Mücâdele vardır, ilkeler üzerine mebnî. Olmazsa olmazları, takip etmek zorunda olduğu ahlâkî kâideleri vardır. Dâvanın varlığı ilkelerle mümkündür.
Kavgası ilkeler içindir. İlkeler varsa vardır, yoksa yoktur. Kimliğini, iddiasını, gelecek projesini onların ışığında kurar.
Var olma kavgasında ahlâkî düsturlar, düsturü’l-amelidir, gücünü ve meşruiyetini oradan alır. Varoluşu bu temelde anlamlandırır, misyonu; onları hayata ikâme etmektir.
Mücâdele vardır, ilke tanımaz, kazanmak uğruna her yolu mûbah sayar. Ayaklar altına alamayacağı, ezip geçemeyeceği değer yoktur. Tek değer, güçtür, güç haktır! Sahip olmak için en kanlı senaryolara imza atar da dönüp arkasına bile bakmaz.
Ahlâkî prensipleri, yolunda hep engel görür, değerlere düşmanlığı ondan. Bu yüzden hak ve hukuk tanımaz, her ne kadar hak ve hukuk retoriklerini dilinden düşürmese de. Zira erdem değerlerinin toplum vicdanındaki gücünü çok iyi bilir. Rakibini zayıf düşürecekse ahlâkî düsturları hatırlar, hatırlatır. Bir de toplumsal taban kazanmak ve kitleleri uyutmak için..
Bunlar; iki farklı özdür, suyla ateş gibi, biri ferahlatır, diğeri yakar. Şerle hayırın zıt duruşları gibi. Formlar sürekli değişir, çağın ridasını üzerine çeker, ama öz hep aynı kalır. İnsanoğlunun tarihi bir anlamda bu iki eksen etrafında oluşmuş gelgitler tarihidir. Bugün de durum farklı değildir, yarın da farklı olmayacaktır, bundan eminim.
İlkelerle ilkesizlik, değerlerle değersizlik, erdemlerle erdemsizlik kavgasında, bir o taraf bir bu taraf galip gelir. Daha doğrusu, öyle görünür çıplak göze. Ama nihayetinde değerleri üzerine kavga edenler kazanan taraftır. Tabiî eğer paradigma korunmuşsa..
Kavgada, hak ve hukuk tanımayan taraf bir kaç adım öne geçtiğinde ve bu öne geçiş sabit değerleri çiğnemekle mümkün olmuşsa, ilkeleri uğruna mücâdele edenler safında, “ahlâk ve prensipler eksenli kavganın sonuç alamayacağı endişeleri” başlar.
“Biz kurallara uygun boks yaptıkça diğerleri bel altından vuruyor, haksız yere puan topluyor” itirazları yükselmeye, âdil kavga vermeyenlere karşı prensiplerden taviz verilebileceği, gerekirse diğerleri gibi hile yapılabileceği kanaatleri oluşmaya başlar.
Önceleri sadece yüksek sesle dillendirilmeye başlanan bir kanaattir bu. Karşı taraf ceberrut saldırılarını sürdürdükçe bu kanaat daha fazla taraftar toplamaya başlar. Kanaat güçlendikçe zamanla amele dökülür. Kerhen yapılan ilkesiz eylemler, sayısal trendi artan bir seyir izler.
İlkesel mücâdeleden ağır ağır ödün verildiğinde, reel zeminde yeni mevziler kazanılabilir, kazanılır da. Ama, asıl kaybeden kazanılan mevzilere rağmen, ilkelerdir. Zira ötekine benzeme tehlikesi başlamıştır. Benzemek kaybetmektir. Öteki kaybetse de, kendisine benzeterek yine de kazanmıştır.
İnanan insan bu tuzağa niye düşer?
Yapısındaki acelecilikten. Zaferi bu dünya merkezli görmeye başlamasından. Tahammül gücünün az olmasından. Bir an önce kazanalım telâşı, bütün iyi niyetlere rağmen yenilgiye dönüşür. Kalpteki niyet kayması, ameldeki kaymaya evrilir.
Bu tuzağa kimler düşmez?
Öncelikle hayatı âhiret merkezli yaşayanlar. Bu dünyadaki mücâdeleyi medeniyet perspektifinden ele alanlar ve dolayısıyla yaşanan süreci 10 yıllık bir dar perspektifden değil, yüzyılların geniş perspektifinden okuyanlar. Kur’an’da kıssaları anlatılan ve her biri mücâdelenin ahlâkî yol haritasını çizen peygamberleri kendine rehber edinenler.
Bunlar sabırsızlığın kurbanı olmazlar. Çünkü onlar, sabrın, aktif direnişin diğer adı olduğunu şuur dünyalarına yedirmiş kadrolardır. Yol uzun da olsa, ancak yola çıkanların menzile varacağını bilirler. Olumsuz şartlar onları teslim olmaya iknâ edemez. Var olmanın anlamı hâlisane duygularla adanmaktır onlarda. İman etmek ilkesel ise, ilkeleri tasdik ise eğer; tasdik iddialarının sınanacağını da bilirler.
Gençler, yapılan haksızlıklar karşısında kanı kaynayanlar, gasb edilmiş haklarını geri almak için sabırsızlananlar; ilkesel mücâdeleyi zaman kaybı anlamında algılayabilirler. Bunun adını pasif direniş de koyabilirler. Dizginleri sağduyunun ve prensiplerin eline vermektense, taşmakta olan duyguların eline vermeyi yeğleyebilirler.
Bu, zor gözükse de kolay bir tercihtir. Hâlbuki, ilkesel direniş zordur, yıkmayı değil yapmayı hedefler. Amacı; ilk elde bireyi erdem değerleriyle donatmak, zulmün her türlüsüne karşı insan fıtratına içkin ahlâkî duyguları toplumsal boyutta ayaklandırmaktır.. Bunun yolu da zulmün görünür hâle gelmesini sağlamaktan geçer. Çünkü zulmün en etkili panzehiri onu görünür kılmaktır. Cellatlarımızın endişesi de zulümlerinin artık gizlenemez boyutlara ulaşmasından değil midir?..
Haksızlıklara karşı direnmek ahlâklı olmanın gereğidir. Ama bunu ahlâkî zemini kaybetmeden başarmak gerek. Ancak o zaman mücâdele kalıcı ve başarılı olur
Vakit gazetesi