İmam-ı Rabbânî’nin Sünnet Anlayışı

Hayrettin Karaman, bugünkü yazısında İmam-ı Rabbânî'nin sünnet ve bid'at konusunda tasavvuf erbabına yazdığı mektuptaki hükümleri maddelendirerek izah etmiş.

Hayrettin Karaman / Yeni Şafak

Sünnet nedir, sünnet-hadis ilişkisi nasıldır” sorularının cevabını ilgili ilim dalının alimleri asırlarca önce vermişlerdir, ancak günümüzde bu cevapları bilmeyenler veya beğenmeyenler yeni tarifler veriyor, ilmî geçerliği olmayan yorumlar yapıyorlar.

Dinî hüküm ve bilginin kaynaklarından (edille-i şer'iyyeden) biri olarak sünnet “ibadet, itikad ve muâmelât” olarak dini açıklar. Hadis kitaplarında rivayet edilen her ifade sahih olmadığı gibi dini açıklayan sünnet de değildir.

Sünnet ve bağlayıcı olup olmaması bakımından Peygamberimizin (s.a.) sözleri ve fiilleri farklıdır. (Bu konuda geniş bilgi için sitemden “Bağlayıcılık Bakımından Hadisler” konulu yazıma bakılabilir.)

İmam-ı Rabbânî'nin bir mektubundan aldığım aşağıdaki parça sünnet ve bid'at konusunda tasavvuf erbabını da tatmin edecek bilgiler veriyor:

“Sesli (cehrî) zikir zevk ve şevk verdiği halde bid'at diye menedilmesi, yine Peygamberimizin (s.a.) zamanında mevcut olmadığı, sonradan icad edildiği halde ferace, şal, şalvar giymek gibi şeyleri men'etmemenin sebebi nedir?” diye soruyorsun.

Ey mahdûm,

Peygamberimizin (s.a.) yaptıkları (fiilleri) iki çeşittir: İbadet yoluyla yaptıkları ve örf ü âdete uyarak yaptıkları.

Kendisinden ibadet olarak sadır olan fiile aykırı (ona uygun düşmeyen) bir fiili çirkin bid'at olarak kabul ediyoruz ve bu fiil dinde olmayan bir şeyi ona kattığı bunun da kabul edilmesi mümkün olmadığı için onu titizlikle menediyoruz.

Ondan (s.a.) örf ve âdete uyarak sadır olan fiillere gelince, bunlara uymayan, benzemeyen şeyleri çirkin bid'at olarak kabul etmiyor ve engellemiyoruz; çünkü bunların din ile alakası yoktur, varlığı ve yokluğu, olup olmaması dine ve ümmetin dine dayalı davranışına değil, örf ve âdete dayanmaktadır; bazı yerleşim yerlerinin örfü diğerlerinin örfüne benzemez, hatta belli bir yerin örf ve âdeti bile farklı zamanlara göre değişik olabilir.

(Fiilin bid'at olup olmaması ve buna göre menedilip edilmemesinin kuralı böyle olmakla beraber) âdete dayalı sünnete de riayet edilirse iyi sonuçlar ve mutluluklara vesile olur… (Mektubat, C. I, 231. Mektup'tan).

Şimdi bu mektupta yer alan bilgi ve hükümleri açarak maddeleştirelim:

*Peygamberimizin (s.a.) her fiili ibadet ve din değildir; onun toplumunda uygulanan bazı âdetlere uyduğu da bir vakıadır, bu âdetler din ve ibadet olmadığı için değişebilir ve bunlara uymayan fiiller, davranışlar bid'at olmaz.

*İmam-ı Rabbânî'ye göre bazı tarikatlarda uygulanan cehrî (sesli) zikir -zikir ibadet olduğu ve Peygamberimiz sesli zikir yapmadığı için- bid'attır.

*Tasavvufu temsil eden tarikatların bir kısmında bid'atlar vardır; şu halde “tasavvuf eşittir sünnet” demek doğru değildir. Tasavvuf sünnetin değil, sünnet tasavvufun ölçütüdür, mihengidir.

*Bir mümin Peygamberine olan muhabbeti sebebiyle onun âdetlerini de kendinde uygulayabilir, bu muhabbet davranışından fayda da görür, ama bu âdetleri dine dahil edemez ve farklı davrananları sünnete uymamakla, bid'ata sapmakla suçlayamaz.

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...