İlkel ve Hastalıklı Bir İdeoloji Olarak Sekülerleşme

Yasin Aktay, sekülerizm kavramı ve sekülerleşmeyi mercek altına aldığı yazısında bunun insanın salt modern zamanlarda tutulduğu bir hastalık değil, izleri eski zamanlara dayanan ve süregelen ilkel bir ideoloji olduğunu söylüyor.

Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı yazısı (13 Nisan 2020) şöyle:

Sekülerleşme, İnsanlığın En İlkel İdeolojisi

Sekülerleşmenin izlerinin en eski zamanlarda bulunuyor olduğunu görmek onun evrenselliğinin mi işareti yoksa alabildiğine arkaik bir tutum oluşunun mudur? diye sormuştuk. Elbette cevabını içeren, cevabı belli bir sorudur bize göre. Batılı hegemonyanın marka ideolojilerinden biri olarak sekülerleşmeyi yüksek bir felsefi formülasyon olarak allayıp pullayıp karşımıza çıkarıyorlar. Onun ilerleme ve evrim halindeki insanlık tarihinin üst bir aşaması olarak sunmaya ve dünyadaki bütün gelişmelerin varıp ulaşacağı bir tarihin sonu sahnesi olarak resmetmeye çalışıyorlar.

Bu hikayeye inananlar da vardır elbet. Ama işin aslı, sorumuzun da aşikar cevabı olarak, sekülerleşmeye yüklenen bütün anlamların dünyanın en eski zamanlarında insanlığın en doğal hallerine tekabül ettiği. Belki bu açıdan gerçekten sekülerleşme evrenseldir, ama insanlığın düçar olabileceği küfür kadar, cahiliye kadar, insanın dünyevi arzulara gark olma istidadı kadar evrensel.

Bu açıdan bakıldığında evrensellik başlıbaşına olumlu bir değer değil. Zira iyilikler kadar kötülüklerin de evrensel bir yaygınlığı ve geçerliliği oluyor. İnsanoğlu Tanrı’ya aldatma, ahireti unutup dünyaya kazık çakabileceği gafletine düştüğü andan itibaren sekülerleşmeye de başlamıştır ve bunun tarihi hiç de yeni değildir. Sunduğu çürük bitkilerden kurbanlarla Tanrı’yı aldatabileceği zehabına kapılan Kabil’e kadar gider bu tutum, bu meyil, bu tarz.

Sekülerleşmeye bir modern zaman buluşu payesi vererek onu insanlığın ulaşmış olduğu bilgi ve bilinç seviyesinin bir işareti olarak görmek de insanın en kadim ve arkaik gururunun, aldanışının yeni bir tezahürü. Bunun bir gurur/aldanış olduğu zaten sekülerleşme iddiasının hiç de geçerli olmadığı gerçeği karşısında ayan beyan ortada zaten.

Doğrusu insanın dinsellikten dünyeviliğe doğru bir evrim içinde olduğu hikayesi buğun ve tarih boyunca yaşamakta olduğumuz gerçekler karşısında oldukça fantastik bir kurgu olarak temayüz ediyor. Zira insanlık tarih boyunca dinsellikten sekülerliğe doğru her zaman gidiş gelişler yaşar, yaşamıştır, yaşamaktadır. Bu konuda geri dönüşsüz, tek yönlü bir hareket sözkonusu değildir. Bir toplumun tarihinde de bunu görebiliriz, küresel düzeyde bir gelişme olarak da görebiliriz, bir bireyin hayat çizgisinde de bu gidiş-gelişleri, med-cezirleri veya sarkaç hareketini görebiliriz. Dünyaya meyletme veya öleceği için ölüm sonrasını hesaba katmaya dönük endişeler veya dindarlıklar dünyanın, bir toplumun veya bir bireyin hayatına sürekli aynı ağırlıkta yön vermiyor.

Nitekim bugün sekülerleşme iddiası felsefi olarak nasıl güzellemelere konu olursa olsun, tam tersi gelişmelerle boşa çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında bugün iddia edildiği gibi bir “Seküler Çağ” değil, her geçen gün daha fazla dinselliğe gark olmakta olan bir çağ görüyoruz mesela. Dünya her geçen gün dinsel bağnazlığa daha fazla kapılmaktadır.

Sekülerliğin en üst örneklerinin ilk görüldüğü Avrupa kıtasının her tarafında sağ muhafazakâr partilerin popülaritesi daha fazla artmaktadır. Bu artış aynı zamanda dinî kimliğin de, belki dindarlıkla orantılı olmasa da, güçlenişini ve etkili hâle gelmesini beraberinde getirmektedir. Diğer yandan bugün tek referansı Tevrat olan İsrail’in var edilmesi ve güvenliğinin temin edilmesinin bütün dünyanın uluslararası politikalarını rehin almış olması sekülerleşme iddiasının dünya gerçeklerinden ne kadar kopuk olduğunu göstermektedir.

Bugün uluslararası ilişkilerin seyrine tarihin her döneminden daha fazla dinsel nedenler yön vermektedir. Denilebilir ki, bu dinsel nedenler ile daha uhrevi endişeler arasındaki bağ göründüğü kadar güçlü veya otantik değildir. Kuşkusuz bu ayrı bir mevzudur. Hangi dinsel davranışın, duyuş ve duruşun sahih/otantik olduğuna karar verebilecek herkesin kabul edebileceği nesnel bir otorite olamaz elbet. Nitekim bugün dinsellikle etnik kimlikler, milliyetçilikler çok kolay alaşımlar kurmaktadır ve bir sahih dindarlık adına bunlar birer sapma olarak görülebilmektedir. Ancak bu durum bile sekülerleşme iddiasını desteklemez, bilakis onu zayıflatır.

Bireyin dünyasında da din, dindarlık, ahiret endişesi gider-gelir. Bu açıdan bakıldığında Müslümanların dünyevileşmesine dair kötümser söylemler de sekülerleşmenin evrimsel bir aşama olduğu anlatısına hizmet ederken, en temel bir insanlık durumunu ıskalamaktadırlar. İnsan çok farklı etkilere maruzdur ve bu etkiler onu sürekli bir değişime zorlamaktadır. Bu dünyada insanın ne tür deneyimler yaşamak durumunda kalabildiğine dair bütün ihtimalleri önceden kapatan bir hikaye yazılamıyor işte. Bir dalga gelir insanı halden hale sokar, toplumların bütün haleti ruhiyelerini değiştirir.

Modern insanın kapıldığı bütün istiğna hallerini komik duruma sokan gelişmelere yeterince şahit olmadık mı?

Bu hallere şahit olan insanlık aynı müstağni ahvali ne kadar devam ettirebilirdi? Nitekim etmedi.

O müstağni hallerin zirvesindeyken mini minnacık bir virüs gelir, insanı bambaşka ahvale sokar. Bu ahval içinde insan algısında dünyanın bir oyun ve eğlence boyutu bütün açıklığıyla görünmüşken sekülerleşme nasıl evrimsel gelişmenin bir üst aşaması gibi görünebilir?

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı