İnsan ilişkilerinde diyaloğa girdiğimiz herkesle az ya da çok bir siyasal iletişim, ortak hareket ettiğimiz oranda da siyasal yapılanma oluştururuz. İster aile ilişkileri, ister ticari ya da iş ilişkileri, hatta yolculukta tesadüfen karşılaştığımız bir kişiyle yolu ortak kullanımda bile karşımıza bu çıkar. Zira insan, toplumsal bir varlık ve toplum da ilişkilerden oluşan bir bünyedir.
Siyasal yapılanma, sadece mevcut devlet/güç erk’inin oluşturduğu hiyerarşik yapılanma ile ilişkilerimiz değildir. Her türlü toplumsal ilişkilerimizde, birlikte yapılan işlerde, işbölümü, dayanışma ve temsil verdiğimiz şahıslarla olan münasebetlerimizdir. Bundan dolayı bizim değer yargılarımız çerçevesinde şekillenmemiş, öyle ya da böyle zamanla dejenere edilmiş, yumuşatılmış ta olsa, bir zaman gasp edilmiş ve üzerimizdeki tahakküme dönüşmüş Devlet Yapılanmasından bağımsız ve daha genel düşünelim.
Kurumsallaşmış bütün toplumsal ilişkilerde “Siyasal İktidar” demek, alınan kararlar, bunların bağlayıcılığı ve işleyişi anlamına gelir. En alt limitte “Aile”, gönüllü teşekkül ettirdiğimiz “Cemaat”, “Dernek” ya da herhangi bir programlı, sistematik ilişkileri ele alalım. Karar mekanizmasının işletilmesi ve diğer organlara kudretini hissettirmesi, bağlayıcılığı hangi boyut ve şiddette olursa olsun Siyasal İktidardır.
Elitleşme ve onun siyasal yansıması Oligarklaşma nasıl oluşuyor?
Aileden başlayan “başkası adına karar verme”, aile büyüklerinin otoritesi, sevgi ve bağlılık üzerinde yükselir. Onlar bizi büyütenler olarak hakkımızda karar verme yetkisine sahiptirler ve biz muhtaç olduğumuz gerekçesi ile buna bağlanırız. Onların istediği kimliğe bürünür ve başkası olmayı seç(e)meyiz. Ergenliğe ulaşma aşamasında, daha ilk ilişkilerimizde bile biz bunu seç(e)memişizdir. Bu ergenliğe ulaşmada problemli bir kişi için esaret’in varoluş koşulu olduğu yargısına yol açar. Bu esaret’in kabullenilmişliği, boyun eğmenin altında yatan zihin halidir.
Birey, kendi kişiliğinin oluşmasından, kendini öznel ve özgür kabul etmesinin ardından kendini özel görmeye başlar. Sahip olduğu özellikler içerisinde kuvvet, mal, mülk, bilgi ve hatta bir şekilde elde ettiği saygınlık ona bir üstün özellik sağlar. Bu özellik kendisini sıradan insanlardan üstün olduğu düşüncesi ile birleştiğinde, kendini toplumda elit/üstün birey konumuna yükseltir.
Bir kimse ya da zümre’nin topluluk üzerindeki yaptırım gücü olarak “İktidar” kendisine bir çeşit meşruiyet yolları üretir ve kullanır. Yüzyıllardır bu meşruiyet yolları “Zor” ya da “Sahte Din” üzerinden sağlayan “İstikbar” Aydınlanma sonrası Avrupa’da, İdeolojik bir formata bürünür. Batı Dünyası bu İdeolojik formatını Antik Yunan Felsefi üzerinden yükseltir. Eflatun’a göre toplumun ilk hiyerarşik yapılanması aile içinden ortaya çıkan “Patriarşi”dir. Aslında kısmen otorite kaynağının ilk toplum modeli olarak aile içerisinde ortaya çıkması açısından sosyal bir tahlil olarak gerçekçi bir yaklaşımdır. Nitekim soylu, güçlü ailelerin toplumu organize etmesi ile oluşan “Aristokrasi” Eflatun’a göre bilgelik ve liyakat esaslı oluşur. Nitekim Allah Elçisi’nin risaleti öncesi Mekke toplumunda, Kureyş kabilesinin oluşturduğu yönetim biçimi “Liyakat” esaslı Aristokrasidir. Eflatun Liyakat’ın bozulmuş hali “Timokrasi” denilen cebri/baskıcı bir yönetimden söz eder. Yine Mekke’de, Allah Elçisinin davetine cephe alan “Dar’un Nedve”’nin Müstekbirleşme’ye Timokrasiye dönüşmeye başladığı söylenebilir. Ebu Cehil’in cebri yapısı, Velid b Muğire’nin düşünsel bunalımlardan ve gerçekliği karşısındaki vicdan muhasebesini kaybetmesi sonucu anut ve kibire dayalı yapısına teslim olması bu dönüşüme işaretlerdir. Kur’an’ın, ilk oluşumu itibarı ile Kureyş’ kabilesinin “İlaf” esaslı toplumsal yapısına işaret ederek kısmen övdüğü toplumsal dayanışma, artık İstikbar’a dönüşmektedir. Aslında Mekke cahiliyesinin asıl problemi yönetimsel ve bu yönetimin toplumsal meşruiyeti değil, toplum katmanlarındaki Cahili Değer yargıları ve Siyasal yapılanmanın değerlere atfen meşruiyeti sorunudur. Ve Allah Elçisinin birincil hedefi de bu Değer Yargıları’nı değiştirmek, bununla teçhiz Kur’an nüveleri oluşturmaktır. Her ne kadar Mele ve Müstekbirlere uyarılarda bulunmuş olunsa da, bu “Hayırlı Topluluğun” oluşumu ve Toplumsal Islah hedefi, Mele ve Müstekbir’in yüz çevirmesi ile oluşan siyasal krizi zamanla devrimci bir merhaleye taşıyacaktır.
Batı dünyasının Aristo’nun tasnifi ile “Oligarşi” ve “Demokrasi” sıralaması ile ele aldığı ve kutsadığı bir yönetim tarzı olarak Demokrasi, Batı Dünyasının siyasal sürecinde, daha çok bu sıralamanın tersine Demokrasi, sonrası Oligarşi şeklinde gerçekleşir. 1911’de Alman sosyolog Robert Michles’in “Bütün politik sistemler zamanla Oligarşiye dönüşür” şeklinde ifade ettiği “Oligarşinin Tunç Yasası” diye bilinen süreç bütün Siyaset Düşünürleri tarafından ciddiyetle ele alınır.
Oligarşi’nin Tunç Yasası ne demektedir?
“Örgütlenme kaçınılmaz olarak “Bürokrasi”yi doğurur.
Yöneticiler, üyeler üzerinde yüksek avantajlara ve kaynaklara sahiptirler. Bunlar yardımı ile üyelerin iradelerine, muhalefetlerine ve değişim isteklerine kolaylıkla engel olurlar. Bu avantajlara ve kaynaklara kısaca göz atarsak;
1-Bilgi birikimi yöneticilerin elinde toplanmıştır.
2-Basın, yayın, propaganda aygıtları gibi İletişim araçları yöneticilerin tekelindedir.
3-Hitabet, yazın edebiyatı yöneticilerde daha gelişkindir
4-Örgütlenme olanakları yine yöneticilerin tekelindedir.”
Michels’e göre örgütlenmeyi elinde tutan liderlerin psikolojisi, hırsları, karizması, kitleleri kolay manipüle edişi bu oligarşinin oluşmasında ve devamında etkindir. Örgütlü azınlık örgütsüz çoğunluk üzerinde hâkimiyet kurar.”
Totaliter İdeolojik yapılanmalarda Lider’de toplanan bu yetenek ve imkânlar en güçlü hali ile “Faşizm”de vücut bulurken, “Sosyalizm” de de Proleter ya da Parti Diktatörlüğünün Milovan Djilas’ın tabiri ile “Yeni Sınıf” oluşturacak “Politbüro”sunda toplanır. Kapitalist sistem ise totaliter yoldan değil ama yasaların, kanunların çok üzerinde toplumsal nüfuza sahip “Piyasa Baskısı” ile bu Hiyerarşiyi ve Oligarşi’yi Liberal değerler üzerine yükseltir.
Yüzyıllardır Çin İmparatorluğu’nun başkenti Pekin’deki “Yasak Şehir” halktan ayrı Kraliyete ait bir bölgedir. Nabukadnezar’ın İmparator şehrinde de sıradan insanların giremediği saray merkezli yapı vardır. Dinsel mekânların önceleri halkla iç içe olmasına karşın zamanla Ruhbanların tekeline geçip halktan ve belli sınıflardan soyutlanması aynı Yasak Yönetim Merkezlerinin fonksiyonu’dur. Türkiye Cumhuriyetinin Faşist Jakoben döneminde kolluk kuvvetlerinin köylüleri Ankara merkezine sokulmadığı dönem de, bu Elitist, Oligarşi’nin nasıl yönetimde Mele ve Mütrefin’e dönüştüklerini gösterir. Günümüzde Ankara Çankaya, İstanbul Bebek, Nişantaşı gibi Elit yerlere girişi kolluk kuvvetleri ile engellenmese de Piyasanın gücü ile engellenmektedir. Standartüstü gelire sahip olmayan bir kimse, pratik olarak bu Elit bölgelerde ne kira ödeyebilir ne de bir kafeteryada normalin on katı ücretle çay içebilirler. Ve günümüzde Kapitalizm’in, bütün İdeolojileri aslından, bağlamından kopmuş dinsel yapıları çözmesinin, kitlelere nüfuzunun altında yatan bu tüketim hayranlığı ve güdüsüdür.
Toplumsal yapılanmada, Mekke Melesinde Kureyş’in statüsünü kabulü ve rızası varıdır. Faşist sitemlerde, kitleler Narsist ve Asabi duygularla Lider’e tapınır. Ruhban sistemlerde, “Din Adamları”na kutsiyet yüklü yetki vermiştir. Hatta Hristiyan Kilisesi Havari Saint Paul’a atfedilen “Bütün iktidarların Tanrıdan gelir” rivayeti ile her türlü iktidar kutsanmıştır, tabii ki işine gelmeyen iktidarların Aforoz edilmesi ile Kilise’nin kendi çıkarları da korunarak. Kapitalist toplum modelinde, kitlelerin materyalist bir Üretim-Tüketim ilişkisi üzerinden tüketmeye ve hatta tüketemezse bile Elitlere özenerek kendini uyuşturduğu bir toplum söz konusudur. Bütün bu toplumsal modellerde, idare ne kadar seçilmemiş ya da kontrol edilmemiş olsa da toplumsal meşruiyet sorunları yoktur.
“İktidarın tek kaynağı, tek kökeni, o iktidarın uygulandığı topluluğun norm ve değerler sistemince saptanan meşruluk şemasına uygun olması ve bu şema konusunda da o toplulukta bir görüş birliğinin bulunmasıdır.” Maurice Duverger
“İktidarın meşruluğu, onun, topluluk üyeleri ya da hiç değilse bunların çoğunluğu tarafından, bir iktidar olarak tanınmış olması olgusundan başka bir şey değildir. Bir iktidar, eğer meşruluğu konusunda bir görüş birliği varsa meşrudur. Meşru olmayan bir iktidar, iktidar olmaktan çıkar; güçten başka bir şey değildir artık ve o da ancak kendisine boyun eğilmesini sağlayabildiği sürece vardır.” Maurice Duverger
“ ‘Parti’ terimi, resmen özgür başvuruya dayalı yazılmayla üye olunan dernekleri anlatmak üzere kullanılacaktır. Etkinliklerinin adadığı amaç, bir örgüt içinde etkin üyelerine ülküsel ya da maddi yararlar sağlamak üzere erki elde etmektir. Bu yararlar, belli bir nesnel siyasanın gerçekleştirilmesi ya da kişisel çıkarlar elde edilmesi ya da her ikisi birden olabilir.” Max Weber
Siyasal sistemlerde totaliter yapılar bu meşruiyetleri toplumun zaaflarından alırlar. Toplum zaaflarından sıyrılıp taleplerini yükseltmeye başladığında da Diktatörlüğe dönüşürler.
“Eğer toplum yaşamı toplumsal istekleri doyuracaksa bu, toplum yaşamının iktidar aşkından türemeyen bir felsefeye dayanması gerekir.” Bertrand Russel
“İktidar durumunda Siyaset ekonomiden farklılaşır ve bu nedenle ekonomi ve siyasetten ayrı ayrı söz edilebilir; gene bu nedenledir ki ekonomik yaşamın "kalıcı ve örgütlenmiş" alanından doğarak harekete geçen ve kişiyi doğrudan eyleme iten, ama sonra bireysel insan yaşamının hesaplarının, bireysel çıkarlar’dan farklı yasalara uyduğu, heyecanlı atmosferinde duygu ve emelleri gündeme getirerek, ekonomik alanı da aşan “Siyasal Tutku”dan bahsedilebilir.!” Gramsci
Batı düşünürlerinin tespit ettikleri ama aşmayı başaramadıkları problemin kökeninde ne var?
Siyasal İktidarın politik tercihleri somut olarak haklar talebinden doğar ve soyut kavramlara dönüşür. Bu talebin karşılanması, devlet denen hiyerarşik yapılanmada doğrudan nesnel sonuç verecek kararlara dönüşmelidir. Başarıya endekslenen bu kararlar pragmatikleşir ve nihayet tamamı ile “Realpolitik”e dönüşürler, hem de gerektiğinde kendi ilkelerini çiğneyecek şekilde. Bu sık sık karşımıza çıkan, muzdarip olduğumuz, idealist insanların zamanla mütecaviz kişilere dönüştüğü bir çelişki, idealizmin ulvi hedefleri ile çelişen bir durum.
Peki, bu hoşumuza gitmeyen bu çelişki nereden doğuyor?
Sistematik kurumsallaşmanın ve bürokratik soğukluğun temelinde de aynı sorun vardır. Bu mekanikleşme, acımasızlaşma ve ilkelerden sapma, sadece işleyişle açıklanamaz.
En basit sosyal oluşumlarda bile Cahili paradigmanın oluşturduğu bu sorunla sık sık karşılaşıyoruz. Genç ve isyankâr ruhlu kimseler itirazlarla Otoriteryanizm’den söz ediyorlar. Hatta cemiyet içerisinde saygınlığı olan kişilerin kararlarının cemiyet tarafından sorgusuz kabulünden, kendilerinin tabuları aşmış, üretken fikirlerinin taban bulmadığından söz ederler. Çoğunlukla da bu kendi oluşturdukları karşı kibirden ve ihtiraslardan beslenen karşı çıkışlar kopma ile cemiyetten uzaklaşma ile ve ilanihaye bütün toplumdan soyutlanmaya kadar varır. Bazen de bu, haklı olarak toplumsal katılımcı bilinçliliğin olmamasından muzdarip olabiliyor. Ama en temelde toplulukların Önde Gelenlere duyduğu güven zamanla oluşmuş bir şey’dir. Bu güven onlara toplumsal meşruiyet kazandırmıştır ve bu durum kısmen de aktif olmayan toplumsal yapılanmada kuşkusuz problemler içermektedir. Toplumsal İktidar meşruiyeti sorgulaması yerine topluluğun değer kazandırılması (buna Islah metodolojisi diyelim) ve topluluğun güven’inin kazanılması uzun yolundan kaçan Acilci bir mantık Elçilerin ve Kitabın paratikliğine aykırıdır.
İktidar, İstikbara, İstibdat dönüşümü, daha büyük boyutlarda Ali Şeriatinin’de mücadele ettiği “Ruhban Oligarşisi”nin devlet aşamasında geldiği nokta ve bu Yapılanmanın konjonktürel siyasal sahada Mustaz’aflar aleyhinde gelişmeler göstermesi de taze ve sıcak bir gündem olarak önümüzdedir.
İstibdat’a dönüşen yapılanma kendi paramiliter güçlerini oluşturmak için bir “Öteki”ne ihtiyacı vardır. Taraftarlarının zaaflarını, korkularını kaşıyacağı ve aslında kendi ayna görüntüsü olan dış İstibdat bir çeşit, “Dış Düşman” ya da “Öcü” olarak taraftarların üstünde ve dilinde şekillenir.
Bu İstikbar’ın engellenmesi mümkün müdür?
Siyasal Yönetimdeki sorun iki temelden oluşur:
Birincisi, yapılanmada halk talepleri ile iktidar elitleri arasındaki ilişkiden kaynaklanan temel. Kadim sorun olarak “Ruhbanlık”, “Oligarşik Yapılanma”, “Politbüro” adlı yeni üst sınıfı oluşumu şeklinde; Teokratik, Liberal Parlamenter ya da Sosyalist bütün yönetim sistemlerinde görülen ve Kur’ani kavramlardan “Müstekbirleşme”, “Mele ve Mütrefin” ile açıklanan tahakküm yapılanmalarıdır. Bunun bariz uygulaması otoritenin tekelleşmesi ve yukarıdan aşağıya oluşan ve tahakküm ’ün ortaya çıkmasını kolaylaştıran ve sürmesine sağlayanda bu yapılanma biçimidir.
İkincisi, yapılanmaların da ruhunu oluşturan, kültürel yapıyı da ortaya çıkaran “Değer Yargıları” (Paradigma) kaynaklı temeldir.
Aşağıdan yukarı yine Kur’ani bir kavram olarak “Şura” ve “Biat” dediğimiz, meşruiyet sağlayıcı yapılanma, bütün bu Müstekbirleşme dediğimiz “Üst Sınıf” tahakkümünü teknik olarak engellese de, Değer Yargılarındaki hatalar, önce toplumsal ifsada ve nihayet kaçınılmaz olarak Üst Sınıfın da buna göre oluşumuna neden olacaktır. Islah eksenli Değer Oluşumu, toplumsal dinamizmi, katılımı ve kontrolü sağlayacak “İstişare” ve Biat kanallarını da açık tutan, üst sınıfın ayrışmasına engel olan “Ruh”u bünyesinde taşır. Özellikle Biat kelimesindeki karşılıklı alışveriş esası önemli ve ıslah edilmesi gereken bir kavramdır. Geleneksel anlayışa yerleşen katı itaat kültürüne dönüşen Biat, gerçekte “Ulul Emr”in “Tebaa”yı bilgilendirme yükümlülüğü yanında, Tebaanın Ulul Emre müdahale ve denetleme hakkı da doğuran iki yönlü bir işleve sahiptir. Özellikle ikinci kısım Müstekbir sınıflar tarafından törpülenmiş ve Tabi Olmak, Biat Etmek asli işlevinden tam tersi yönde Mele ve Mütrefin oluşumuna zemin hazırlamıştır.
Yapılacak iş; her türlü ilişkilerimizde hem kavramların ıslah’ı hem de bunların işlerlik kazandırılması, en önemlisi de bunu oluşturacak toplumsal değerlerin edinilip, içselleştirilmesi, adil bir ümmet oluşturulmasıdır. Sağlıklı olabilecek bütün sosyal faaliyetlerimizin hülasası/kıblesi de bundan ibarettir.
“Toplumun, kendilerine dünya hayatında bolluk ve genişlik bahşettik diye, bununla kurumlanıp hakkı kabule yanaşmayan, ahiret gerçeğini yalanlayan seçkinler çevresi: ‘Bu adam yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen, sizin gibi bir ölümlüden başka bir şey değil’ derler.” 23/33
“Kavmi içinde ileri gelen, kendini beğenmiş o kurumlu kimseler: ‘Ey Şuayb!’ dediler, ‘Hiç şüphen olmasın ki, seni ve inanan yoldaşlarını ülkemizden sürgün edeceğiz, meğerki kesin bir biçimde bizim yolumuza dönersiniz!’ Şuayb: ‘Peki, ya bunu yürekten istemiyorsak?’ dedi” 7/88
“ Kavminden hakkı kabule yanaşmayanların ileri gelenleri: "Biz senin kişiliğinde bizim gibi ölümlü bir insandan başka bir şey görmüyoruz" dediler. ‘Üstelik hemen ilk bakışta, içimizde, aşağı tabakadan insanların dışında kimsenin seni izlediğini de görmüyoruz; dolayısıyla, bize karşı bir üstünlüğünüz olduğu görüşünde değiliz; tersine, yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz!’” 11/27
“İnsanlara şahit olmanız, Allah Elçisinin de size şahit olması için sizi vasat /adil bir ümmet kıldık. Senin üzerinde bulunduğun kıbleyi ise sırf peygambere uyanları, ökçesi üzerinde dönenlerden ayırt edelim diye kıble yaptık. Allah'ın doğru yolu gösterdiklerinden başkası için bu çok ağır bir şeydir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Allah insanlara çok şefkatli ve merhametlidir.” 2/143
“Bir toplum, nefsinde olanı değiştirinceye kadar Allah, nimet olarak bağışladığını değiştirmez” 8/53
“Biz, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” 28/5
“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir.” 24/55