Taha Kılınç / Yeni Şafak
Vicdanı korumak
İsrailli haham Şmuel Eliyahu’nun Türkiye ve Suriye’deki depremlerle ilgili skandal ifadelerini mutlaka okumuşsunuzdur. İsrail sağının popüler gazetelerinden “Olam Katan”a yazan Eliyahu, depremlerin “ilahî bir ceza” olduğunu vurgulamış, “Defalarca yurdumuzu işgale yeltenen ve bizi denizde boğmaya çalışan milletlerin” gazaba uğradığını iddia etmişti. Eliyahu sadece Müslüman dünyada değil, Yahudiler arasında da büyük tepki topladı, nihayet Dünya Yahudi Kongresi resmî bir açıklamayla kendisini kınadı. Buna benzer hezeyanlarını yıllardır sürdüren Eliyahu, Amerikan yönetimini bile bezdirmiş, nihayet geçtiğimiz yıl ABD vizesi iptal edilmişti.
Sözde “ilahî idarenin maksadını yorumlamak” amacı güden bu yorumların (ki farklı dinlerden de benzer sesler duyulabiliyor) düpedüz faşizm ve hatta insan düşmanlığı olduğunu söylemeye bile gerek yok.
İsrail’in tanınmış din adamlarından -1983’ten 1993’e kadar Sefarad hahambaşı- Mordehay Eliyahu’nun oğlu olan Şmuel Eliyahu, aynı zamanda mevcut İsrail hükümetinde “Kudüs’ten Sorumlu Bakan” olarak görev yapan Amihay Eliyahu’nun da babası. Filistin topraklarına Irak’tan göçen Eliyahu ailesi, “Sefarad” kelimesinin işaret ettiği üzere, 1492 sürgünüyle İspanya’dan Ortadoğu’ya gelmiş. Bu detay, Şmuel Eliyahu’nun ifadelerini daha ilginç hale getiriyor. Çünkü İsrail’de Sefarad Yahudiler, kendilerini onlardan üstün gören Aşkenaz Yahudilerin alt katmanında konumlandırılıyor ve satır aralarında ciddi biçimde aşağılanıyor. Eliyahu’nun deprem okuması, şuur altındaki ezikliğin bir yansıması olabilir mi? Kuvvetle muhtemel.
Şmuel Eliyahu ile “insan düşmanlığı” ortak paydasında buluşan müsveddeler, maalesef bizim buralarda da mevcut. Deprem bölgesinde yaydıkları türlü iftiralarla yabancı karşıtlığını körükleyen, asılsız haber ve iddialarla insanları birbirine düşürmeye çalışan, topraktaki fay hatlarını zihinlere ve kalplere doğru uzatıp oradan siyasî kazanımlar devşirmeye çabalayan, garibanların linç edilip parçalanmasından haz alacak kadar soysuzlaşmış, bütün bunları yaparken de bir seri katilin ustalığı ve soğukkanlılığıyla hareket edenlerin Eliyahu’dan ne farkı var?
Deprem felâketi, hepimiz için bir vicdan ve ahlâk sınavı aynı zamanda. Ve bu noktada, nice ibretli sahneler her gün gözlerimizin önünden geçip duruyor.
***
Vicdan sınavımızın ikinci parçası: İnsanî yardımları sürekli, kalıcı ve randımanlı hale getirmek. Felâketin ilk şok dalgalarıyla büyük bir halk seferberliği oluştu, herkes elinde ve evinde ne varsa sahaya yollamaya gayret etti, hâlâ ediyor. İnsanımız çok samimi, ama organizasyon noktasında bazı acemilikler ve eksiklikler yaşandığı için, gönderilen malzemelerin israf olduğu, hedefine yeterince ulaştırılamadığı veya iklime ve ihtiyaçlara uygun olmayan eşyaların yollandığı gibi şikâyetler mevcut. Bu konuyu daha organize ve aktif bir zihinle ele almak gerektiği anlaşılıyor.
İnsanoğlu, her şeye alışabilen ve her acıyı unutabilen bir fıtratta yaratılmış. Bu bizim hem güçlü yanımız hem de zaafımız. Alışmasak ve unutmasak, delirebilirdik. Ama birçok problem de alışmaktan ve unutmaktan kaynaklanıyor. Gündemin yoğunluğunun ve bazı polemiklerin tesiriyle, deprem felâketini şimdiden kanıksamaya başladık mesela. Bu da, mağdurlara gösterilen ilginin giderek azalacağına ve herkesin nihayet kendi acısıyla baş başa kalacağına işaret.
Oysa Hz. Peygamber’den öğrendiğimiz şekilde “en hayırlı amel, az da olsa devamlı yapılandır”. Ramazan ayının gölgesi üzerimize düşmüşken, depremin yaralarını nasıl daha sürdürülebilir ve tesirli biçimde sarabileceğimizi tefekkür zamanı…
***
İnsanî kayıpların ve yürek yaralarının dışında, depremde beni en çok etkileyen kare, Antakya’nın kalbi mesabesindeki Habîb-i Neccâr Camii’ndeki yıkım oldu. Habîb-i Neccâr’ın, Yâsîn suresinin ikinci sayfasında kıssası anlatılan kişi olduğuna inanılır, malum. Hani, kavmi inkârda ısrar ve inat ederken, şehrin öte yakasından koşup gelerek insanları peygamberlere imana çağıran o kutlu şahsiyet… Kendisine “Gir cennete!” dendiğinde, “Keşke kavmim bilseydi” diye üzülen o yürek adamı…
Coğrafyamız tarih boyunca nice acılara, savaşlara ve istilalara şahitlik etti. Ve hepsinden de belini doğrultarak kalkmayı başardı. İnsanıyla ve binasıyla yine doğrulacak, yine kalkacak, dünyaya sözünü yine söyleyecektir.
Cumartesi günü tam buradan devam edelim: Doğal afetler, salgın hastalıklar ve savaşlar gibi insanoğlunun dünyadaki varlığını derinlemesine ve çok boyutlu etkileyen hadiselerin, tarihin devinimi içinde bize ne söylemeye çalıştığına kulak verelim.