İmam Nikâhı, Müftü Nikâhı Meselesi Üzerine

​​​​​​​Eğer nikâhtaki ibadet olma özelliğini ve Allah ile bağlantısını ortadan kaldırırsanız nikâhın müt’adan farkı olmaz ve devamlılığını sağlayan manevi bir gücü kalmaz. Allah bu güçlü bağı ‘çok ağır bir misak’ olarak isimlendirir (Nisa 21).

Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan makalesinde İmam nikahı üzerinden, İslam fıkhında nikah ve şimdilerde tartışılan Müftülere nikah kıyma meselesi üzerine yorum yapıyor:

Nikâh bir izin ve icazettir. Erkekle kadın birbirlerinin cinselliğinden yararlanabilmek için Allah’tan izin almaları gerekir. Bu yararlanmayı ancak O’nun izniyle yapabilirler. Çünkü mahremiyet Allah’ın özel alanıdır, oraya destursuz girilmez. Bakmakla dahi olsa sahibinden izinsiz kimse kimsenin cinselliğinden yararlanamaz. İşte bu iznin adı nikâhtır. Bunun için nikâh sadece Allah adına kıyılır. Eğer bugün dünyada dindar olmayanlar bile nikâh yaptırıyorlarsa bu yine de her hangi bir dinle başlamış bir uygulamanın devamıdır.

Bu sebeple İslam âlimleri nikâhın bir ibadet mi, yoksa medeni bir muamele mi olduğunu tartışmışlar, bazıları ibadet olduğunu söylerken, bazılar hukuki bir düzenleme, sözleşme, muamele olduğunu, bazılar da nikâhta her iki yönün bulunduğunu söylemişler. Doğrusu da bu sonuncusu olsa gerektir. Yani nikâh ibadet yönü bulunan bir muameledir. Bundan olacak ki, fıkıh kitapları nikâh bahsini ibadetlerin hemen arkasına, muamelat bahislerinin öncesine koyarlar.

Yine bundan olacak ki, Hanefiler diğer muamelelerde fasit batıl ayırımı yaparlarken, nikâhta ibadetlerde olduğu gibi fasidi de batıl olarak görürler. Yani nikâhı da ibadet gibi düşünürler. Buna karşılık bir fiilin salt ibadet olduğunun göstergesi, niyet olmadan yapılması halinde geçerli olmamasıdır. Ama nikâh, niyet bulunmasa bile geçerli olması yönüyle ibadetlerden ayrılır. Her ne olursa olsun, nikâhın ibadet yönü ağırlıklıdır. Bundan dolayı da hemen bütün dünyada nikâh mabetlerde kıyılır. Sanıyorum bunun istisnası sadece Türkiye, Sovyetler Birliği ve Çin idi. Rusya bu hatasından döndü, şimdi Türkiye ve Çin kaldı.

Eğer nikâhtaki bu ibadet olma özelliğini ve Allah ile bağlantısını ortadan kaldırırsanız nikâhın müt’adan farkı olmaz ve devamlılığını sağlayan manevi bir gücü kalmaz. Allah bu güçlü bağı ‘çok ağır bir misak’ olarak isimlendirir (Nisa 21). Aynı şekilde nikâhın manevi yönünü görmezlikten gelirseniz aileyi güçlü kılamazsınız. Aile dağılır, aile dağılınca da toplum fesada uğrar. Bugün Batının en büyük problemlerinden birisi budur.

Onun için bizde de Demir Perde saplantısından kurtulup nikâhın tekrar ibadetle alakasının kurulması gerekir. Aslında nikâhı imamın ya da müftünün kıyması şart değildir, hatta nikâhı her hangi bir üçüncü şahsın kıyması da şart değildir, Allah adına ve bir ibadet olarak karşılıklı iki irade beyanıyla aktedilmesi ve bunun da gizlenmeyip ilan edilmesi yeterlidir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında nikâhı hala imamlar kıymakta olduğu için ‘imam nikâhı’ diye bir kavram oluşmuş. Sonradan bu işlem belediyelere devredilmiş ve bütün maneviyatından soyutlanmış.

Şimdilerde ise, hadi imamlar kıymasın da müftüler kıysın gibi bir teşebbüs ortaya çıkınca demir perde mantığı buna şiddetle karşı çıkıyor. Oysa herkes buna mecbur edilsin de denmiyor, isteyen nikâhını istediği yerde kıydırsın deniyor. Hatta nikâhsız beraberlikler (ki, bunlar İslam’a göre zinadır) bile serbest. İşin ilginç tarafı, bunlar serbest de, ‘imam nikâhı’ dedikleri nikâhla beraber olma yasak. Gerçi biz de resmi tescili olmayan böyle bir nikâhın olmaması gerektiğini söylüyoruz, ama nikâh, nikâh olmayacağından değil, hukuku bulunmadığından böyle diyoruz. Çünkü nikâhın ağır bir misak olmasının bir anlamı vardır. Misak, yemin ve benzeri ispat yollarıyla belgelenmiş kesin söz demektir. Bugün resmiyeti olmayan nikâhlar bu özelliği taşıyamaz.

Bu tescili yapabilen ve devletin kabul ettiği herhangi bir kişi ya da kurum nikâh kıyabilir. Aslında bunu belediye memuru yapsın ama imamlar ya da müftüler yapmasın demenin iki anlamı olabilir: Birisi, imamlar bu ülkenin asıl vatandaşı ve birinci sınıf memuru değildir, zencidirler anlamındaki ayırımcılık, ikincisi biz sadece kendimiz için değil başkaları için dahi dini olan hiçbir şeyi istemiyoruz, anlamında bir tahammülsüzlük.

2000 yılında Amerika’nın Pittsburgh şehrinde bir caminin imamı olan arkadaşım (Kadir Gündüz) beni bir akşam bir nikâh merasimine çağırdı. Camide biri Filistin, diğeri Tür asıllı iki Amerikalının nikâhını kıydık. İmam arkadaş koca bir kütük defteri çıkarıp nikâhı şahitleriyle beraber yazdı. Merak edip sordum, dedi ki, burada spiritual leader dedikleri manevi önderlere bu yetki verilmiş bu yolla nikâhın mabetle ilişkisi kurulmuş. Biz bu deftere kaydeder, durumu resmi makamlara bildiririz ve nikâh resmen gerçekleşmiş olur.

O halde müftülerin, hatta imamların nikâh kıymalarından daha doğal bir şey yoktur. Aslında nikâhı onlar yapmış olmuyorlar, sadece tescil etmiş oluyorlar. Artık bağnazlığın ve din düşmanlığının bu kadarı da fazla oluyor.

 

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı