“İlahiyatlar ve Diyanet Neden Hedefte?”

Yazısında İmam-Hatip okulları, İlahiyat fakülteleri ve Diyanet’in fikri ve toplumsal dönüşümdeki rollerine değinen Faruk Beşer, bunlara yönelik yapılan tazyiklerin iyi niyetli olmadığını belirtiyor.

Faruk Beşer’in bugünkü Yeni Şafak’ta (26.05.17) yayınlanan “İlahiyatlar ve Diyanet Neden Hedefte?” başlıklı yazısının konuyla ilgili kısmı şöyle:

Bizim medreselerimiz ve tekkelerimiz kendi kendilerini feshetti, sonra da menhus bir rüzgâr kalan enkazı da savurdu gitti. Ama Allah'ın lütfuyla 1950'lerden sonra bu ülkede dini ilimler yeniden filizlendi. Filizlendi ama taban gitmiş, bin dört yüz yıllık birikim dağıtılmış, halef-an-selef geleneği yıkılmış, kültür, yazı, kitap, ulema hepsi imha edilmişti. Bu yüzden filizlenme sıfırın da altından başladı. Yine de mucize denecek bir hızla bu ilimlerde mesafe alındı. Bu tahribatın belki tek olumlu yönü, geleneğin ayak bağı oluşturan hantallaşmış, sakil yönlerinden kurtulup, her şeye yeniden başlama imkânı bulunmuş olması oldu.

Başlangıçta belki kötü niyetler de vardı, ama İmam Hatip okulları ve ardından İlahiyat fakülteleri hızlı bir gelişme kaydetti. Hatta deniyor ki, modernleşme sürecinde İmam Hatip okulları İslam Dünyası'nın yegâne ve en orijinal projesi olarak büyük işler başardı. Bu dönemde doğal olarak eğitimimiz Batı'dan etkilendi. Osmanlı'nın sonlarında ortaya çıkan Batı tarzı düşünme biçimi dini alanda da etkili oldu ve Batı'nın sosyal bilimlerindeki metotlarını Kuranıkerim'e uygulamayı deneyenler çıktı. Ama yine de gelenekten kopan kayıp halka hızla yerine konmaya çalışılıyor. Şu anda yüze yakın ilahiyat fakültemiz var. Sanıyorum hiçbir İslam ülkesinde bu kadarı yok. Her birinde ortalama kırk öğretim elemanı bulunduğunu var sayarsak bu okullarda üç dört bin akademisyenin ilmi faaliyet gösterdiğini anlayabiliriz.

İmam Hatip okulları ve ardından İlahiyatlar toplumu dönüştürdü. Geçen yıllarda Şerif Mardin'in dediği gibi laikçiler kendi kültürlerini oluşturamazken İmam Hatip nesli ve cami yeni üretilen kültüre bir ölçüde damgasını vurdu. Şu anda Türkiye'nin yönetimi bu neslin ellerinde. 28 Şubat döneminden sonra Diyanet maharetiyle mahallelere ve evlere kadar dağılan İlahiyat mezunu kızlar zoru başardılar. Kısaca Türkiye dönüşüyorsa bunu İmam Hatip ve ilahiyat nesline ve de bunu akıllıca istihdam eden Diyanet'e borçludur.

Ama şimdi de başka bir problem zuhur etti; İlahiyatlarda yüzde biri geçmeyen ve Batı düşüncesi ile malul birkaç hoca sebebiyle bu camia töhmet altında bırakılıyor. Oysa onlar geleneğe karşı çıkarken paradoksal bir şekilde modernliğin geleneğine tutunuyorlar. Ama bunlar asla çoğunluğu oluşturamadılar.

Diğer yönden yine paradoksal olarak bir yüksekokul dahi bitirememiş, bilgisi tamamen geleneksel eğitime dayalı ama Sünneti bile hafife alacak kadar modernistlerimiz de var.

Bendeniz eminim ki, ilahiyat fakültelerinde kendini ne modernist ne gelenekçi diye isimlendiren; ama birikim, sevad-ı azam, manevi tevatür ve halef-an-selef anlamında geleneğe ve birikime bağlı (gelenekçi değil), moderni de göz ardı etmeyen, her ikisine olduğu kadar değer vermeye çalışan hocalar, değil çoğunluğu, kahir ekseriyeti temsil ediyorlar. Diyanet de her zaman sorumluluğunun idrakinde oldu, çok sağlam bir ilmi kurul oluşturdu. Hiçbir zaman test edilmemiş nev-zuhur görüşlere itibar etmedi.

Modern-gelenek ayırımını sevmesem de, sahih geleneğe bağlı ve test edilmemiş modern fikirlere mesafeli bir hoca olarak bendeniz, bu sürtüşmede geleneği değil, gelenekçiliği savunan çok dağınık ve gayrimütecanis oluşumların sıratı müstakime, modernist deyip eleştirdiklerimizden çok daha uzak oldukları kanaatindeyim. Gırtlağına kadar bidatlere batmış fırkaların (cemaat değil) tek birleştikleri nokta Diyanet'i ve İlahiyat camiasını eleştirmeleridir. Ortalıkta sağlıklı ve başarılı bir medrese eğitimi yok ki, bunu İlahiyatlara tercih edelim. Nasları her biri kendi kalburuyla eleyerek oluşturulmuş ideolojik İslam anlayışları ve fırkalar var.

Bazı hocalar İlahiyatlara, bazı fırkalar da Diyanet'e manevi operasyon yapılması gereği fikrinde birleşiyorlar. Eminim ki, bu çevreler emellerine nail olsalar birbirlerini eleştirme değil tekfir ederler. Ancak İlahiyat camiasında da kendi dışındakilere karşı hak etmedikleri müstahkir bakışları olanlar da olabilir. Çözüm her iki tarafın birbirlerini dinlemelerinden geçiyor. Bu çatışma bize kan kaybettirir. Buna tahammülümüz yok.

Haddini aşan bir sözdü ama bir süre önce biraz da espri olarak şöyle demiştim: Diyanet, tarihinde hiçbir zaman bu kadar İslamlaşmadı, hiçbir zaman bu kadar güzel temsil edilmedi. Buna rağmen rahatsızlık duyup haksız suçlamalarla yönetenlere bir şeyler fısıldayanlar varsa, şahsen biz bunun arkasında, bulanık suda balık avlamak isteyen kötü niyetlerin olduğunu düşünüyoruz. Bunun çok kötü sonuçlar vereceği kanaatindeyiz. Böylelerini memnun edeyim derken ana gövdeyi üzmüş olabiliriz.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!