Zaman, mekan ve sınırlı bir akla sahip olan insanın zamandan ve mekandan münezzeh olan üzerine düşünmeye çalışması imanın mahiyeti konusunda en büyük belirsizliğin temelini oluşturmaktadır. İnsanın, Tanrı üzerine düşünürken imkanları belirlenmiş bir araçla bunu yapmaya çalışması üzerine düşündüğü şeyin ise sınırsızlığı bir paradoks oluşturmaktadır. Bu noktada “üzerine konuşulamayan konusunda susmalı” şeklinde ifade edilen yaklaşım göz ardı edilmemesi gereken bir noktayı belirtmektedir.
Ancak yine de insan bilmek isteyen bir varlıktır. Onun bu yönünü göz ardı etmenin de bir problem olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bu bağlamda inancı izah konusundaki yaklaşımlardan birisi olan katı akılcılığın matematiksel netlikten yola çıkarak iman bahsini anlamlandırmaya çalışması oldukça çocuksu bir çaba olarak önümüzde durmaktadır. İnsan gerçekliğini reddeden her yaklaşım/disiplin anlamlandırma çabasında bocalayacaktır. Bir inancı tesis etmek için şeksiz şüphesiz bir ispat çabasına girişmek imanın doğasına aykırı bir durum ortaya çıkartacaktır.
Peki, ispat olmasa bile açıklama çabalarının tümü boşa mıdır? Bu noktada eleştirel akılcılığın değerli bir çerçeve sunduğunu söylemek mümkün gözüküyor. İnançları destekleyen sebep ve argümanların aklın işlevi bağlamında oldukça sübjektif neticeler ortaya koyduğunu aklımızda tutarak insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin dahi ihtilaf üzerine kurulu olduğu ifade edilmelidir. Misal olarak ortaya serilen destekleyici sebep ve argümanların bir tek din veya iman bahsinde değil siyasi, ideolojik veya ekonomik bahislerde de oldukça sübjektif veriler sağladığı görülecektir. Durum buyken bilmek isteyen bir varlık olarak insanın kompleksli veyahut apolojist tavır alışlardan uzak olmak kaydıyla kendisine verilen yetileri –sınırlılıklarının farkında olarak- iman ve din bahsinde kullanması değerli bir çaba olacaktır.
Netice olarak katı akılcılığın giriştiği imkansız yolun eleştirel akılcılık tarafından imancılığın indirgemeci handikaplarından da uzak durularak tamir edilmiş olması akıl, din ve iman konularında mutedil bir yaklaşımın ortaya çıkmasına vesile olabilir. Ancak eleştirel akılcılığında tek başına çare olmayacağı açıktır.
İman bahsini salt akli veyahut salt duygusal indirgemecilikten ziyade akıl ile ruhun birlikte hareket ettikleri bir zeminden ele alınmasının mümkün kılınması mesele hakkında yürütülen tartışmaları da anlaşılır bir bağlama çekmektedir. Akıl ile ruh şeklinde kesin bir ayrımın bizim düşünce geleneğimizde bir karşılığı olmadığını da ifade etmek isteriz.
İmanın bilgiyle olan ilişkisi de benzer bir problemi muhtevasında barındırıyor. İnsanın, Tanrı üzerine düşünürken imkanları belirlenmiş bir araçla bunu yapmaya çalışması üzerine düşündüğü şeyin ise sınırsızlığı yine aynı paradoksu var ediyor. Bilginin mahiyetinin objeyle kurduğu doğrusal ilişki imanın özünde bulunan bilinemez noktalar ile çatışmaktadır. Bugün görsel kültürün yön verdiği ilişki biçimleri sonuç odaklı bir yönerge içeriyor. Orada uzun sorgulamaların neticesinde ulaşılan burhandan söz etmek mümkün değildir.
Bu bağlamda İslam düşünce geleneğinde akıl ile iman arasındaki irtibat hep dengeli bir usul üzerine yerleştirilmeye çalışılmış, ana akım kelam, akaid metinlerinde aklın ehemmiyeti ve yol göstericiliği vurgulanmakla birlikte sınırlılıklarının da altı çizilmiştir. İslam’dan önceki inanışların akıl-iman bahsinde çok keskin ayrımlara gitmesi ve bir yönüyle aklı işlevsiz hale getirmesi Müslümanlar ilim insanları tarafından kabul görmemiştir. İmam Gazâlî de bu hususun altını çizmiştir: “Kim aklı yalanlarsa, dini yalanlamıştır; zira dinin doğruluğu akıl ile ancak bilinmektedir."
Ancak modern dönemde yaşanan krizin Müslümanları apolojist tavırlara yöneltmesi neticesinden bilgi iman ilişkisinde bilginin ve dolayısıyla aklın işlevi noktasında yapılan vurguların mahiyeti değişmeye başlamıştır. Buradaki akıl artık İslam düşünce geleneğinde “kalb” olarak ifade edilen insanın kemale ermiş bir bütün olarak varlığıyla bilgiye dönmesini imkanlı kılan şeyden farklıdır. Bu sebeple bilimsel izahlarla iman ispatı çabalarına girilmiş ve ortaya bağlamdan yoksun yer yer tahfif edici problemli bir durum hasıl olmuştur.
Bu tarz savunmacı çabalardan ziyade Müslümanların tarih boyunca kendi durdukların yerin farkında olarak ve düşünce geleneklerinden hareketle iman ile bilgi arasındaki ilişkiyi anlamaya ve izah etmeye dönük çabalar içinde olmaları lazım gelmektedir. Her şeyden önce imanın epistemolojik açıklaması imanı bilgi karşısında ikincil plana indirgeme riski taşımaktadır. Bu konuda İbn Ömer’den aktarılan bir rivayet oldukça ilginçtir: İbn Ömer (rh)’dan: “Hayatımın öyle bir anını yaşadım ki birimize Kur’an’dan önce iman verilirdi. Bir sure, Muhammed s.a.v’e inerdi, sonra biz onun helal ve haramını öğrenirdik. Öğrendiğimiz noktada durmamız gerekmezdi, sizin Kur’an’ı öğrendiğiniz gibi. Sonra görüyorum ki (sizden) bir adama imandan önce Kur’an veriliyor; Fatihatu’l Kitab’ı (Fatiha suresi) sonuna kadar okuyor ve içindekileri anlamıyor. Neyi emrettiğinin ve neyi yasakladığının farkında değil. Durup, Kur’an’ı adi hurmaları saçıp dağıttığı gibi dağıtması kişiye yakışmaz.” (Taberani)
Bilgiden evvel iman ile buluşmak anlaşılması güç gibi görünse de hakikate yönelik bir çaba anca böyle gerçekleşebilir. Bu durum imanın somut delillerle ilişkisi olmadığı anlamına gelmez. Ancak iman somut delilin bağlamına indirgenemeyecek aşkın bir niteliğe sahiptir.
İnanca konu olan alan, empirik doğrulama ya da yanlışlamaya tabi tutulamaz. Dolayısıyla hiçbir bilim dalı, bilimsel olarak inanç esaslarından birinin yanlışlığını kesin bir şekilde ispatlama gücüne sahip değildir. Çünkü birbirleriyle ilişkileri olmakla birlikte pozitif bilimsel alanla, inanç kümeleri farklıdır. Eğer bilgisel bağlam ile inanç birbiri içine tedahül ederse özelliklerini kaybederler.
İnanç konularında muhafazakar aile çocuklarının kafalarında bir soru işareti varsa en temelde az evvel izahına girişilen bahislerden kaynaklı bir durum olabilir. Türkiye’de eğitim hala pozitivist temeller üzerinden inşa olunuyor. Karakter, yetiştirilme tarzı vb. hususlar dahi etkileyici olmakla birlikte “aşkınlık” ilgi çekici bir konu olmaktan çıktı!
Her şey somut, maddi değer üzerinden ilişki kurulabilecek bir düzlem üzerinden gerçekleşiyor. Çok çalış ki iyi bir okul kazan. İyi bir okulda oku ki iyi bir işin olsun. İyi işin olsun ki gelirin yüksek olsun. Gelirin yüksekse saygınlık elde etmiş olursun…
Bu noktada iman konuları “eskilerin masallarından” ibaretmiş gibi gösteriliyor. Dine yönelik bu itiraz biçimin oldukça eski olduğu unutulmamalıdır. “Esatiru'l-Evvelin” Mekkeli müşriklerin Allah Resulü'ne karşı kullandıkları argümanlardan birisiydi. İslam'ı modası geçmiş söz kalabalığı olarak lanse etmeye çalışıyorlardı...
İnançlı olmanın biricikliği ve sağladığı gerçek özgürlük ayartıcı ideolojiler sebebiyle görünmez kılınıyor. Modernleşme ve onun “imkan” olarak sunduklarının insanı varoluşundan kaynaklı arayışlardan uzaklaştırması gayet doğal. Sosyal medya, internet, telefon vb. araçlar onları var eden aklın bir gereği olarak seküler “kutsallar” olarak insanın hizmetine sunuldular. Zamanla hizmet veren ile hizmet alan yer değiştirdi! İntihara kadar varan olayların sebepleri üzerine düşünürken bu hususları göz ardı etmenin ideolojik bir durum olduğunu akıldan çıkarılmamalı!
Gençliğinde bir dönem ateizme ilgi duyduğunu aktaran Aliya İzzetbegoviç Müslümanlığa dönüşünü şu şekilde izah ediyor: İslam’a dönüşümü etkileyen en önemli unsur komünizm ve faşizme karşı duyduğum derin nefretti. Bugün de her iki ideolojiden nefret ediyorum. İslam artık benim için atalarımdan miras aldığım adet/gelenek değil fakat yeniden keşfettiğim bir inanç sistemiydi…
Buradaki farkındalığın çok önemli olduğunu ifade etmek gerekiyor. Muhafazakar-dindar ailelerin çocuklarına miras bıraktıkları çok önemli hasletler var. Bunun yanında çocuklarının İslam’ı yeniden keşfetmelerine izin vermeleri gerekiyor.
İslam hakkında ailelerden bir şeyler öğrenmek çok değerli olmakla birlikte insanın kendi çabasıyla edindiği tecrübelerin yeri muhakkak daha değerli oluyor. Aliya’nın kendi tecrübesinde iki ideolojiye karşı duyduğu nefret İslam’ı tekrar fark etmesini sağlıyor. O noktada artık İslam atalardan miras alınan bir alışkanlıklar silsilesi olmaktan çıkıyor ve iman, ilim ve amel bütünlüğü sağlanmış oluyor. Aliya’nın bu tecrübeden önce de din hakkında bilgisi var ancak bu bilgi onu gerçek anlamda imanlı kılmaya yetmiyor.
Gençlerin bir hikayenin parçası olması gerekiyor. İslam’ın bugün onlara “özgürlük” olarak dayatılan aldatıcı hikayelerden farklı olduğunun, özgünlüğünün ve gerçek özgürlüğün teminatı olduğunu fark etmeleri gerekiyor. Bize kalırsa her insanın hayatında bu farkındalığı oluşturacağı bir evre gelecektir. O an geldiğinde doğru insanlarla doğru yerde olmak çok büyük önem arz ediyor. O insanların ise sözlerinden ziyade ortaya koydukları temsiliyet gerçek farkı ihdas ediyor.
İçine kapalı, küçük ve sıkıcı tartışmalarla imanın sağladığı imkânları görünmez kılan örnekler ise işimizi kolaylaştırmıyor daha da zorlaştırıyor. Önce insanların bizi sevmelerini sağlamalıyız. Muhabbet ehli olmak için çabalamalıyız. Kaba, itici, dışlayıcı tutumları terk etmeliyiz... Bir insanı haftalık derse çağırmak önemlidir ancak sıkıntıya düştüğü vakit arayıp sormak, dertleşmek daha önemlidir. Ateistlere cevap vermekten önce yapmamız gereken çok iş var kısaca! İncelemenin girişinde imanın mahiyetine dair yapılan basit girizgahta da göstermeye çalıştığımız üzere izah çabalarının gençlik üzerinde ne kadar bir tesir sağlayacağı tartışmalı. Karşımızda paradigmayı inşa eden beğenileri ve algıları oluşturan bir sistem var. Yarış mantığıyla hareket etmenin bir faydası olmayacaktır. Buna en iyi okul, en iyi iş yarışı da dahil tabi ki...
Allah Resulü bir hadisi şerifinde Müslümanın farz ibadetlerden sonra yapacağı en güzel işin “Müslümanın gönlüne huzur ve sevinç koyması” olduğunu ifade ediyor. “Sadaka olarak verebilecek malım yok” diyen sahabeye “kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır. (Tirmizî, Birr, 36) şeklinde cevap veren Muhammed (sav) en güzel örnek olarak (usve-i hasene) aramızdan ayrıldı. Örnek olmanın, ahlakiliğin önemini çok iyi biliyordu çünkü…
Yararlanılan kaynaklar:
Akıl ve İnanç / Michael Peterson, William Hasker, Bruce Reichenbach, David Basinger- Küre Yayınları
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE BİLGİ-İMAN İLİŞKİSİ / Vecihi SÖNMEZ
https://www.haksozhaber.net/dinimizi-dunyalik-icin-malayani-hale-getirmek-149645h.htm