HAKSÖZ-HABER
Sedat Peker’in videolarına ilişkin birçok şey söylenebilir ama en azından bu videolarla başlayan tartışmaların Türkiye’de medyanın ne hallere düşürüldüğünün net bir tablosunu ortaya koyduğu inkar edilemez. Gazetecilik görünümü altında iktidara, güce tapınan, iktidar üzerinden nüfuz ticaretine girişen bazı isimlerin ne haltlar karıştırdığının anlaşılması şüphesiz hayırlı olmuştur. Darısı diğerlerinin başına!
İktidara övgüler düzmeyi, hiçbir konuda eleştirmemeyi, dalkavukluğu meslek edinmeyi gazetecilik diye pazarlayanların bu ‘çaba’larının karşılığında yalılarda şirketler kurup oradan buradan aktarılan yüklü paralarla semirmek, kamu kuruluşlarında yönetim kurulu üyeliği vb. makamlarla ödüllendirilmek gibi ortak özelikleri var. Bir çırpıda ulaştıkları imkanları kaybetmemek ve düne kadar sürdürdükleri basit, sade hayatlarına geri dönmemek için her gün biraz daha dalkavukluk batağına saplanmak ise zorunlu rotaları haline gelmiş durumda.
Sabah yazarı Salih Tuna’nın serencamı da böyle! Yeni Şafak’ta yazarken Pelikancılara göz kırpan, iktidar dalkavukluğunu hızlıca içselleştiren ve ilk fırsatta çalıştığı gazeteyi satıp aradığı ortama zıplayan bir isim! Mezhepçilik fitnesine karşı uyarı görünümü adı altında zaman zaman kaleme aldığı örtülü İran savunusu yazılar haricinde her durumda istisnasız, şerhsiz iktidar savunuculuğunu meslek edinmiş bir kalem.
Kendisine yöneltilen İrancılık iddiasını reddetmekle beraber Suriye’de işlediği korkunç zulümler karşısında İran’a yönelik yükselen öfkeyi her defasında “mezhepçilik tehlikesine düşmeyelim” repliğiyle yumuşatma, bertaraf etme kampanyasının önde gelen sözcülerinden biri olduğu malum.
Geçtiğimiz hafta, tam da “Esed’le anlaşalım” lobisinin faaliyetlerini artırdığı bir vasatta bir yazı kaleme almış ve yine ‘Suriye belası’ndan dem vurmuştu. Biz de yaptığının zulüm olduğunu söyleyip çirkinliğini yüzüne vurmuştuk. Kendisine ölümü ve hesap gününün dehşetini hatırlatmamız üzerine konuyu alakasız biçimde Davutoğlu savunuculuğumuza bağlamış ve ölüm tehdidinde bulunduğumuz iftirasıyla ortalığı velveleye vermişti. Bu vesileyle birilerini de harekete geçirmişti.
Destekçileri arasında kimler yoktu ki! Yine kendisi gibi dalkavuk takımından gazeteci sıfatlı şovmenlerden tutun, İbdacı geçmişlerini Pelikan tetikçiliğine tahvil etmiş kimi trollere, İran’ın geçmişte kirli operasyonlarında kullanıp attığı ama Suriye ile birlikte tekrar ısıtmaya çalıştığı son kullanım tarihleri geçmiş unsurlara kadar bir dizi şaibeli unsur ses veriyordu, Salih Tuna’nın maruz kaldığı büyük mağduriyet karşısında! Elan gecikmiş görünen Perinçek tayfası da eli kulağında devreye girmek üzeredir muhtemelen!
Bugün ismimizi vermeden tekrar bir şeyler karalamış hazret. Maskeli baloya gerek yok, ismini açıkça yazıyor ve Salih Tuna’nın ikiyüzlülüğünü teşhir etmeyi sürdürüyoruz. Bir sürü şey söylenebilir yazdıklarına karşı ama sadece bir iki noktayı vurgulamanın yeterli olacağını düşünüyoruz.
Öncelikle konuyu Davutoğlu savunuculuğuna, sözcülüğüne bağlama gayretinin ancak ahlaki seviyenin yerlerde süründüğünün göstergesi olabileceğini ifade edelim. Bizim Ahmet Davutoğlu’nun siyasi kişiliğiyle ilgili olmadığımızı herkes biliyor. Davutoğlu’nu değil, Suriyeli mazlumların hukukunu savunuyor, Suriyeli mazlumlara ve mücahitlere ilişkin kardeşlik vazifemizi ifa ediyoruz.
Biz iktidarda bulunduğu süreçte de Ahmet Davutoğlu’nun güzel bulduğumuz icraatlarını destekledik, yanlışlarını ise en sert şekilde eleştirdik. Bazılarının yaptığı gibi adımlarımızı güç sahiplerine hiçbir zaman uydurmadık! Adımlarımızı da, tüm hayatımızı da vahye göre tanzim etme gayretinde olduk.
Konuyu ısrarla siyasi kişiler üzerinden şahsileştirmek ancak dalkavukluğu meslek edinmişlerin işi olabilir. Belli ki Erdoğan iktidarına yönelik olarak “bakın sizin şu anda karşınızda bulunan Davutoğlu’na karşı nasıl da keskin mücadele veriyorum” mesajıdır, belli ki amaç dalkavukluktur, daha yaygın ismiyle yalakalıktır.
Tekrar ediyoruz, konu Davutoğlu ile alakalı değildir, zulüm karşısında alınması gereken tavırla ilgilidir. Konuyu Davutoğlu’na bağlamanın ise, aynen Süleyman Soylu’nun televizyon programında yaptığı gibi, Erdoğan’a mesaj verme, Erdoğan’ı borçlandırma siyaseti olduğu aşikardır.
Bu konuda Salih Tuna’nın müfteri olduğu tescillidir. Erdoğan’ın yaptığı bir konuşmayı Ahmet Davutoğlu’na mal etmeye çalıştığı bilinmektedir. Mecliste yapılmış ve televizyon ekranlarından yayınlanmış bir konuşmayı, başkasına aitmiş gibi ifade edecek kadar açık, bariz bir yalan söyleyebilen birinden söz ettiğimiz unutulmasın!
Salih Tuna bize yönelik olarak mahkemede hesaplaşacağız demiş. Elbette hesaplaşmak iyidir. Hangi mahkeme olursa olsun çekinecek bir şeyimiz yoktur. Kendisi yine avukatını gönderip daha önce yaptığı üzere sıra sıra tazminat davaları, ceza davaları açabilir, avantadan kaptığı paralar yetmiyormuş gibi Haksöz gibi arkasında sermaye kuruluşlarının bulunmadığı, kamu kurumlarının reklamlarıyla, fonlamalarıyla geçinmeyen bir yayın organına karşı on binlerce lira tazminat ve hapis cezaları talep edebilir. Kim bilir belki şimdiden kazanacağı paraların hesabını yapıyor bile olabilir.
Ama unutulmasın ki bu dünyada olan her şey gelip geçer! Tavsiyemiz odur ki, hiçbir aracının, şefaatçinin, iktidar gücünün bulunmadığı hesap gününde on binlerce, yüz binlerce masum Suriyelinin maruz kaldığı zulmü örtme çabasından ötürü yakasına yapışacak milyonlarca elden nasıl kurtulacağının hesabını yapsa kendisi için çok daha iyi olur!
___________________________________________________________
Salih Tuna’nın Sabah'daki köşesinde yayımlanan bahse konu bugünkü (10 Haziran 2021) yazısı:
Tehdit Nedir Ahmet Hoca?
Daha önce söyledim, yineleyeyim: Davutoğlu'na düşman falan değilim. Şahsi hiçbir sorunum da yok...
Zaten neden olsun ki...Hazreti, Dışişleri Bakanı ve Başbakan yapan da ben değilim, görevden alan da!
Bizim yaptığımız nihayetinde naçizane "nasihatten" ibarettir.
Zira "din nasihattir."
Sen kimsin ki koskoca Ahmet Hoca'mıza "nasihat" edeceksin diyenler olabilir... Arkadaşlar nasihat, güzel sözle uyarmaktır. Bazen bir çocuk, hatta bazen bir çiçek de (hâl diliyle) uyarır bizi. Önemli olan uyarılara açık olmak, kendimize kapanmamaktır. İnsanın kendine kapanmasından daha korkunç körlük yoktur.
Demem o ki, Ahmet Hoca'nın yanlışlarını dile getirmekle onu uyarmaya çalışıyorum.
Çünkü kendini iptizale uğratmasına da Müslümanlar arasında fitne fesada neden olmasına da gerçekten çok üzülüyorum...
***
Ahmet Hoca'yı bir yere kadar anlıyorum. Belli ki çok hırslanmış. İntikam duygusuyla yanıp tutuşuyor! Bakmayın siz "Nefsimi ayaklar altına alırım" diyerek yaptığı o "sadakat" konuşmasına.
Başbakanlıktan el çekmeyi hazmedemediği besbelli.
Lakin, yaşadığı süreci hazmetmesinin yolu sağa sola "Penguen" diye iftira atmak, sonra da, bizzat kendi iftirasını itiraf ederek komik durumlara düşmek değildi.
Kendi kendini rehabilite edebilirdi. Örneğin, "Erbakan 40 yıl mücadele etti, ben ondan daha uzun süre Başbakanlık yaptım" diyebilirdi.
Hatta, yazdığına inanıp, "Ben bu ülkede 3 dönem Başbakanlık yaptım" diye hava atabilirdi.
Şaka yapmıyorum, aynen şöyle yazmış resmi profilinde: "62, 63, 64. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri Başbakanı."
Bir adamı da çıkıp, "Teknik olarak mümkün olsa da böyle yazma hocam, dalga geçerler!" diye uyarmamış.
Gerçi Ahmet Hoca da adamlarını uyarmıyor.
Özellikle "adamları" diyorum. "Yandaşlarına" lafım yok. Allah herkesin çarşısına pazar versin, ne diyeyim.
Lakin "adamları" çok çirkef. İşleri güçleri Hocalarına dokunana iftira atmak. "Liyakat" dedikleri bu muydu, bilemiyorum!..
Fakire yıllar yılı atmadıkları iftira kalmadı. Aynı anda hem "İrancı" hem FETÖ'cü hem de "Kemalist" dediler.
Ahmet Hoca da "Bir insanın hem İrancı hem FETÖ'cü olduğunu söylemek mantık dışıdır arkadaşlar" diyerek adamlarını uyarmadı...
***
Ahmet Hoca'nın adamları, "Ahirette cennete giden yol İran'dan geçse oraya gitmem" diyen Fetullah Gülen gibi bakıyorlar İran'a.
Biz ise Ehl-i Sünnet âlimlerinden Prof. Esad Coşan gibi bakıyoruz. Merhum hocamız bir konuşmasında şöyle demişti: "Batılılar sevmiyor diye niçin İran'ı dışlayalım, defterden silelim?.. Batı'nın iğrenç politikalarına kanmayalım, onlar bizi birbirimize düşürüp kırdırmak; sonra da bakıp gülmek, alay etmek, kendi sömürüsünü devam ettirmek istiyor..."
Kaldı ki, "İrancı" iftiralarına zayıf da olsa tek bir delil gösteremezler. Unutmuş olamazsınız, Fetullahçı kimi yazarçizerler de Erdoğan'a "İrancı" diyorlardı.
Kissinger'in 11 Eylül saldırısının ardından "Bundan sonra çatışma Müslümanlar arasında olmalıdır" diyerek işaret ettiği "mezhep savaşına" karşı çıkmak neden "İrancılık" olsun?
Sezai Karakoç üstadımız "Suriye tuzaktır" dedi, biz de onu dedik. Ayrıca, gerek İran'ın Suriye politikası gerekse Esad hakkında yaptığımız eleştiriler de arşivde, merak edenler okuyabilir.
Ahmet Hoca'nın adamları öyle mucize çapında kifayetsizler ki iftiralarında bile samimi değiller. Yoksa İran ve Suriye konusunda üç aşağı beş yukarı kendileri gibi düşünen Hilal Kaplan'a pislik atmazlar, "Müslümanlara hesap verecek" diye döviz açarak tekfir etmezlerdi.
Tek dertleri Hocaları. Eleştiren herkesi iftira, hakaret ve tehditle sindirmeye çalışıyorlar.
Davutoğlu'nu eleştirdim diye geçen hafta fakiri ölümle tehdit edecek kadar tozuttular. Tıpkı Akif Emre, Prof. Mahmut Erol Kılıç ve beni kanlı bildirilerle tehdit edenler gibi.
Ahmet Hoca'nın "adamlarıyla" mahkemede hesaplaşacağız.
Bu adamlar bir de "İslamcılık" iddiasında iyi mi?
Hüseyin Yavaş kardeşim geçen gün nakletti. Muhammed İkbal'e "Şöyle şöyle bir grup var, onlara İslam'ı nasıl anlatalım?" diye sormuşlar, "Sizin Müslüman olduğunuzu bilmesinler yeter!" demiş.