Genelkurmay Başkanlığı Hareket Dairesi Başkanlığı'nca hazırlanmış olan ve 'AKP iktidarını ve Gülen'i bitirme planı' olarak anılan planla ilgili bulgular, artık 'iddia' boyutunun ötesine...
Genelkurmay Başkanlığı Hareket Dairesi Başkanlığı’nca hazırlanmış olan ve ‘AKP iktidarını ve Gülen’i bitirme planı’ olarak anılan planla ilgili bulgular, artık ‘iddia’ boyutunun ötesine geçmiş durumdalar. Planın altında imzası olduğu belirtilen Albay Dursun Çiçek’in imzasının gerçek olduğu, Adli Tıp Kurumu’nca doğrulanmış bulunuyor.
Böyle bir planın Genelkurmay Başkanlığı’na en yakın alt birimlerden biri tarafından hazırlanmış olduğunun kanıtlanmış olması, ‘demokratik hukuk devleti’nin tamamen dışında kalan bir alanda hareket ettiğimizin de kanıtı. Bu ülkenin güvenliği sağlamakla görevli kurumun, yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu halkın oylarıyla seçilmiş meşru bir iktidarı yasadışı yollarla ve tezgâhlarla nasıl devireceğine ilişkin bir plan yapmış olduğu ortaya çıkmış bulunuyor.
Olaya hangi tarafından bakılırsa bakılsın, tam anlamıyla bir skandalla karşı karşıyayız. İlker Başbuğ, basın toplantısı düzenleyerek ve çok ağır ifadeler kullanarak belgeyi reddettiğine ve bu meydan okuyuşu belgelerle yalanlandığına göre, şu anda kendisi ağır bir sorumluluk altında.
Bu planın fotokopisi ortaya çıktığında Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, belge için ‘kâğıt parçası’ demiş ve planı yayımlayan gazeteden yasalar önünde hesap soracağını açıklamıştı. Başbuğ bu açıklamayı yaparken kendinden çok emin bir tavır sergilemişti.
Başbuğ’un gerçekleri söylemediği ortaya çıktığına göre şimdi ne olacak? Herkes gibi ben de şunu merak ediyorum: Başbuğ bu raporu hazırlayan alt kademeler tarafından yanıltıldı mı? Onlardan aldığı raporlar nedeniyle mi böyle konuştu? Daha vahim olan olasılıksa şu: Başbuğ bu raporun yazılmasından haberdar olmuş ve bu yolu bu gerçeğin örtbas edilmesi için kullanmış olabilir mi?
Her iki durumda da komutan açısından artık zor bir durum söz konusu... Ülkenin meşru iktidarına karşı bu kadar düşmanca bir tutum takınan bir raporun varlığı (Başbuğ önceden haberdar olmuş olsa da olmasa da) en hafif deyimiyle ağır bir görev ihmali anlamına geliyor.
***
Ergenekon davasının özünü de siyasete ordu üzerinden yapılmak istenen yasadışı, gayrımeşru müdahaleler oluşturuyor. Ergenekon süreci, siyasete siyaset dışından darbeler indirmek isteyenlerin yargılanması olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda, İlker Başbuğ’un Ergenekon davasına ilişkin olumsuz tutumunun tabloyu tamamlayan nitelikte oldukları düşünülebilir.
Askerin siyasete bu kadar ağır düzeyde müdahalede bulunması, askerin kendi görev alanındaki meşruiyetini, kabul edilebilirliğini tartışmalı hale getiriyor. ‘Ben siyasette var olacağım’ ısrarı, orduyu yıpratıyor, orduya olan güveni sarsıyor, ordu içindeki güçlerin darbeciliği sürdürme eğilimini kışkırtıyor.
***
Bu belgenin doğrulanmasıyla birlikte, Türkiye bir tarihi dönemecin aşılması noktasına gelmiş bulunuyor. Askerin siyasetle olan ilişkisi açısından son derece kritik bir noktadayız...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokrasiye zarar veren, siyaset alanını denetim altına almayı amaçlayan çıkışları, siyasi hayatımızı çok ağır şekilde tahrip etti. Bu çıkışlar Türkiye’nin iç demokratik dengelerini sarstıkları gibi, dış ilişkileri de zehirleyici etkiler yaptılar.
Bugüne kadar ülkemizdeki demokratikleşme sürecini kesintiye uğratan ve zedeleyen en önemli etken, ordunun siyasete müdahalesiydi. Geçmiş dönemlerde bu müdahalenin daha da yüksek düzeyde bir sürekliliği ve meşruiyeti söz konusuydu. Geçmişin kalıntılarıyla da hala ciddi şekilde hesaplaşılabilmiş değil...
Örneğin 12 Eylül askeri darbesinin liderinin cumhurbaşkanlığı ülkemizde hâlâ meşru görülüyor. Kendisi eski bir Genelkurmay Başkanı olarak itibar ve destek görüyor. O darbenin ürünü olan bir anayasayla yönetilmeye devam ediyoruz.
Tablo böyle olduğu için, askerler de kendilerini bu ülkeyi yönetmeye aday bir kuvvet odağı olarak görmeyi, bu duruma uygun bir ilişkiler ağı kurmayı, siyaset alanı üzerindeki etkilerinin meşruiyetini sorgulamaya kalkacak iktidarları ve partileri bertaraf etme eğilimi göstermeyi sürdürebildikleri kadar sürdürdüler ve hâlâ da bu ‘sistem’i sürdürmeye devam etmek için çabalıyorlar.
Düne kadar durum buydu. Dünden itibaren, yeni bir durumla yüz yüzeyiz. Siyasetin, iktidarıyla, muhalefetiyle, kendi meşruiyetin alanını savunmak için harekete geçmesi gerekiyor. Halkın oylarını alarak iktidara gelen hükümete bu bağlamda özel ve tarihi bir sorumluluk düşüyor.
RADİKAL