İman ve Hikmet Diyarı Yemen Açlığa Mahkûm Edilirken

ABDULKADİR ŞEN

Geçtiğimiz yüzyıl boyunca İslam dünyasında her türlü zulme, baskıya, asimilasyona imza atan uluslararası müstekbir güçlerin, İslam kışına çevirdiği İslam(Arap) Baharı’nın bir durağı da Yemen'di.

Arap Baharı Müslüman halkların başına musallat edilen ve coğrafyamızda varlığını sürdürüp bekasını devam ettirmek için sadece Batılı efendilerinin çıkarlarına sadakat gösteren birçoğu devşirme, seküler, mankurtlaşmış ve yozlaşmış liderlerin baskı ve zalimlerine karşı gelişen doğal halk tepkileriydi. Devrimlerin ana motivasyonunun başlangıçta sadece İslami talepler olduğu elbette söylenemez. Ancak çok doğal bir hak olarak özgürlük adalet ve refah talepleri sosyolojik yapılarına uygun olarak İslami retorik ile desteklendi. Arap Baharı bir nokta değil devam eden bir süreçti. Ve henüz protestolar ve mücadeleler devam ediyorken kullanılan retorik devrimlerin motivasyonları ve amaçları İslami olarak güncellendi. Bu ülkelerde en örgütlü yapılar İslami hareketler olduğu için kısa sürede devrimlerin inisiyatifini onlar üstlendi. Ancak İslam baharıyla hazırlıksız yakalanıp şaşkına dönen Batılı güçler ve doğudaki işbirlikçileri bu devrimleri akamete uğratmak için kısa sürede kolları sıvadılar. Batılı ülkeler geniş halk kitlelerinin iştirak ettiği bu gencecik devrimlerin karşısında durmak yerine modası geçmiş klasik diktatörlüklerin yıkılmasına göz yumarak durumu kontrol altına almayı zamana bıraktılar. Özellikle Amerika’dan gelen halkların taleplerini önemsiyor görünen açıklamalar samimiyetten uzak ve vaziyeti şimdilik idare etmek amacına matuftu.


Kısa süre sonra bu uysal maskeler düşecek, uluslararası toplum Mısır, Tunus, Libya, Yemen ve Suriye'deki kazanımların yok edilmesi yönünde ortak müştereklerde buluşacak ve çirkin yüzlerini yeniden göstereceklerdi. Mısır’da tüm vahşetine rağmen Sisi rejimini desteklediler. Tunus’ta Gannuşi’yi geri atmaması halinde Mursi’nin akıbetiyle aynı akıbete uğrayacağı yönünde tehdit ettiler. BAE darbeci Sisi kontrolündeki Mısır ve CIA destekli Halife Hafter aracılığıyla Libya’yı bir kaosa sürükledi. Tam bir çirkin tiyatronun sergilendiği Suriye’de Beşşar Esed rejimi ancak Batılı güçlerin üstü örtülü desteğiyle ayakta kalabildi. Suriyeli muhaliflere askeri ve iktisadi ambargo uygulayan uluslararası toplum Hizbullah, Iraklı, İranlı ve Afgan Şii milislerin Suriye’ye akıp katliamlar gerçekleştirmesine göz yumdular ve rejime silah akışını durdurmayı hiç bir zaman gündemlerine almadılar.

Gelelim bir yandan bu yazıyı kaleme alırken öte yandan çeşitli bölgelerinde temaslarda bulunup yardım kampanyası düzenlediğimiz Yemen’e. Birkaç yıldan beri savaşla boğuşan Yemenin güney eyaletlerinde dolaşıyoruz. Bundan sadece 100 yıl önce Osmanlı’nın büyük mücadeleler verdiği bu güzel ülkenin Batılı güçler ve onların bölgesel işbirlikçileri tarafından nasıl da tarumar edildiğini ve Yemen halkının bir kurtarıcı beklentisiyle yanıp tutuştuğunu müşahede ettik. İngilizlerin işgalinden sonra bir türlü rahat yüzü görmeyen Yemen’in hikâyesi şöyle:

Kuranı Kerim’de Hz. Süleyman ile kıssasına yer verilen Sebe Melikesinin (kraliçesinin) ana vatanı, 3000 yıldan daha kadim bir medeniyet tarihi olan bu ülke, tarih boyunca çeşitli kültür ve inançlara ev sahipliği yapmış. Asya ve Afrika arasında bir köprü görevi gören Yemen’de % 4 oranında Somaliliye ek olarak Etiyopya, Cibuti gibi bölgelerden gelen Afrikalılarda bulunuyor. Yüzde 30 civarında bir Zeydi nüfusu olan ülkede Sünniler çoğunluğu teşkil etmekte.

Hıristiyanların, Yahudilerin kontrolünün ardından Yemen halkı 630 yılından itibaren Hz. Ali’nin davetiyle Müslüman olmuştur. Emeviler ve Abbasiler döneminde İslam egemenliğinde bulunan ülkeye 893 yılında Zeydi imam Yahya bin Hüseyin ulaşarak 897 yılında Zeydi otoritesini kurmuştur. O dönemden günümüze çeşitli kesintiler olsa da Zeydi’ler Yemen’de siyasette etkin olmaya başlamışlardır. Yemen 1170 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından kontrol altına alınmıştır. 1538 yılına kadar çeşitli güçler arasında el değiştiren Yemen, daha sonra Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Bölgede sıklıkla isyan eden Zeydiler sebebiyle hâkimiyet kurmakta zorlanan Osmanlılar 100 yıl içerisinde Yemen’den çıkarıldılar. Ancak 200 yüzyıl sonra Osmanlılar Yemen’e tekrar geri dönebilecekti. Bu dönemde de Osmanlı hâkimiyeti sancılı geçti. Sık sık yaşanan kabile isyanlarına, bu kez de ülkenin güneyi ve doğusuna hâkim olan İngilizler eklenmişti. Yemen Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda bütünüyle Osmanlı egemenliğinden çıktı. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Zeydi Mütevekkile Kralı İmam Yahya, Yemen’in kuzeyinde egemen olmayı başardı. Ancak yine istikrara kavuşmayan Yemen’in güneyi 1950’li yıllara kadar İngiliz egemenliğinde kalırken Mütevekkile Devleti, Suudi ve İdrisi güçlere karşı mücadeleye girişti. Zeydi İmam Yahya, Aden’in egemenliğini 40 yıl boyunca İngilizlere devreden bir anlaşmayı imzalamak zorunda kaldı. 1960l’i yıllar Mısır, Suriye, Irak gibi Yemen’de de Arap milliyetçiliğinin arttığı yıllardı. İmam Yahya’nın yerine geçen oğul İmam Ahmed bin Yahya’nın 1962 yılında ölümü üzerine başlayan iç savaşta Yemen, Arap milliyetçiliğinin de etkisiyle ikiye bölündü, Kuzey Yemen Batı bloğu ile bağlarını sürdürürken, Güney Yemen Arap milliyetçiliğine dayalı sosyalist bir rejim haline geldi ve Sovyet bloğunda yer aldı. Arap Birliği’nin arabuluculuğuyla 1978 yılında Ali Abdullah Salih, Yemen Cumhurbaşkanı seçildi ve yıllar süren savaşın ardından ve sürekli bozulan birleşme anlaşmalarından sonra 1990 yılında iki ülke birleşti. 1990 Kuveyt krizi sırasında Yemen Cumhuriyeti’nin BM oylamasında Irak’a müdahaleye karşı çıkması sonucu Suudi Arabistan ülkede çalışan 1 milyon işçiyi sınır dışı etti ve bu da ülkede ekonomik krize neden oldu. Bu ekonomik kriz zaten zorlu şartlar ve uluslararası arabulucuların etkisi altında birleşen Yemen’in 1994 yılında yeni bir iç savaşa sürüklenmesine neden oldu.

 Bu yıllar aynı zamanda İran tarafından kurulan ve desteklenen Şebab el-Muminun(Mümin Gençler) hareketinin, Yemen’deki Zeydi Müslümanları 12 İmam inanışına çevirmek için yoğun faaliyette bulunduğu dönemlerdir. İran’ın mezhep değiştirme çağrılarına ilk yanıt veren isim günümüzdeki çatışmanın baş aktörlerinden olan Abdülmelik el-Husi’nin babası Bedreddin el-Husi’dir. Bedreddin Husi İran’da aldığı dini eğimin ardından İran rejimi tarafından devşirildi ve Yemen’in içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik zorluklardan istifade eden İran Rejimi, Caferileşen Zeydi aşiretleri askeri ve siyasi açıdan eğitmiştir.

Bedreddin el Husi

İran’ı ziyaret eden on binlerce Yemenli bu süreçte İran adına faaliyette bulunmak üzere Yemen’e döndü. Bu dönemde İran desteği para, sosyal statü, iş, uluslararası ticaret ve eğitim kapısıydı. 400 Zeydi aşiret içerisinde en büyük aşiret olan Husilerin İran’la ilişkileri sonrası edindikleri siyasi ve ekonomik nüfuz diğer aşiretlerin tabanını da cezbediyordu. Bu trend Arap Baharı’na kadar ülkeyi ele geçirmek isteyen Husilerle Yemen Hükümeti arasında 8 savaş yaşanmasına neden oldu. Husiler de zaman içerisinde tüm Zeydilere Yemen’deki bekalarının kendi varlıklarına bağlı olduğunu belirterek, Zeydilerin bir kısmını ikna etmeyi başardı. Ancak Şii Husilerin akidevi dönüşümleri itidalli Zeydi Müslümanların muhalefetiyle karşılaştı. Zeydiler, Husileri İmam Zeyd’in itidalli ve meşru yolunu terk edip İsna Aşeriye mezhebini benimsemek, Zeydi gençliğini saptırmak ve İran rejiminin Yemen’deki çıkarlarına hizmet etmekle suçluyorlardı. Burada İmam Zeyd’in sahabe efendilerimize ve Hz. Aişe’ye saygı gösterdiği onlar hakkında ileri geri konuşan kimseleri yanından kovduğu için yanından ayrılan bu kimselere terimsel olarak Rafızi denildiğini hatırlatmak yerinde olacaktır. Zeydiler Ehli Sünnet tarafından çoğunlukla Sünni, Şia tarafından ise Sünni Müslümanlarla fikri ve siyasi uyumları nedeniyle hain olarak görülürler. Husilere karşı savaşan Yemen Rejimi’nin lideri Ali Abdullah Salih Zeydi idi.

 İran'ın Yemen'deki etkisinden de bahseden İran Devrim Muhafızları Komutanı General Hüseyin Selami, Husi Ensarullah Hareketi’nin, İslam Devrimi'nin temel prensipleriyle hareket ettiğini ifade etmektedir. İran lideri Ali Hamaney’in Dış İlişkiler Baş Danışmanı Ali Ekber Velayeti, Hizbullah’ın Lübnan’da oynadığı rolü Husilerin de Yemen’de oynamasını ümit ettiklerini açıklamıştı. Nitekim İran parlamentosunda Tahran milletvekili olan ve dini lideri Ali Hamaney'e yakınlığıyla bilinen Ali Rıza Zakai, üç Arap başkentinin İran'ın elinde olduğunu ve Sanaa'nın da dördüncü Arap başkenti olacağını açıklamıştı. Bu açıklama İran'ın yayılma stratejisine dair önemli bir veridir.Ü

Ali Abdullah Salih

Arap Baharı’nın başlamasıyla birlikte 30 yılı aşkın süredir Yemen’i yöneten diktatör Ali Abdullah Salih’e karşı gösteriler başladı. Kısa sürede ülke çapına yayılan gösterilere ABD müdahil oldu. Böylece diktatörün gidip diktatörlüğün kaldığı, Ali Abdullah Salih’in yerine Suudi Arabistan ve BAE ile iyi ilişkileri olan Abdurabbeh Mansur Hadi’nin geçmesi yönünde formül bulundu. Yemen, yüzde 75 kırsal nüfusuyla Arap aleminde aşiret bağlarının en güçlü olduğu ülkelerden biridir. Ülkede herkesin silahlı olması, durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Mezhebi ve ideolojik bir yönü bulunsa da Yemen’deki çatışmalar, aşiretlerin ve güç odaklarının mücadelesine dönüştü. Islah Partisi ve diğer İslami hareketlerin İslami talepleri bağlamında şekillenen devrim sonrası Yemen idaresinde nüfuzunu kaybetmek istemeyen Ali Abdullah Salih ve destekçilerinin Husilerle işbirliği sonucunda devrim hükümetine darbe yapmasıyla yeni bir kargaşa ortamına girildi. Husilerin İran desteğiyle hızla ilerlemesi sonucu ülkede Husi katliamlarına karşı mücadele eden bir diğer örgütlü aktör olan El-Kaide’ye olan destek arttı. Akabinde El Kaide’nin pek çok bölgeyi ele geçirmesi üzerine Suudi Arabistan, Mısır ve BAE liderliğindeki Hazm Koalisyonu Yemen’e müdahale etti. Bu müdahale sonucunda zaten darbeci Husiler tarafından binlerce üyesi katledilen ya da hapsedilen İhvan Hareketi(Islah Partisi) ve El-Kaide zayıflatılmaya çalışıldı. Yüzde 19’luk Şii nüfusa sahip olan Suudi Arabistan, İran’ın Yemen’de güçlenmesinden endişe ederken, BAE ve Mısır, Yemen’deki İslami güçlerin ilerleyişini durdurma rolünü üstlendiler. Yemen’in zenginliklerini yağmalayan BAE, dünyada sadece Sokotra adasında bulunan ağaçları bile köylerinden sökerek ülkesine taşıdı ve hatta nadir bulunan kuş türlerini dahi gasp etti. Suudi Arabistan’ın öteden beri devam eden ve Mısır’da İhvan’a karşı Sisi darbesini desteklemeleriyle bir kez daha görülen İhvan nefreti ve Amerikan yandaşlığı, Yemen’de de kendini gösterdi. Böylece İhvan başta olmak üzere İslami hareketlerin zayıflatılması sürecinde Suudi Arabistan önemli rol oynadı. Suudi Arabistan, çevresinde güçlü olmayan ancak tamamen kaosa boğulmamış bir Yemen istemektedir. BAE ve Mısır, Yemen’in İslami hareketlerin etkisine girmesini engellemeye çalışmaktadır. BAE, Aden, Taiz, Hadramevt ve diğer bölgelerde yüzlerce Sünni alim ve imamı suikastlar sonucu katlederek çirkin bir oyun oynamakta, zaman zaman Husilere karşı savaşan İhvan güçlerinin mevzilerini hedef almakta ve hava bombardımanlarının yanlışlıkla olduğunu iddia etmektedir.

Husi ilerleyişini pek çok cephede durduran El-Kaide’ye karşı büyük operasyonlar gerçekleştiren BAE, savaşın Husiler lehine devamına neden oldu. BAE aynı zamanda güneydeki ayrılıkçıları destekleyerek Yemen’in gelecekte yeniden bölünmesine neden olacak elverişli şartları planlı bir şekilde hazırlamaktadır. Aslına bakılırsa İran, Suudi Arabistan’ın Suriye'deki etkinliğine karşı Husileri kullanıp, daha sonra da onları BAE ve diğer körfez ülkelerinin insafına terk etti. Husilerin bu denli güçlenmelerini garantileyen asıl güç ise ABD’dir. Son on yılda yaşanan Husi saldırılarına direnen El-Kaide’yle hiçbir ilişkisi olmayan Sünni aşiretler Amerikan hava saldırılarıyla hedef alınarak Husilerin önü açıldı. ABD askerleri başkent Sanaa'dan aniden ayrılarak devasa silah depolarının ve askeri üslerin Husilerin ele geçirmesine göz yumdu. ABD böylece üstü örtülü bir şekilde çekilme görünümüyle Husileri silahlandırdı. Husiler her platformda Amerika’ya ve emperyalizme karşı savaştıklarını iddia edip 'Amerika’ya ölüm' sloganları atsalar da gerçekte sadece Yemenli Müslümanları katletmekteler. Tarihte Amerika’nın Husileri ne bir insansız uçak ne de başka bir şekilde hedef aldığı bir örnek yoktur.

Sonuç olarak Yemen, ABD ve Batı destekli güçlerin boğmaya çalıştığı Müslüman bir ülkedir. Bu savaşta bizlere düşen Yemen halkının ve İslami hareketlerin yanında durmaktır. Ne Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’i paramparça etmekle beraber Irak’ta Amerikan askerleriyle omuz omuza Sünni bölgelere operasyonlar düzenleyip İslam dünyasında İsrail’den 40 kat daha fazla Sünni Müslüman katleden İran’ın ve Husilerin ne de ABD’nin eli kanlı maşaları olan BAE ve Suudi Arabistan arasında tercih yapmak zorunda değiliz.

Veysel Karani (Uveys el-Karani) ile andığımız İman ve hikmet diyarı Yemen’de kuşatma, bombardıman ve işkencelerle dize getirilmeye çalışılanlar mazlum, mağdur ve mağrur Müslüman kardeşlerimizdir. Bu mübarek belde asrımızda yaşanan en büyük insani felaketlerden biriyle cebelleşirken, rabbimizin bizleri kardeş kılması itibariyle biz de bu imtihandan kendi payımıza düşeni alıyoruz/almalıyız.

 “Veren el, alan elden üstündür...” (Buhari, Zekât 18, Nefekat 2) diyen bir Peygamber’in (sav) ümmeti olarak, bizlere düşen, zor zamanında muhtaç duruma düşen kardeşlerimizin yardımına koşmaktır.

Yine bize düşen; “İyilik yap, denize at, balık bilmezse, hâlık bilir” misalindeki gibi, ihtiyaç sahibi bu kardeşlerimizin yardımına koşarken, bunu bir beklentiyle değil yalnızca “hâlıkın rızası” için yapmaktır. Bu haliyle iyiliğimizi başa kakmadan, çok görmeden, yardım ettiklerimizi hor görüp incitmeden içten ve samimi hayır düsturu ile yapmalıyız. Bu haliyle Yemen, bizim için Cennet’e açılan bir hayır kapısıyken oradaki mazlum, mağdur, açlık ve susuzluğa mahkum edilmiş kardeşlerimiz için belki bir bardak su, belki bir lokma yiyecek, belki ağrısını giderecek bir ilaç, sızısını dindirecek bir merhem olacaktır.

İnsanlığın insanlığını iyice yitirdiği şu zaman diliminde, insan olmanın karşılığını, Yemen v.b. kriz durumlarında verdiğimiz tepkiler gerçek anlamıyla ortaya koymaktadır. Bu açıdan Yemen’de yaşanan insani kriz, insanlığını yitirmiş günümüz insanının bizatihi kendi elleriyle ürettiği bir kriz olması itibariyle, bütün insanlığa bir mesuliyet yüklemektedir. Çoğu kriz de olduğu gibi bu krizde de hümanizm, insan hakları naraları atarak orayı burayı bombalayan, sömüren, yeryüzünün gariplerine bir lokma ekmeği çok gören başını zorba ve zalimlerin çektiği uluslararası dünya sisteminin aksine, bizler bireysel düzeyde bile olsa böylesi bir trajedi kayıtsız kalmamalıyız.  Günümüzde ayaklar altına alınıp çiğnenen insanlık haysiyetini ve İslam’ın emrini bir nebze olsun yerine getirmek için seferber olmalıyız.

“Onlar kendi canları çektiği hâlde yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler: «Biz sadece Allah rızâsı için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız.» (derler). İşte bu yüzden Allah, onları o günün fenâlığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.” (el-İnsân, 8-11)