İlme yön veren dinamikleri din belirlemedikçe...

Yaşar Değirmenci, din ile ilim ilişkisi doğru kurulmadığı takdirde ortaya çıkabilecek sorunları inceliyor.

Yaşar Değirmenci / Yeni Akit

İlmin kılavuzluğunda yürümek

Son zamanlarda yine her kafadan bir ses çıkıyor. Susması, en son konuşacak adam olması gerekenler, en çok konuşanlar. Bilhassa dini meselelerde. Dindar olarak bilinenler de ilmîlikten uzak halleriyle, düşünceleriyle bu karmaşıklığın içindeler. Bunlara devletin rejimin istediği dini yerleştirmeye çalışanlar da var. 

Dijital işgalin, zihin kirliliğinin, görselliğin, manyetik dalganın metamorfoz hâle getirdiklerinin durumları da ayrıca değerlendirilmeli. Yapay zekâ ile robotlaşma çalışmaları, değişim ve dönüşümün insanımızı dönüştürmesiyle de tam bir keşmekeşin içindeyiz. Okuma alışkanlığının yerini de ‘haz ve ayartı’nın alması dertli insanımızı çaresiz dertlere sürüklüyor. İnsanın kendisini, dolayısıyla hayatı yok edecek tehlikeli bir sürece gidiyor. 

Din, Allah’tan geldiğinden bütün tanımların ve sınırların ötesine uzanır ve hayatımıza hem mânâ hem de ruh katar. Akıl, bilim, çağ sınırlıdır. Bu sebeple zamanla ve mekânla kayıtlıdır; o yüzden aklın nefesi sınırlı, bilimin ve çağın ufku değişkendir, gelip geçicidir. Din’in akla indirgenmesi, bilime ve çağa göre yorumlanmaya çalışılması, dini ruhsuzlaştırır, tanınamaz hâle getirir ve hayattan uzaklaştırır. İnsanımızın iç dünyası da çağdaş hurafeler çöplüğüne döner. İnsanın adını, insanın özünü, İslâmiyet dışında başka bir dinin, başka bir fikrin koruyabilmesi mümkün değildir.

İslâm nedir? İslâm, Kur’an-ı Kerim’dir; ona bağlı olarak, Peygamberimizin sünnetidir. Ayrıca, Kitabı ve Sünneti izah eden “tefsiri-içtihadi-ilmi-fikri” eserlerdir. 

İslâm’ın nasıl yaşanacağının en güzel ve mükemmel örneği, Peygamberimizdir. İslâm’a uymayan beyanlar ve tavırlar, kimden gelirse gelsin reddedilir. İsterse o kişi havada uçsun, denizde yürüsün! 

Sınav dünyasındayız. Her çeşit imtihanın yaşandığı dünya. Fânilikler içinde ebedî hayatın kazanıldığı dünya. Bu durum, yaşananlar, yaşanacaklar bildirilmemiş değildir ki. Ne kadar tuhaftır ki, insanlar, fevkaladelikler görmek istiyorlar; görmeyi çok istedikleri için de olmayanı bile var gibi görüyorlar. Gördüklerini o türlü ve o yönde “algılamaya” yatkın ve hazır bir ruh hali içinde bulunuyorlar.

 Allah Resul’ünün yaşadığı “model hayat” hiçbir sahteliğe izin vermeyecek kadar gerçek ve açık olarak ortadadır. Kur’an vahyinin ve onun uygulayıcısı Resulullah’ın ilk neslin iç dünyasında inşa ettiği selim akla, bugünün Müslüman’ı (her türlü imkana sahip olduğu halde) muhtaçtır. 

Resulullah Efendimizin hayatının bilinmeyişi veya kronolojik bilgilerden ibaret biliş insanımızı; “kulluk şuuru”ndan habersiz, her şeye “kul” olur hâle getirmiştir.   

Olağanüstülüklere meyyal oluş bilinçaltına yerleşmiş. Hiç sormazlar Ashabı Kiram, böyle arayış içinde bulunmuş muydu? Bir tek örnek gösterilebilir mi? “Bir mucize zuhur etti, herkes iman etti” şeklinde bir haber (bilgi) var mı? İmandan nasibi olanlar iman ettiler. Kalbi mühürlü olanlar mucizelere rağmen iman etmemişlerdir. İstedikleri olsaydı da iman etmeyeceklerdi; bunun da örneklerini siyerde görürsünüz.  

Esasen, her şey açık olsa; o hale “iman” hali denilmez. Akıl ve irade devreden çıkar. Ahirette, münkirler de pişmanlık duyacak. O hâle iman denmez. İmanın yolu, istikamet yoludur. İslâm’ın ölçüleri, istikamet ölçüleridir. Bu ölçüler bize bildirilmiştir. İslâm mahfuzdur, korunmuştur. Bize düşen bildirilmiş ölçüler üzerinde amel etmek, tefekkür etmek; onların yerine yeni ölçüler koymamaktır. İtidal, İslam’ın bir bütünlük ve istikamet güvencesi olarak telkin ettiği bir kök değerdir, bir hayat düsturudur. 

Resulallah Efendimizin hayatı bir itidal destanıdır; bir tek tavrını sözünü işaretini gösteremezsiniz ki itidal güzelliği taşımasın. Kur’an-ı Kerim, itidal izahlarıyla dopdoludur. Peki nasıl oluyor da Müslümanlar itidal’i, bırakarak ifrat tefrit salıncağında sallanıyorlar. “İtidal” emrini, ilkesini esasını, düsturunu anlayabilmek için düşünmek lazım. İtidal farz belki farz-ı ayn. Çünkü farzları yerine getirmek için de itidal lazım. “Din’de aşırılık (ifrat) helake sebeptir” deniliyor. Çünkü itidalden uzaklaşmak asliyetten sapmadır. 

Niyeti ne olursa olsun her ifrat, yoldan uzaklaştırır. İnsanın manevi hayatı ile ilgili çok önemli bir hususun, Kitap’ta, Sünnet’te yer almamış olması mümkün değildir. İnternet, tekno bilgisayar, “her şeyi biliyor, her şeye gücü yetiyor.” 

Bunlar söylenemez. Peygamber de olsa söyleyemez ve zaten söylemez, söylememiştir. “Her şeyi bilmek, her şeye gücü yetmek” uluhiyet sıfatlarındandır. Kul, ancak, Allah’ın izin verdiği kadarını bilir; nasib ettiği kadar güç sahibi olur. Her şeyi gören bilen yalnız Allah’tır. Bir başka bilgiçlik tasavvuf. Tasavvuf, Kitab’ın, Sünnet’in dışında bir konu değil. 

Peygamberimizin varisleri olan âlimler O kaynaktan beslendikleri müddetçe makbuldürler, muteberdirler, muhteremdirler. Müçtehitlerimiz Şeriata dayanarak içtihat ederler. Yanılırlarsa günah yok, isabet ederlerse sevap kazanırlar. Müçtehitlerimizin çıkardığı fıkhî hükümler İslam’la özdeş olsaydı yanılma olmazdı. Ayrıca müçtehitlerimiz (usul ve şartlarına uygun) içtihad ederlerse; fikren-ilmen cihad etmiş olurlar. Müslümanların değişen şartlardaki her meselesine kafa yorup cihad etmişlerdir. 

Bu sayu gayretlerinden dolayı da taltif, takdir ve teşvik görmüşlerdir. Ehl-i Sünnet çizgisindeki bütün tasavvuf büyüklerimiz başımızın tâcıdır. Tasavvuf’un hakikati İslâm’ın her hal ve şartta yaşanmasıdır. İhlas’ın, İhsan’ın, takva’nın, fazl’ın, istikamet’in, sırat-ı müstakim’in, kalb-i selim’in, iman’ın hakikatidir. Asliyet ölçüleriyle çerçevelenmiştir. İslâm’ın asliyeti, Kur’an-ı Kerim’dir, onun teyit ettiği hadis-i şeriflerdir. Hataya düşme ihtimali olmayan hiçbir tasavvufî ve içtihâdî yorum mevcut değildir. 

Fıkhî disiplin bu konuda, ahad haberin (sahih bile olsa) zan ifade ettiğini ve itikatta (inançta) delil olamayacağını söyleyecek kadar hassastır.  

Hayatımızın sıkıntılarından kurtulmak için, asliyet dairesinin ölçülerini hayatımıza hâkim kılmalıyız. Bu da Vahye dayanan, Allah ve Resulü’nün ölçülerine uyarak gerçekleşir. Kafaya göre din olmaz, Dine göre kafa olur. Kafaya göre cemaat olmaz, Dine göre cemaat olur. Kafaya göre ölçü olmaz, dine göre ölçü olur. Sisteme göre din olmaz, dine göre sistem olur. 

Yalan yanlış düşüncenin önü ancak sahih bilgiye dayalı sahih imanla alınabilir. Sahih bir din eğitimine ihtiyaç vardır. Din eğitiminde yaşanan sefalet ve cehaletin müsebbibi de “din eğitimi”ni tehlikeli görenlerdir. 

 Düşünmeye, kıyaslamaya, sorgulamaya, özeleştiriye, beşerî zaaflarımızı ve şuuraltımızı bir denge noktasında kıvamlandırıp fazilet ve güzellik hâline dönüştürmeye o kadar ihtiyacımız var ki. Kur’ân, çağa göre yorumlanamaz! Çağ, Kur’ân’a göre yorumlanır. Kur’ân, tek bir çağ’a gönderilmedi; bütün zamanlara ve mekânlara gönderildi. 

Çağ da bütün çağlar da geçicidir. Kur’ân, çağlar üstüdür. 

Sözün özü: Din’e uyacağız; din’i kendimize uydurmaya kalkışmayacağız. Yoksa, hayatımızda dinden eser kalmaz.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası