İmam Gazali İslamcılığın nesi olur?

Vefatının sene-i devriyesinde İmam Gazali, Müslümanların asri dönem düşünce çabaları içinde ne kadar yer buldu?

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

İmam Gazali İslamcılığın nesi olur?

Müslümanların bugünküne benzer tarihi şartlar içinde yaşadığı, siyasi, mezhebi birçok problem ve çatışmanın giderek arttığı yıllarda İslam düşünce geleneğinin en çok konuşulan isimlerinden birisi Müslümanların o dönemki problemlerine çare bulma gayretine girişti. Bir yandan İsmaili-Bâtıni (onun deyimiyle Talimiyye) saldırganlık bir yandan Müslümanların tefekkür etme biçimlerinden oldukça farklı görülebilecek felsefe akımı diğer yanda kendi iç tartışmaları içinde çözüm üretmek bir yana çözümsüzlüğü derinleştiren bir ulema… Hepsinin sunduğu görüntüyü kendi dönemi ve gerçekliği içinde anlamaya çalışmak sağlıklı değerlendirmeler yapmak için şart ancak içinde bulunduğumuz dönemle büyük benzerlik taşıdığı da göz ardı edilemez. Gerekli analojileri okuyucu rahatlıkla kurabilecektir diye düşünüyoruz.

Böylesi bir vasatta kendisine İmam payesi verilen bir mütefekkir olarak Ebu Hamid Muhammed el-Gazali oldukça ilgi çekici bir hayat yaşadı. Destekçileri ve muarızları bugün hala tartışmaları sürdürürken Türkiye’deki İslamcılık hareketinin Gazali’ye yaklaşımının ise oldukça sathi olduğu değerlendirmesi yapılabilir. Peki, bu durum neyin göstergesidir? İmam Gazali göz ardı edilmesi sorun teşkil etmeyecek bir düşünür olarak değerlendirilebilir mi? Bu kısa incelemede bu hususları ele almaya çalışacağız.

Gazali Sessizliği

Şüphesiz İmam Gazali Türkiye’de ve batı dünyasında İslam düşüncesi üzerine akademik veya akademi dışı en fazla çalışma yapılan isimlerden birisidir. Bu durumu Gazali’nin kıymetini teslim etmek için örnek olarak vermiyoruz. Sadece etkisini anlamak adına değinmek faydalı olabilir. Ancak bu durumun aynısının İslamcılık birikimimiz için geçerli olduğunu söylemek güç.

Enteresan bir şekilde ıslah ve ihya İslamcılığın en çok kullandığı kavramlardan olmasına rağmen bizden asırlar önce dini geleneğin ve ilimlerinin ihyasını öngören İmam Gazali’ye atıf yapan eserlerden bahsetmek neredeyse mümkün değil. Bunun en temel sebebini parçacı tarih okuması oluşturuyor.

Tarihi ideolojik söyleme uygun bir şekilde okuma biçimi onu kullanışlı hale getirmek adına parçalara ayırıyor. Tarihi şahsiyetlerin de nasibini aldığını bu hatalı okuma biçimi sadece İslamcılar için geçerli değil tabi ki. Bu perspektifle bakıldığında 4 veya 5 tane farklı İmam Gazali ile karşılaşmak mümkündür. Mustasfa’yı yazan fıkıhçı Gazali size kıymetli doneler sağlarken, Mişkatü'l-Envar’dan yola çıkarak Kafdağı hikâyeleri(!) anlattığını öne sürenler çıkabiliyor. Mihakk’un-Nazar’da ise doğru düşünmenin yolunu arayan mantıkçı Gazali ile karşılaşıyoruz.

Bu sebeple parçacı okumalardan sıyrılıp tarihe, ilmi emanetimize ve âlimlerimize haklarını düzgün bir şekilde teslim etmek adına dönemin şartlarını göz ardı etmeyen bütüncül bir perspektif zaruridir. Aksi halde tarih üzerine konuşmak da çok mümkün hale gelmiyor. Herkes kendisine göre bir tarih çıkarımı ortaya koyunca ortak ve verimli bir tartışma zemininden de mahrum hale geliyoruz.

Paradigmal Netlik

İmam Gazali söz konusu olduğunda en bilinen tartışma, İslam dünyasında Gazali’den sonra düşüncenin durağanlaştığı önermesidir. Oldukça komik olan bu önermenin niçin bu kadar tutulduğu ise önermenin gizli öznesinde saklı. Malum İmam Gazali’nin Tehafüt’ü ile ciddi suallerle baş başa bıraktığı feylesof çizgi en azından Sünni coğrafyada bir daha eskisi kadar hiçbir zaman toparlanamadı. Şimdi felsefecilerin ‘durağanlaşmasını’ İslam dünyasında düşüncenin durağanlaşması ile bir tutmak felsefeden başka tefekkür eylemi kabul etmemek anlamına gelir ki bunun bir Müslüman için kabulü zaten mümkün değildir.

İmam Gazali’nin itirazı içerisinde genelde tekfir meselesi etrafında şekillenen tartışmalar da itirazın içeriğini daraltan bir yapı arz ediyor. Öncelikle meşhur üç mesele içerisinde 'bedenen haşrı' reddettikleri için felsefecileri tekfir etme konusu Gazali’nin eserlerinde farklılık göstermektedir. Bu konuya ne tür bir anlam atfedildiği tartışmalı olmakla birlikte fıkhi bir yorumdan ziyade düşünsel bir tavırdan söz etmek daha mümkün gözükmektedir.

Tehafüt’teki itirazların muhtevası aslında bizlere Gazali’nin düşünce üretmekten ne anladığı hakkında önemli veriler sunuyor. Gazali’nin tenkitleri arasında feylesofların “ibadetlerinde dikkatsiz kimseler” olduğunu vurgulaması İmam’ın düşünce ile eylem arasında doğrusal bir ilişki kurduğunu göstermektedir. Bu bağlamda felsefecilerin en tehlikeli görüşü düşünce eylemini akıl ile sınırlayan bakış açılarından kaynaklanmaktadır. Hâlbuki akıl ruh ve nefse bağımlıdır. Bunlardan bağımsız bir akli tefekkür düşünmek mümkün değildir. İnsanın düşünme ile meleklere yaklaşacağını söyleyen Gazali, bu eylemin imani bir şey olduğunu söyleyerek akleden kalbe işaret etmektedir. Bu saygınlık özellikle müminleredir. Zira düşünmenin yetkinlik belirtisi, imandır. İman rütbesine erişmeyen kimse düşünmek şerefiyle özelleşmez. Düşünme şerefiyle özelleşmeyen kimse Yüce Allah’ın saygınlığını elde etmez. Çünkü O, ‘Bunda, kalbi olan veya tanıklık ederek kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.’ diye buyurmuştur.[1]

Modern zamanlarda Batı karşısında yaşanan mağlubiyetin ortaya çıkarttığı en büyük kriz belki de Müslümanların, İslam’ın modernleşmeye cevap veremeyeceği ön kabulüyle hareket etmeye başlamalarıdır. Burada artık bilerek veya bilmeyerek Batı modernleşmesi merkeze alınarak düşünce üretilmeye başlanır. İncelememizin başında vurguladığımız tarihsel şartlar arasındaki benzerlik bu hususta yine tebarüz ediyor. Helenistik kültürden gelen felsefe ile Müslümanların karşılaşması sonucu yıkıcı olarak nitelenebilecek tesirler baş gösterince cevap verilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Tarihsel benzerliklerin cevap bahsinde farklılaştığını söylemek mümkün zira o dönem Müslümanlar cevap verebilirlerken içinde bulunduğumuz dönem için ne yazık ki aynısını söylemek güç.

Burada İmam Gazali’nin ortaya koyduğu tavrın oldukça etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Gazali’nin düşüncenin nasıl üretilmesi gerektiğine dönük bütünsel yaklaşımı onu farklı ilimlerden olabildiğince fazla faydalanmaya yöneltmiş olabilir. Munkız’da zikrettiği hakikate yönelik çaba içeren 4 disipline yaklaşımında sanki her birisinin sahiplenicisi makamında olduğu hissine kapılmak mümkündür. Neticede kendisinin tanımladığı ve düşünce ile amel birlikteliğini –onun zaviyesinden- en fazla içeren tasavvufta karar kılmıştır. Ancak belki de ilmi ahlak gereği Batıniler, Felsefeciler ve Kelamcılara da haklarını teslim ettiğini söylemek mümkündür. Bu yaklaşım onun başka eserlerinde de görülür. Tehafüt’ten evvel yazdığı Makasıd’ül Felasife eserinin Latince çevirisi Batı’da Aristocu (Peripatik) Felsefe'ye giriş kitabı olarak okutturulmuş. Gerçekte onun niyeti ise tezlerini Tehafüt’te çürütmeden önce felsefecilerin ne anlatmak istediğini aktarmaya çalışmaktır. Ancak bunu o kadar başarılı bir şekilde yapmıştır ki ortaya Aristoculuğu anlatan kıymetli eserlerden birisi çıkıyor. Bugün ise bizler Batı’da yazılan düşünce, felsefe metinlerinin çevirileri etrafında fikir tartışıyoruz…

Gazali’nin itirazlarını dile getirirken referans noktasına değindik ancak toptan retçi bir tavır takındığını da düşünmüyoruz. O içinde bulunduğu şartlarda cevap üretirken mantık ilmi başta olmak üzere Batı’nın birikiminden istifade etmekte beis görmüyor. Netice olarak Hüccetül İslam yani İslam’ın delili lakabına layık görülecek kadar mantıksal çerçeve sahibi bir düşünür çıkıyor ortaya. Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmeyeceğini ifade eden Gazali bugün hala bizlere çok fazla şey söylüyor şüphesiz. Tabi ki Batı tecrübesine yaklaşımdaki seçmeci tavrı içerisinde bulunduğu paradigmal netlik sayesinde yapabiliyor. Bugün Müslümanlar için böyle bir durumdan bahsetmek mümkün olmadığı için bu noktada daha dikkatli davranılması gerektiğinin altını çizmek gerek...

Gazali’nin vefat yıldönümünde gelenek ile İslamcılık tecrübemiz üzerine düşünmek verimli okumalara sebep olabilir. Daha fazla detaylandırılması gereken bu husus hakkında şunu belirtmek lazımdır ki, İslam düşünce geleneğine, toptan ret veya kabul içeren yaklaşımların ötesinde yeni bir perspektifle yaklaşmamız gerekmektedir. Batı düşüncesine karşı yapıldığında bile verimli olmayan kategorik yaklaşımları kendi ilmi geleneğimize karşı takındığımızda 150-200 yıllık bir kapsama kendimizi hapsetme riski içerisine giriyoruz. Hâlbuki bunun çok ötesinde eleştirel bir akılla yaklaşıldığında gelenek, geçmişimizi, nereden geldiğimizi anlamamıza yardımcı olacak tarihi ve ilmi birikimimizi ortaya çıkartacaktır. Burada Amerika’yı yeniden keşfedercesine gelenek okumalarından falan bahsetmiyoruz. Geleneği tartışılmaz bir yere koyan nostaljik yaklaşımların toptan ret eden yaklaşımlar kadar derinlikten uzak olduğunu söyleme ihtiyacı bile hissetmiyoruz. İslamcılığın Müslümanların siyasal, sosyal, düşünsel problemlerine çözüm üretme niteliğine sahip yegâne hareket olarak gerçekleştirmesi gereken sorumluluğuna dikkat çekmek istiyoruz. İmam Gazali bu çabaya başlamak için ihya çağrısıyla önemli bir yerde duruyor şüphesiz. Rahmeten vasia…  

 

[1] Düşünme, Konuşma ve Söz Üzerine, İmam Gazali, İnsan Yayınları, s.56 (Ayet: Kaf, 50/37)

Biyografiler Haberleri

"Afiye Sıddıki'ye yönelik Amerikan zulmü sürüyor"
İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?
Filistin cihadına adanmış bir ömür: İsmail Heniyye