İlhan Selçuk, ne yazdığını ve neler yaptığını en çok merak ettiğim yazarlardan biridir benim.
Sıkı bir İlhan Selçuk okuru olduğum bile söylenebilir. Hem yazılarını, yazdığı gazeteyi hiç almadan, takip etmeye çalışırım hem de kitaplarından ileri derecede haberdar olduğumu beni tanıyanlar iyi bilir.
Sayılamayacak kadar yararı olmuştur bana İlhan Selçuk’un. Hakkında kitap yazabilecek kadar çok şey öğrendim ondan. Çok ciddi bir emeği var üzerimde.
Üzüldüğüm zaman beni gülümsetmeyi hatta bazen kahkahalarla güldürmeyi başarmıştır sözgelimi. Can sıkıntısını atmaya, hüzün ve kederi def eylemeye, karamsarlığı aşmaya birebirdir bu geçkin cumhuriyet şövalyesinin yazdıkları, söyledikleri.
Zihnimin koordinatlarının genişlemesindeki katkısı ayrı bir yazı konusudur. Akla hayale gelmeyecek şeyleri nerden bulup çıkarır, nasıl satırlarca yazı döşenir eften püften konularda; hayret edilecek şeydir doğrusu.
Mizah duygusu, espri yönü, şaka anlayışı da çok güçlüdür gerçekten. Özdemir İnce gibi adamın sinirlerini hoplatmaz. Turhan Selçuk gibi, gözünü karalar bürümüş biri değildir. Emin Çölaşan’a da benzemez, Bekir Coşkun’a da. Sanki bir gün meydana çıkıp “Yahu benim yazdıklarımın hepsi bir şakadan / bir aldatmacadan / bir oyundan ibaretti!” diyecek gibidir benim için.
Ya başka bir gezegende yaşıyormuş gibi yazar ya da ülkenin tek ve gerçek sahibiymiş gibi. Allah için kompozisyon bilgisi de oldukça güçlüdür. Cümle kurmayı bilir. Grameri düzgündür.
İyi bir senaristtir aynı zamanda.
İpleri elinde tutan adam görüntüsü verir kimi zaman insana. Bütün karanlık işlerde, darbelerde ve darbe girişimlerinde onun silueti sökün eder fotoğrafın bir karesinden. Kırılgan bir yazgülü gibidir, dur durak bilmeyen bir topaç gibi. O ciddi, bilgece duruşunun arkasında kalemini hoplatıp zıplatmaya bayılan bir aktör edası vardır daima.
Bu yüzden yanlışlıkla birçok arkadaşını sırtından vurmuştur. Darbe karşıtı göründüğü halde darbe şakşakçılığı yapmakla suçlanmıştır hep. Bizi İlhan Selçuk gammazladı, bizi o sattı; diyen bir sürü adam olmuştur yakın geçmişte onun mahallesinde. Fakat onun suçu olmasa gerek bu konuda. Ciddiye alınacağını sanmamıştır o, bütün bunları yaparken. Bakalım ne olacak, diye beklemiştir belki. Bu safsatalara kim inanacak diye meraklanmıştır. Aziz Nesin’in gazete köşesinden inmeyen hâli gibi davranmıştır yani.
Gel gelelim ciddiye alınmıştır sonuçta. Birçok muhalif yazarın, birçok solcu devrimcinin, statüko karşıtı birçok genç aydının yediği coplarda, gövdelerinde belki izleri hâlâ duran dipçik darbelerinde, falaka sohbetlerinde, elektrik kaçağının insan gövdesine yaptığı fenalıklarda onun da parmağı vardır yani. Belki bu kadar önemsenmesine o da bir anlam verememiştir. Ne yapsın adamcağız! Hiçbir şey okumayanlar, kriz zamanlarında kendilerine sunulan her şeyi doğru sanıyorlar bu ülkede. Espri bile, işkence konusu olabiliyor kimi zaman. Zaten gazetecilikle jurnalcilik, ta Abdülhamid döneminden itibaren, epeyce yan yana durmuş, kol kola arz-ı endam etmiştir bizde.
Bu ülkenin en iyi filozofu da komedyeni de şeyhülislamı da odur kesinlikle. Yaşlandıkça ağzından çıkanı kulağı duymuyor bazen, fakat döktürmeye devam ediyor hâlâ.
Fransa’daki tartışmalardan hareketle “tesettür” ve “kadın” üzerine inciler döküldü kaleminden geçenlerde yine. Öyle türban, sıkmabaş falan değil bizatihi “tesettür” sözcüğünü kullanarak yazdı bunları hem de. Hakka hukuka, uygarlığa, gelişmeye, insan oluşa ters düştüğünü falan söyledi örtünmenin. Sıcaktan bunaldığı, beyninin haşlandığı bir yerde yazmış olmalı bunları. Mizah yoksa eğer bu sözlerinde, ondaki müzmin Gargamel tavrının genetiğiyle oynanmış uzantısı olmalı bu.
Yanındakileri, onca yıllık arkadaşlarını bile elinin tersiyle itiveren bir adamın, son zamanlarda paso bize sataşması anormal bir şey değil. Durduramıyordur belki de kendini. Sataşmak, incitmek, kovalamak, yakınmak, canını yakmak gibi marazlardan tuhaf bir zevk alma durumu ya da hastalığı bu. Fakat asıl patolojik durum, onunkinde değil de onu ciddiye alanlarınkinde düğümleniyor. Olaya hep tersinden bakmakta yarar bence. Çerez niyetine, garnitür niyetine, mizah niyetine okunmalı onun yazdıkları. Adamı, Ergenekon’da bile ciddiye almadılar baksanıza!
Ha, Gargamel’i hatırlamadınız mı? Şirinler’deki şu sorunlu adam canım. Ormandaki sevimli, mavi yaratıkları kovalamayı, yiyip yutmayı takıntı haline getiren ucube… Azman adında obur, aptal fakat kendini her şeyin merkezinde zanneden bir kedisi de vardı hani. Unutulmaz bir çizgi filmin anti-kahramanı. O çizgi film hakkında da soruşturma, kovuşturma başlatmışlardı bir ara. Komünal hayatı; birlikte, bilgece ve dürüstçe yaşamanın mümkün olduğunu özendiriyor falan diye.
Ya hiç aklıma gelmemişti şimdiye kadar. Hay Allah! O çizgi filmi de İlhan Selçuk ispiyonlamış olmasın sakın!...