan cinayetlerin ardından ilk defa muhacirler basın açıklamalarına katılarak, Rusya'ya teslim olmayacakları mesajını verdiler. Rusya Konsolosluğu önünde tekrarlanan eylemlere sadece Çeçenler değil, Dağıstanlı, Karaçay Türk'ü, İnguş ve Çerkes gibi farklı kavimlere mensup Kafkasyalılar iştirak ettiler. İstanbul'da gerçekleşen ve Suriye'deki Kafkasyalı şehitleri selamlamak için düzenlenen bir eylemde küçük bir kız çocuğunun taşıdığı döviz anlamlıydı: "Ey Rusya, nefes aldığın her yerde biz varız!"
Rusya Faaliyetlerimizi Engellemek İçin Elinden Geleni Yaptı
ABD'deki ve Avrupa'daki Çeçen dayanışma komitelerinin kapatılması, mültecilerin sessizliğe gömülmesi ardından Türkiye'den çıkan bu ses, diasporayı cesaretlendirdi. İMKANDER Avrupa ve Türkiye'deki muhacirlerin talebi üzerine 13 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul'da uluslararası nitelikte bir konferans düzenledi. Bu konferans, diaspora için bir dönüm noktasıydı. Aynı masa etrafında çeşitli Kafkas kavimlerine mensup Müslümanlar, ortak bir irade beyan ediyorlardı. Rusya'nın Kafkasya üzerindeki tüm tasarruf hakkı reddedilirken, Rusya tarafından kurdurulmuş yönetimler gayri meşru kabul ediliyordu. Diaspora temsilcileri Çeçenistan'ın beşinci cumhurbaşkanı ve Kafkasya Emiri Dokko Umarov'u "İslami şiarlara bağlı olduğu sürece" destekleyeceklerini ifade ettiler.[1]
Rusya, Türkiye'de gerçekleşen bu konferanstan, daha da önemlisi mülteci durumundaki Kafkasyalı Müslümanların bu şekilde cesaretle yeniden ayağa kalkmalarından rahatsızlığını en yüksek perdeden dile getirdi. Türkiye Büyükelçisini Kremlin'e çağırarak Türkiye'ye nota verdi. Türkiye'den derneğimizin faaliyetlerinin engellenmesini talep etti.[2] Bu bizim doğru istikamette olduğumuzun en güçlü deliliydi. Bu durum faaliyetlerimizi artırmamızı, insan hakları ve insani yardım alanında çalışmalarımızı derinleştirmemizi sağladı.
Fakat Rusya'da oluşturduğumuz rahatsızlık giderek büyüdü. Sonunda Türkiye'de bu yılın Şubat ayında "Terörün Finansmanının Engellenmesi" hakkındaki kanun yürürlüğe girince Rusya, BM Güvenlik Konseyine faaliyetlerimizin engellenmesi için başvurdu. Fakat Rusya'nın altı ay boyunca sürdürdüğü tüm lobi faaliyetleri akamete uğradı.[3] 6 Eylül 2013 günü BM Güvenlik Konseyinde yapılan oylamada Azerbaycan, ABD, İngiltere, Fransa ve Lüksemburg'un itirazlarıyla aleyhimizdeki bu kampanya şimdilik engellendi. Rusya'nın yaptığı başvuruda Kavkaz-Center Haber Ajansının Finlandiyalı sahibi eski milletvekili ve bir Hristiyan olan Mikael Storsjö ile şu anda İsveç'te mülteci olarak yaşayan eski Kafkasya Gazeteciler Birliği Başkanı İsa Cebrailov'u "el-Kaide üyesi" olarak göstermesi ise bir devletin "akli muvazenesini" nasıl yitirebildiğine çarpıcı bir örnek olarak tarihe geçmiştir.
Sivil Toplum ve İnsan Hakları
20. yüzyılın başından bu yana İslami kimliğimizi deforme etmenin bir aracı olarak kullanılan, son yıllarda ise bazı sözüm ona İslamcıların elinde bize karşı bir silaha dönüşen "sivil toplum ve insan hakları" argümanına aslında yine bu çevrelerin nasıl da "pragmatist" bir zeminde yaklaştıklarına bu zaman diliminde şahit olduk.
Gerçek bir insan hakları mücadelesinin omurgasız olamayacağı, bir sivil toplum örgütünün de Batı’daki tam karşılığında olduğu gibi "NGO" "devlet dışı" ya da daha doğru bir ifadeyle gücün yönlendirmesiyle değil, ilkeler düzleminde hareket etmesi gerektiğini yaşayarak bir kez daha gördük. İnsan hakları söylemini diline dolayıp, gücün karşısında tökezleyen bir anlayışın gerçekte bir insan hakkı mücadelesi veremeyeceği aşikârdır. Bu süreçte, kendileri korktuğu gibi bizi de korkutmak isteyen bazı kişi ve çevreler "insan hakları mücadelesi"nin boş bir edebiyat değil, bedel gerektiren "sahici bir eylem" olduğunu anlamış olmalılardır.
Türkiye'deki söz konusu tasarı yasalaştığında derneğimiz ortak basın açıklamasına dahi çağrılmamıştı. Oysaki Güvenlik Konseyinden bu karar çıkmış olsaydı, Türkiye'deki ilk belki de tek muhatabı biz olacaktık. O gün derneğimizi görmezden gelme tavrını sergileyenler, BM'deki dosyamız reddedildiğinde tek bir açıklama ya da "geçmiş olsun" deme ihtiyacı duymadılar. Evet, bu bir serzeniş. Bu konu tüm yabancı haber ajanslarında gündem edilmiş olmasına karşın, Türkiye medyasında yeterince kendisine yer bulmadı. İslami camianın onlarca internet sitesi, gazetesi, televizyon kuruluşu olmasına rağmen, Haksöz-Haber, Doğru Haber ve TV5 gibi birkaç İslami medya kuruluşu dışında görmezden gelindi, yok sayıldı. Azerbaycan gazeteleri, Reuters, AP gibi uluslararası medya kuruluşları bizimle doğrudan irtibata geçip, konuyu haberleştirirken, camiamızın medya organlarının bu tavrı kabul edilebilir mi?[4] Zor zamanımızda bizim yanımızda duran -hiç beklemediğimiz bir şekilde- Azerbaycan devleti olmuştur. Biz de bu tavrına karşılık bir vefa örneği olarak, Azerbaycan Başkonsolosu Hasan Sultanoğlu Zeynalov'un şahsında Azerbaycan halkına teşekkür ettik.[5] Bu sıkıntılı süreçte yanımızda duranları da görmezden gelip zımnen karşımızda duranları da "oh olsun" diyerek açıkça karşımızda duranları da unutmayacağız.
Tüm bu zorluk ve baskı dönemi boyunca sözüm ona bazı insan hakları kuruluşlarının bize "mülteci kardeşlerimizin hukukunu koruma ve direnme" telkini yerine, derneğimizi kapatmamız yönünde baskı sadedinde yaptığı telkinleri de kendi "insan hakları" anlayışlarındaki kısırlığa ve "gerçek bir sivil toplum örgütü"nün nasıl olması gerektiği hususundaki bilgisizliklerine veriyoruz.
Rusya Federasyonunun derneğimizin faaliyetlerinin engellenmesi konusunda ortaya koyduğu çabalar, yürüğümüz yoldaki haklılığımızı bir kez daha kanıtlamıştır. Hangi koşullar altında olursa olsun, tüm mülteci kardeşlerimizin sorunlarını gündemleştirmeye, savaş mağduru dul ve yetimlerimizin yanında yer almaya devam edeceğiz.