Adem Çelik’in yorumu:
Emevi Devleti'yle başlayan iktidar-ulema ilişkileri, Müslümanların tarihi boyunca her zaman sorun olmuştur. Zira ehli sünnet imamları, diğer fırka imamlarına kıyasla yöneticilerle daha iyi ilişkiler kurmuşlarsa da kimi zaman onların da yöneticilerle problemler yaşadıkları vakidir. Ne ki pasif tutumları gereği sünni imamlar genelde iktidarın gölgesinde kalmayı tercih etmişlerdir.
Örneğin, "zalim sultana itaati meşru gören" hadisler ve "fasık da olsa imamın arkasından namaz kılınır" fetvaları, çoğu alim tarafından kabul görmüş, bazı istisnalar dışında karşı çıkan pek olmamıştır. Fakat Harici ve Mutezile imamları bu rivayetleri hiçbir şekilde meşru görmedikleri gibi mezkur rivayetlere muhalefetten dolayı Emevi ve Abbasi yöneticileri tarafından da işkenceye tabi tutulmuşlar, hatta Hucr b. Adiyy gibi içlerinden idam edilenler de vardır. Emeviler döneminde en uzun süre kadılık görevinde bulunan ve ilmi kariyerine itibar edilen Kadı Şureyh, Hucr bç Adiyy'in katlinin haram olduğunu vurgulamasına rağmen fetvası kabul görmemiş ve meşhur sahabe dar ağacına çekilerek idam edilmiştir. Muaviye, fitne çıkarıp kan dökme ihtimali ve milletin selameti (aslında ibreti âlem) için onun katlinin daha uygun olduğunu ifade etmiştir.
Hiç şüphesiz iktidar-ulema ilişkileri, siyasi hadiselerin seyrine göre şekillenmiştir. Nitekim Tahkim Hadisesi'nde Hz. Ali'nin ordusundan ayrılan ve marjinal tavrıyla tanınan Hariciler, Müslümanların yumuşak karnı sayılan Mürcie'nin doğuşuna sebep olmuşlardır. Öyle ki "büyük günah" meselesiyle hemen herkesi tekfir eden Haricilere karşı Mürcie, "Nasıl ki kafire yaptığı hiçbir iyilik fayda vermez, mü'mine de yaptığı hiçbir kötülük zarar vermez" diyerek uç noktaya savrulmuş, ılımlı İslam düşüncesinin tarihteki ilk temsilcileri bunlar olmuş denebilir. Dolayısıyla ehli sünnetin kurucu menşeinde, Mürcie'ye ait görüş ve fikirlerin yer aldığını söylemekte bir mahzur yoktur.
Kaderin cilvesine bakın ki Numan b. Sabit (Ebu Hanife), Emevi ve Abbasi yöneticilerinin kadılık görevine razı olmadığı için onların işkenceleri altında şehit edildiği halde, öğrencileri Ebu Yusuf ve Muhammed, dönemin idarecilerine kadılık görevini icra etmekten geri durmamışlardır. Haliyle bal tutan parmağını yalar hesabı mevcut iktidarla iyi ilişkilerin ödülünü alan öğrencilerle, zalim yöneticilere boyun eğmemenin bedelini canıyla ödeyen hocaları Ebu Hanife'de aynı mezhebi potaya konarak bizlere "Hanefi Mezhebi" diye takdim edilmiş.!? Oysa mevcut yönetimin görevinde olan, zalim idarecilerden emir alan ulemanın, iktidar yanlısı fetvalar vermesi kaçınılmazdır...
Kuşkusuz tarih, bilgi kaynağı olabilir ama ilmin konusu değildir. Tarihte vuku bulan sosyal hadiseler mağluplar tarafından değil, galipler tarafından yazılmıştır. Dolayısıyla tarih, objektif gözlemlerle, nesnel veriler ışığında yazılmış değildir. Bilakis birçok hadisede saraylarda, mevcut iktidarların denetiminde yazılmıştır. Bundan dolayı Müslümanların tarihine baktığımızda Emevi Devleti'ne kıyasla Abbasi Devleti'nin bizlere daha iyi bir devlet olarak sunulması, daha doğrusu tarihte bütün kötülüklerin menşeinde Emevi Devleti'nin yer aldığı düşüncesi, bu yalın gerçeğin iz düşümlerinden başka birşey olmasa gerektir.
Düşünün ki Abbasiler, Emeviler'i yıkarak iktidar olmuşlardır. Emeviler hakkındaki bugünkü malumatımız, tümden Abbasi kanalından bize aktarılmıştır. Abbasilerin Emeviler hakkında iyi düşünmedikleri ortadadır. Öyle ise onlardan aktarılan bilgilerle kurulan mezhep ve meşreplerin meşruiyetine niçin inanalım?
Öğretilegelen fikirlerle ve kanıksanmış bilgilerle geçmişe bakmak ne derece sağlıksız ve yanlış ise, bugün içinde bulduğumuz bir takım hadiseleri, politik atraksiyonlardan ve mezhepsel bağlamlardan kopuk bir şekilde anlamaya çalışmak da, o denli yanlış ve eksik olması kaçınılmazdır. Bundan mütevellit Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in gidişi; "sıradan bir istifa ya da rutin bir emeklilik talebi" ile izah edilecek tarzda bir şey değildir. Aksine bu "başarılı bir bakanın görevinden el çektirilme hadisesi değil de nedir?" soruları ciddi anlamda yanıt bulmak durumundadır.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez'in görev süresinin bitmesine 3 yıl gibi uzun bir zaman varken emekliliğini talep ettiğini biliyoruz. Alışılmışın dışında bir kısım yeniliklere imza atan başkanın istifasının ardından çocukların ve kadınların camiye gelmesinden dahi rahatsızlık duyan mihrakların TV ekranlarında "emekli edildi" şeklinde haberi vermesi meselenin iç yüzünü ortaya koyma açısından manidardır.
Bu hususta birçok veri, Diyanet İşleri Başkanı'nın 'Görmez'den gelinmesine sebep olduğuna işarettir. Diğer bir deyişle gönderilmesine ilişkin birçok nedenleri zikretmek mümkündür. Lakin bazı proje kalemlerin iddia ettiği gibi Fetö ile mücadeleden dolayı gönderilmediği, bilakis Fetö ve benzeri paralel din mensuplarıyla çetin bir kavga verdiği için böyle bir akıbetle yüzleştiğini bile söylemek mümkündür. Hemen her gün sünni omurganın yıkılmak istendiğine, cemaatleri çökertmek isteyenlerin olduğuna yönelik ısmarlama yazılarla gazete köşelerinde kalem oynatanların imdadına, geleneksel dindarlığın sesine kulak kabartılarak, 'kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" anlayışı ile hareket edildiğine ilişkin bir intiba dahi söz konusudur. Zira uzun zamandır geleneksel camianın Diyanet İşleri Başkanı'ndan, onun birtakım yenilikçi uygulamalarından rahatsız olduğu bilinmektedir... Düşünsenize sakal-ı şerif ziyaretinden nemalanan bir devletin "Peygamberimiz yaşasaydı, sakal-ı şerif ziyaretine izin vermezdi" diyerek eleştiride bulunması, üstelik bu tenkidin Diyanet İşleri Başkanı'ndan gelmiş olması eleştirel düşüncenin olmadığı bir kültürde tahammülü söz konusu mudur?..
Kaldı ki Diyanet İşleri Başkanı'nın geçtiğimiz Ramazan ayında bizzat TRT ekranlarında düzenlenen 'Kur'an-ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması' ile ilgili "Son zamanlarda bir yarışma programı çıkarıldı biliyorsunuz. Sadece şunu söylüyorum: "Kur'an, ses yarışmaların güftesi olarak okutulacak bir kitap değildir". Kur'an bir hayat kitabıdır; hem de en müstakim yola, en sağlam yola götürmek için nazil olmuş bir kitaptır" sözleri kaleminin kırılmasına sebep olan en somut gerekçelerden biri olması da ihtimaller arasındadır. Onun bu cesur çıkışı geleneksel dindarlığın kök saldığı bir toplumda gözden çıkarılmasına temel teşkil eden sebeplerden biri, belki de en önemlisidir.
Zira Diyanet İşleri Başkanı'nın eleştirdiği bu programın finaline Külliye'de ev sahipliği yapan Cumhurbaşkanı'nın, ödül töreninde Mehmet Görmez'e göndermede bulunduğu şu sözler manidardır: 'Alışılmışın dışında bir uygulama bu yıl TRT diyanet işbirliği ile gerçekleşmiş oldu (Oysa diyanet işleri başkanı bu yarışmaya iştirak etmiş dahi değil). Bundan dolayı bizler de mutlu olduk. Birileri bazı kendilerine göre eleştiri getirmiş olabilir, bunlara hîç kulak asmaya gerek yok. Biz ne yaptığımıza bakacağız, nasıl yaptığımıza bakacağız ve bu yarışmanın içeriğinde neler var ona bakacağız. Hele hele bu Kur'an-ı Kerim okunması olduktan sonra akan sular durur..." Cumhurbaşkanı'nın "bunlara hîç kulak asmaya gerek yok" diyerek 'Görmez'den geldiği kişi Diyanet İşleri Başkanı'dır...
Sözün özü, on beş yılı aşkın destek verdiğimiz iktidarın en büyük kazanımı olarak gördüğümüz Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'i bu şekilde harcaması, daha doğrusu bize göre gönderilmiş olması bizleri zülfü yâre dokunur şeyler yazmaya sevketmiştir. Hükümetin böyle bir karar almakla kimleri sevindirip, kimlerin de mahzun olmasına sebebiyet verdiğine ilişkin gerçeği görmesi gerekir. Bunun için de Mehmet Görmez'in istifasının ardından kamuoyunda yazılıp çizilenleri tetkik etmesi, ciddi bir muhasebeye tâbi tutarak özeleştiri de bulunması şarttır. Aksi halde paralel devletten sonra paralel dinlere uzanan yolların sorumluluğu velev ki iyi niyet taşlarıyla döşense büyük bir vebaldir. Bu kez de aldandık diye bir mazeretle bu yanlıştan dönülmesi ve toplumun bu konuda ikna edilmesi çok zordur.
Hayırlara vesile olması dileğiyle...