Meclis’te 4 eski bakanın Yüce Divan’a sevkine ilişkin yapılan oylamanın sonucu kadar bu sonuçlara dair yapılan ‘içeriden’ değerlendirmeler de önem taşıyor. Meclis’teki AK Parti grubunun beklenenden daha fazla ‘fire’ vermesi kimileri için korkuyu kimileri için de umudu bir hayli yükseltti. Peki, söz konusu ‘fire’ tablosu hakikaten öfkeyle karışan korkuya, sevinçle harmanlanan umuda yeter sebep olabilecek kadar belirleyici bir değere, ağırlığa sahip miydi?
Önce Hükümetin epeyce geniş bir muhalif konsorsiyum tarafından içeride yolsuzluklar, dışarıdaysa radikal İslamcı siyasetle olan ilişkisi üzerinden tecrit edilip düşürülmesine yönelik ciddi pratikler sergilediğini bir kez daha vurgulayalım. İşte bu bağlamda 17-25 Aralık süreçleri CHP ve MHP’yi de içine katarak Gülen grubu tarafından en üstten ve en geniş haliyle yolsuzlukla mücadelenin miladı olarak işaretlendi.
Ya Gaflettir ya da İhanet!
Tartışmanın temel ayrışma noktası şu: Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar’ın merkezinde yer aldığı ilişkiler ağının sorgulanması nereye kadar darbe girişimiyle nereye kadar yolsuzlukla ilişkilidir? Yolsuzlukları açığa çıkarılması, hesabının sorulması ve gerekli cezai müeyyidelerin uygulanması hiç tartışma götürmeyecek bir zarurettir.
Yolsuzluklarla mücadele söylemini maske edinen darbe girişimlerinin tasfiye edilmesi de hafife alınamayacak, ertelenemeyecek esaslı bir ilkedir. Bu ikisini bir birinden ayrıştırmak ciddi bir siyasal-toplumsal zafiyet hatta çürüme sebebidir.
Meclis’teki oylamada 4 eski bakanın Yüce Divan’da yargılanıp yargılanmaması meselesinde AK parti saflarından verilen tahminen 50 kadar ‘fire’nin nereye oturduğu, nasıl tanımlanması ve ne gibi bir muameleye tabi tutulması gerektiğine dair söylenen ‘sansasyonel’ beyanları biliyoruz.
AK Parti milletvekilleri Şamil Tayyar ve Mehmet Metiner tarafından acilen kamuoyuna beyan edilen ve kimi gazeteci ve sivil toplum temsilcileri tarafından da tekrarlanan nitelemelere mercek tutmak gerekiyor. Tartışma maalesef en keskin ifadelerle ve en uçta seyrediyor: ‘Fire’ verenler kimdir, kime hizmet ediyorlar ve kime ihanet ediyorlar?
Mesela AK Parti Gaziantep milletvekili Şamil Tayyar’a göre “4 eski bakan Yüce Divan’a gönderilsinler” yönünde oy kullanarak ‘fire’ veren Ak Partililerin tanımı şu: “İçimizdeki hainlerdir bunlar. İçimizdeki ihanet şebekesi Erdoğan’a operasyon yapmıştır. Bu alçaklığı yapanların yüzleri kızarmıştır diye umut ediyorum. Yeni Türkiye’yi anlamayan insanlar olduğu görülüyor. 48 saat için bu kişilerin kimler olduğu teyit edilir. Bunun yolları ve yöntemleri vardır.”
Tayyar’ın vurguları şöyle: Hain, ihanet şebekesi, operasyona kalkıştılar, alçaklık, yüz kızartıcı, anlamayanlar 48 saat içinde tespit edilmeli ve bunlardan derhal arınmalı. Bu mantık ve söylem hem son derece ‘sekter’ hem de maalesef son derece ötekileştirici ve yıkıcı bir ruh halini temsil ediyor.
Şamil Tayyar’a benzer bir değerlendirmeyi Mehmet Metiner’de yaptı. Metiner’e göre; “İçimizdeki ihanetçilerin sayısı az değilmiş. Bunun adı tek kelimeyle ihanettir. İhaneti göremeyecek kadar akılsız olanların siyaset yapmaması gerekiyor. Ben partimizden daha önce istifa edenleri bu şekilde davrananlardan bin kat daha şerefli addediyorum. Bunlar er geç çıkacak ve affedilmeyecekler. Bu şekilde namertçe, ihanet içinde olan fare siyaseti izleyen firecilerin bu tavrını kınıyorum.”
Metiner’in Tayyar’a benzeyen ifadeleri şöyle; ihanetçi, akılsız, şerefsiz, namert, affedilmeyecek, fare siyaseti vd. Bu dil ve perspektif adaleti, hukuku ve yapıcı-kuşatıcı bir siyaseti temsil ediyor mu acaba?
‘Fire’ Fiyaskosunun Faturası Kime?
Bu beyanların akabinde Mustafa Elitaş, Mehmet Ali Şahin ve Yalçın Akdoğan’ın hem Meclis’teki oylamanın sonuçlarına hem de AK Parti grubundan 4 eski bakanın yargılanma sürecine ilişkin yükselen talebi hem makul hem de siyasi ve toplumsal maslahata daha uygun değerlendirdiği hemen görülecektir. Mustafa Elitaş’ın “oylama öncesi ikna odaları kurmadık, iradelerine ipotek koymadık, baskı yapmadık, herkes inandığı yönde özgür iradesiyle oyunu kullandı. Aksine muhalefet kendi vekillerinin iradesine ipotek koydu” beyanı siyasal ve toplumsal kaygıları işaretlemesi bakımından atlanabilecek cinsten değil.
Mehmet Ali Şahin’in tabloyu izahı şu şekilde: “Asgari ücretin bin liraya çıktığı ülkede siyasetçi 700 bin liralık saati kolunda taşıyamaz. Bir tepki oyu olarak bu şekilde davrandıklarını düşünüyorum. Saatten, ‘Bakara-makara’dan arkadaşlarımız son derece rencide oldu. Bakan arkadaşların çocuklarının ilişkilerinden vekillerin rahatsızlığıdır.” Kelimeler ve kıyaslar dikkatle seçilirken dış düşmana, komplolara değil içeriden neşet eden kusurlara odaklanılmış olması kritik önemdedir.
Benzer bir değerlendirmeyi Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan şöyle yaptı: Bu ileri (aşırı) laflar doğru değil. Çünkü herkes farklı gerekçelerle sebeplerle bir iradeyi ortaya koymuştur. Biz kendi içimizde bu meseleleri tartışırız. İç meseleleri siyasi polemik konusu yapmak, insanların iradelerini sorgulamak doğru bir şey değildir."
Bir de Metiner ve Tayyar’ın söylemlerini medya mensubu ve sivil toplum temsilcisi olarak tekrarlayanlar var ki bu zeminde çekilen kılıçlar ölümcül düzeyde keskin ve sivri maalesef. Gaflet veya ihanet dışında hiçbir seçeneği mümkün görmeyen bir tarzın Hükümete veya Cumhurbaşkanı Erdoğan’na zarardan, ziyandan ve itibarsızlaşmadan öteye başka bir getirisi olur mu? Mesela AK Parti içinden siyasi suikast yapıldığını, partini disipline edilemeyip bölünmüş imajına maruz bırakıldığını ve nihayet meselenin bir siyasi fiyaskoyla sonuçlandığını gece gündüz ekranlarda tekrarlayanlar kimi hedef gösteriyorlar? Tabii ki Başbakan Davutoğlu’nu.
“Kraldan çok kralcılık yapmak” tarzında tecelli eden, güya bir dava ve lidere bağlılıkmış gibi lanse edilen fakat her durumda kişisel hesapları merkeze alan ifsat edici bir hareket tarzı var karşımızda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Başbakan Davutoğlu dâhil AK Partili veya muhalif bütün herkese karşı koruma ve kollama misyonuyla donanmış havasındaki kimi siyasetçi, gazeteci, sivil toplum temsilcisi, bürokrat isimlerin ‘kahraman/fedai’ muamelesi görmesi çözülme ve çürümenin yolunu açar. Hemen herkese ‘olağan şüpheli’ muamelesi yapıp “hain, işbirlikçi, gafil, sinsi, riyakâr” gibi çirkin yaftalar yapıştırmaya hevesli karakterlerle ne siyaset yapılır ne de entelektüel tartışma.
“Ne işi vardı Davos’ta?” sözünü repliğe dönüştürmekle, “AK Parti grubunda riyakâr fareler ve yönetim sorunu var” diye rol kesmekle, her işi paralele ihanet şebekesine bağlamakla maruf ‘profesyonel’ tipler siyasetin itibarsızlaştırılmasından, çürütülmesinden başka hiçbir şeye hizmet etmezler.