"İman ettim" demek yeterli midir?

Yaşar Değirmenci, İslam'da iman ve ibadetlerin ayrılmaz bir bütün olduğunu ve ibadetin önemini aktarıyor.

Yaşar Değirmenci/Yeni Akit

İbadetleri terk etmeyelim!

Dinimizin uygulamaları ibadetlerdir. İbadetler de sadece namaz, oruç, hac, zekât değildir. Bunları da kapsayan Allah’ın razı olduğu bütün ameller ibadettendir. İnsanın dünyaya niçin gönderildiğine dair sorunun cevabı, peygamberlerin getirdiği vahiydedir. İnsan yalnızca maddi bedenden ibaret bir varlık değil, bedeni, ruhu, arzuları, duyguları ve aklıyla bir bütündür. Onun maddî bedenini tamamlayan bir de ruhî özellikleri vardır. Bu sebeple İslâm, insanı bir bütün olarak görmüş ve ona göre yol gösterecek esasları getirmiştir. Bu esaslar iman, ahlâk, ibadet ve muamelattır. Ancak İslâm bu hususları ayrı ayrı değerlendirmez aksine birbirini bütünleyen Müslüman’ın hayat şeklini oluşturan hususlar olarak görür. İslâm; bir bütündür, hayat tarzımızdır. Parçalanamaz, bölünemez.

İman; Allah’ın varlığına ve birliğine, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Peygamber Efendimizin bize tebliğ ettiği bütün hakikatleri dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik etmektir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: 

“İnsanlar, denenip imtihan edilmeden, sadece ‘İman ettik’ demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?” Bu ayet-i kerime “İman ettim” demenin yeterli olmadığını bizlere haber vermektedir. Zira iman, sadece kul ile Allah arasında kalan bir bağ değildir. Hayattan soyutlanıp zihinlere mahkûm edilmiş kuru bir sözden de ibaret değildir. İman, yaratılış gayemize uygun hareket etmektir. Fıtratımıza uygun hareket etmektir. Sorumluluklarımızı yerine getirmek için gayret göstermektir. Etrafımızda olup bitenlere karşı duyarlı olmaktır. Dünyanın neresinde olursa olsun zulme uğrayan bütün insanların dertleriyle dertlenmek, acılarını yüreğimizde hissetmektir.

İmanımızın hayatımızdaki tezahürü ibadetlerdir. İbadetler; bizleri Rabbimizin rızasına ulaştıran söz ve davranışlardır. Yüce Rabbimizin verdiği nimetlere karşı şükrümüzün ifadesidir. İbadetlerimiz olmadan, imanımız tam anlamıyla hayatımıza yön veremez. “Benim kalbim temiz!” demekle kalbimiz temiz olmaz. Haftanın bir gününe, yılın bir ayına, hapsedilen ibadetler, bizlere dünya ve ahiret saadeti getiremez. Geçmiş ve gelecek günahları affedilmiş olmasına rağmen Sevgili Peygamberimiz, en zor şartlarda dahi ibadetlerini asla terk etmemiştir.

İmanımızı kemale erdirecek olan ahlaktır. Ahlak, Peygamber Efendimiz’in vahiyden sonra bize bıraktığı en büyük mirastır. Ahlak, İslam’ın özüdür. Ahlak; şefkat ve merhamet, doğruluk ve dürüstlük, adalet ve yardımseverlik gibi güzel hasletleri hayatımıza hâkim kılmaktır. Kin ve nefret, haset ve ihtiras, israf ve cimrilik gibi kötü davranışlardan arınmaktır. Kul ve kamu hakkından sakınmaktır.

İmanımız, hayatımıza anlam katsın. İbadetlerimiz, kimliğimizi inşa etsin. Ahlakımız, bütün davranışlarımıza yön versin. İşte o zaman elimiz haramdan, gözümüz günahtan, dilimiz yalandan uzak kalacaktır. Ailemiz, huzur ve mutluluğun yuvası olacaktır. Komşuluğumuz, güven ve muhabbetle devam edecektir. Ticaretimiz helal, kazancımız bereketli olacaktır. Yeryüzündeki bütün mazlum ve mağdurların yüzü gülecek; dünyamız, barış ve esenlik yurdu olmaya devam edecektir. İmanımız amellerimizin şahidi olduğu müddetçe…

Sağlam ve sağlıklı bir inanca sahip ve İslam’ı gönülden kabul etmiş bir Müslüman birey, ahlaki ilkeleri vahyin anlam dünyasından besleyerek şekillendirme durumundadır. Sonuçta bu ilkeler, mümin bireyin içtenlikle benimsediği, inanıp bağlandığı değerlerdir. Bu inanılan değerler, artık müminin varoluş sürecini, hayatını, sözlerini, tutum ve davranışlarını yönlendiren, belirleyen unsurlar olur. Dinimizi cami duvarları arasından kurtarıp hayat tarzı hâline getirelim. Belli gün ve gecelerde kutlanan merasim/tören olmaktan kurtaralım. Yaşadığımız topluma örnek hayat sunalım. Önceliğimiz de “Allah’a kulluk” olsun. 

Ümmeti, milleti, dünyayı, İslâm coğrafyasını ya da ülkemizi ilgilendiren temel meselelerde, dindar olarak bilinenlerin maalesef ya sessiz kaldıklarını ya da yanlış bir pozisyon aldıklarını görüyoruz. Ya da bunların; bütün ümmeti ilgilendiren, Müslümanların ve İslâm’ın geleceğini tehdit eden onca önemli mesele varken; fındık kabuğunu doldurmayacak lüzumsuz meselelerle uğraştıklarını, şekle odaklandıklarını, hatta basit problemlerle tüm ülke insanlarını lüzumsuz yere meşgul ettiklerini görüyoruz. Bunca hayati mesele varken, son derece basit ve lüzumsuz meselelerle Müslümanlar; kendini ve ümmeti meşgul edemez/etmemelidir. Şirret kesim; kötü örnekleri sanki İslâm yaptırmış gibi dinimize veya İslâm ülkesi olmayan devletler de İslâm ülkesiymiş gibi saldırganlıklarına devam etmektedirler. Önce İslâm’ı öğrensinler, belli bir seviye kazansınlar o zaman bu kitleyi muhatap alırız. Şimdiki halleri tamamen bağnaz, kutsalı olmayan nihilizmin yolcusudurlar. Öbür âlemde kutsal hâle getirilen laikliğin kuralları/kanunları geçersizdir. İnanıp inanmamakta, kabul edip etmemekte serbesttirler. Bu dünyada verecekleri hesaptan kurtulsalar bile ahiretteki hesaptan kaçamazlar/kurtulamazlar. 

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango