‘İslamcı’ kadroların iktidarda bulunduğu bir dönemde toplumsal-siyasal hayatın hemen her alanında Kemalist söylem, ritüel ve sembollerin artışına şahitlik etmenin şaşkınlığı yaşanıyor. Muhafazakar kimlikli siyasilerin eskiden olduğu gibi artık kerhen, mecburiyetten değil, sahiplenerek, benimseyerek Gazi yüceltmelerine giriştiği yeni bir durumla karşı karşıyayız.
Bu durumun yansımaları oluyor ve iktidara rakip olma iddiasıyla yola çıkanların dahi besmeleyle birlikte soluğu Anıtkabir’de aldıkları; ilahiyat hocalarının 29 Ekim sevincine ve 10 Kasım hüznüne gark oldukları; muhafazakar sermayeli giyim kuruluşlarının mağazalarında Atatürk reyonları oluşturdukları; başörtülü annelerin ellerinden tuttukları çocuklarıyla birlikte tören coşkusuna iştirak etmek üzere okul yollarına düştükleri garip, düşündürücü, şaşırtıcı bir atmosferle yüz yüze geliyoruz.
Bu durum şüphesiz kendiliğinden ortaya çıkmadı. Belli bazı gelişmeler, siyasetler, tercihler neticesinde oluştu. En temelde ise iktidarın önceliklerinin değişmesi ve 15 Temmuz hadisesinden sonra geliştirdiği ittifak siyaseti bu manzaranın şekillenmesinde belirleyici rol oynadı.
Şöyle ki, Kemalist ideolojinin tipik bir darbe ideolojisi olduğu gerçeğinin gizlendiği bir döneme girildi. Gerek tek parti diktatörlüğü dönemi uygulamalarıyla, gerekse de çok partili siyasete geçiş sonrasında tekrar önceki dönemi ihya etmek için ardı ardına girişilen sayısız darbeler ve muhtıralarla tescillenmiş gerçeklik bilinçli bir tarzda görmezden gelinir oldu. Darbeciliğin FETÖcülüğe indirgenmesi ve darbecilikle mücadele adına ortaya konan ittifak siyaseti gerek kadrolaşma düzleminde, gerekse de söylem bazında Kemalistlerin palazlanmasına yol açtı.
Politik Hesaplar Uğruna Yaşanan İdeolojik Savrulma
Gelinen noktada politik amaçlar uğruna derin bir ideolojik sapmanın, savrulmanın yaşandığı tüm boyutlarıyla açığa çıkmış durumda. Resmi ideolojiyle hesaplaşma hususunda atılan geri adımlar, sistematik biçimde resmi ideoloji tarafından her geçen gün teslim alınma halini ortaya çıkardı.
Karşımızda kurumsal siyaset zeminini de aşan bir olgu var. Örneğin Cumhuriyet sevincine ortak olmak isteyen muhafazakarlar fotoğraf olarak ilk Meclis balkonunda etrafında sarıklı, cübbeli hocalar bulunan kalpaklı Mustafa Kemal fotoğrafını öne çıkarırken, Türk ulusal devletinin kurucusunun hiç de sanıldığı gibi din karşıtı olmadığının ispatı olarak Balıkesir Hutbesine delil olarak sarılanlara, hatta gündemdeki Libya tartışmalarına Mustafa Kemal’in 1911’de Osmanlı ile İtalya arasındaki savaş esnasında Trablus, Tobruk ve Derne’de çekilmiş fotoğraflarıyla katkı sağlayanlara da çokça rastlanıyor.
Bu sığınmacı tutum elbette ilk kez ortaya çıkmıyor. Aynı muhafazakar mantığın 28 Şubat’ta da 20’li, 30’lu yılları ağzına dahi almaktan kaçınarak, tüm suçu, günahı İnönü’ye kesmeye kalktığı, her fırsatta “ülkeyi 40’lı yıllara döndürmeyi hedefliyorlar” repliğine başvurduğu; başörtüsü yasağına karşı çıkarken dahi Zübeyde Hanım fotoğraflarından medet umduğu bilinir.
Ne var ki, iki tutum arasında temel bir fark var. Kendilerini zayıf, çaresiz gördüklerinden alttan alan, takiyyeciliğe meyleden sinik tutuma nazaran bir yandan iktidar kuvveti ve kibriyle davranıp, öte yandan aynı ezik mantığı yaşatmanın aynı sonuçlar doğurmayacağı açıktır. Birinci tutum elbette kötüdür, ikiyüzlülüğe, şahsiyet zaafına yol açmaktadır ama ikinci tutum bütün iddialardan vazgeçmeyi, doğrudan teslimiyeti getirmektedir ki, kötüden de öte berbattır, felakettir.
Temelsiz Güven ve Savunma Mekanizmasının Kırılması
En acısı ise iktidar kadrolarına duyulan sempati ve güvene bağlı olarak resmi ideolojik söylemin içselleştirilmesi sürecinin tabana da yaygın biçimde sirayet etmesidir. Tayyip Erdoğan’a duyulan güven ve bağlılık, ‘Reis’in yapıp etmelerinin, sözlerinin tartışılmazlığı anlayışı’nın bilhassa dindar ailelere mensup genç kuşaklar üzerinde Mustafa Kemal kültünün yerleşmesinde etkili olduğunu söyleyebiliriz. En tepede belki de siyaseten sarfedildiği düşünülen, tevil edilen bir söz aşağıya doğru farklı kırılmalara yol açarak ilerleyebiliyor.
Eğitim politikaları bu kırılma-teslim olma süreçlerinin en etkili olduğu alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne yazık ki, karşı taraftan maruz kaldığı tüm ithamlara rağmen AK Parti iktidarında da okullar Kemalist nesiller yetiştirmeyi sürdürmektedirler. Konuyu sadece İmam Hatip okullarının sayısını artırmaktan, binalarını modernleştirmekten ibaret görenlerin, okullara seçmeli din dersi, siyer dersi koymaya ya da İlahiyat çıkışlı müdürler, müdür muavinleri atamaya indirgeyenlerin görmezden geldikleri bir gerçektir bu!
Tamam, okullardan ant zulmü, Milli Güvenlik Dersi dayatması kaldırılmış, başlı başına bir sistematik işkence uygulaması olan başörtüsü yasağı engeli aşılmıştır. Bunlar çok önemli ilerlemelerdir ama eğitim politikasının en temelde hala Kemalist esaslar üzerinde devam ettiği gerçeği değişmemiştir.
Taleplerimizi Yükseltmeliyiz!
Tam burada şu özeleştiriyi de yapmamız gereklidir: Bilhassa eğitim sahasında Kemalist ideolojinin dayatılması uygulaması karşısında bizlerin de İslami yapılar, kuruluşlar, şahıslar olarak üzerimize düşen sorumluluğu gereğince yerine getirmediğimizi, hakkımızı talep etme hususunda dahi yetersiz kaldığımızı, çokça can yakan bazı dayatmacı uygulamaların kaldırılmış olmasını yeterli bularak daha ileri taleplerde bulunmaktan imtina ettiğimizi itiraf etmeliyiz.
Devam ettirilmesi, daha ileri taşınması ve mücadelesinin verilmesi gereken talepler durunca karşı adımların gelmesi kaçınılmaz olmuş ve iktidarın da umursamazlığına bağlı olarak okullar kadrosuyla, söylemiyle, müfredatıyla giderek daha yoğun bir tarzda Kemalist yetiştirmeye devam etmiştir.
İktidar kadrolarının bir yandan Kemalist nesiller yetiştiren eğitim politikalarına olur verip, öte yandan bu gençleri kuşatma kaygısıyla Kemalist birtakım sembollere, mesajlara söylemlerinde yer vermeye kendilerini mecbur hissettiklerini, en azından bu tarz savunular geliştirdiklerini görüyoruz. Bu tam bir fasit dairedir! Bir anlamda kendisini bir çuvala sokan, çuvala mahkum eden kişinin, çuvalda yaşamanın felsefesini üretmesine benzeyen bir durumdur.
Yanlışlara Karşı Uyarmamak, Tavır Almamak Çürütür!
Geldiğimiz yer itibariyle artık durumu daha fazla geçiştirmenin, tevil etmeye çalışmanın hiçbir hayra hizmet etmediği net bir şekilde ortaya çıkmıştır. İktidarın hangi hesapla olursa olsun, hangi zorunlulukla açıklamaya çalışırsa çalışsın Kemalist söylem, ritüel ve mesajları öne çıkartma tutumunun dindar camiada büyük bir savrulmaya, kirliliğe yol açtığı görülmek zorundadır.
Bu noktada kimliğimizi, tutumumuzu netleştirmek zorundayız. İnancımızla çelişen, kişiliğimizi baskılayan hiçbir dayatmayı geçiştirmemeli, basit ve sıradan bir şey gibi değerlendirmemeli, taleplerimizi daha net, açık bir tarzda dillendirmeliyiz. Ve iktidar kadrolarını küstürme, işlerini zorlaştırma vb. gerekçeler ileri sürerek şahitlik görevini aksatmanın sadece bizi yıpratmakla kalmadığını, sonuçta onları da çürüttüğünü görmeliyiz!