Tüm Türkiye’yi ekran başına toplayan Yıldırım-İmamoğlu müsabakasının muhasebesi bitmeden bir şehadet haberi düştü ekranlara.
Adaylar, seçmenleri ikna edebildi mi? İmamoğlu, soruları program öncesinde moderatörden aldı mı? İmamoğlu nasıl bu kadar pişkince yalan söylüyor? Yıldırım, başkanlığa isteksiz mi? İmamoğlu, hangi yoksulları hangi kaynakla, nasıl doyuracak? Şehzadebaşı’ndan geçen her yoksulun eline para mı tutuşturacak? Belediyenin kırmızı çizgileri var mıdır? Herkesi kucaklamak sahiden mümkün mü? Buradaki herkesin içine hangi gruplar girmiyor? İmamoğlu, İstanbul Belediye Başkanlığı’nın görev-yetki sınırlarının farkında mı? Lafla peynir gemisi yürür mü? Yıldırım’ın makamlar görmüş yerleşik sükuneti İmamoğlu’nun hızlı futbol yorumculuğuna mağlup mu? Sorularına cevap aranırken Muhammed Mursi’nin, Sisi Göstermelik Mahkemesinde şehit olduğu bilgisi dikkatleri Mısır’a çevirdi.
2012 yılında %52 oy oranıyla Cumhurbaşkanı seçilmiş Muhammed Mursi’nin engellenme, ekonomik darboğaz, toplumsal olaylarla mücadele ettiği bir yıllık iktidarı askeri darbe ile sona erdirildi ve hapse atıldı. Partisinin yöneticileri tutuklandı. Akabinde Mısır’da Rabiatul Adeviyye Meydanı ile sembolleşen darbe karşıtı gösterilerde 4 bin kişi katledildi.
Darbeci Sisi, gücünü ABD başta olmak üzere Batı’dan, iş birlikçi laik, sol ve liberal Mısırlı aktörlerden, fetva üreten belamlardan, bazı selefi gruplardan ve Ortadoğu’nun ABD güdümlü devletlerinden alıyordu. Ve binlerce Müslümanın kanını döktü.
Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bu darbeyi kınayarak uluslararası kamuoyunu uyarmaya çalıştı. Arap Baharı söylemiyle halk iradesini yücelten dünyadan bu darbeye ve katliamlara yüksek sesli itirazlar gelmedi. Bunun sebebi elbette ki Batı normlarından yana tercih yapmamış halkların her türlü felakete müstehak olduğu ön kabulüydü.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kınadığı bir darbeciyi Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekillerden oluşan bir CHP heyeti 2013 Eylül’ünde ziyaret etti. Mısır darbesine methiyeler düzen diğer Türkiyeli aktörler bir tıklama ile ekranlarımıza düşecektir.
Muhammed Mursi, esir olduğu halde mahkemelerde gülen yüzüyle dünyaya salih bir adam izi bırakarak bu dünyadan göçüp gitti. Allah, şehadetini kabul eylesin. Her şey gelip geçici. Mallar, evlatlar, makamlar, diplomalar bırakılıp gidiliyor. Baki kalan yalnızca insanın yaşamını ve yaşamı sonrasını güzelleştiren salihat. Mursi’nin de birikimi, Kur’an ve sünnete bağlı yaşantısı hikaye ediliyor ardından. Darısı hepimizin başına.
Mursi ile Erdoğan’ı eş zamanlı hedef kılan sebepler, Mısır ve Türkiye’nin Batılılaşma serüveniyle paralel midir? İki liderin aynı anda devrilmeye çalışılması basit bir tesadüf mü? Ortadoğu halklarının algı ve operasyonlarla hizaya getirildiği, ümmetin tesbih taneleri gibi darmadağın edildiği ve coğrafyamızın kanının, kaynaklarının emildiği bu başıboşlukta umutlar yeşerten yerel liderlerden ikisi Erdoğan ve Mursi.
Gezi Parkı çevre düzenlemesine karşı çıkmak bahanesiyle Türkiye’nin karıştırıldığı 2013 Yazı’nda Ortadoğu’yu yeniden çizenlerin iştahlarını kabartan, CNN’lerin, BBC’lerin Tahrir ve Taksim Meydanlarını yan yana canlı yayına sunduğu görüntüleri hatırlayalım. Taksim Platformu, hükümete ültimatom veriyordu hani. Köprüler, havaalanları, HES’ler, Kanal İstanbul yapılmasın, emek gasplarına karşı durulsun, cinsel yönelime saygı duyulsun, muhafazakar politikalardan vazgeçilsin… Hakikaten ‘mesele ağaç falan değil’miş.
Otel lobilerinde ödüllendirilen Geziciler, Erdoğan’ı deviremeyince ‘ekolojik denge bahane planlar şahane’ dedirtecek cinsten 17-25 Aralık ve 15 Temmuz girişimlerini devreye aldılar.
17-25 Aralık aktörü, haram yemez polis müdürleri yurtdışına kaçtılar. Memur ailesi, senede bir kere baba memleketine ziyarete gidebilmenin faturasını bütün yıl ödüyorken tüm aile efradıyla Avrupa şehirlerinde yeni hayatlar kurabilmek bazılarına ne kadar da kolaymış.
2014 yılında, Mursi’nin idam ile yargılandığı haberleri tevriyeli manşetlerle Erdoğan’a (%52 oy oranı ile Cumhurbaşkanı seçilmişti) tehditler savuruyordu.
15 Temmuz’un engin hoşgörülü efendi çocukları(!) başımıza ne işler açtı?
Mursi’yi devirerek katledenler Erdoğan’ı deviremedi. Planları ayaklarına dolandı. ‘Bizim çocuklar’ın bir kısmı yeni projelere hazırlanıyor. Hiç değilse demokratik seçimlerde yeni kozları devreye almada fayda var. Memlekette malzeme mi yok. Her ölümlü gibi Erdoğan’ın da, iktidarının da eksikleri var elbette. Bunlar da ince bir işçilikle işlenecektir. İşleniyor da. Şeytan ve kadrosu kıyamete kadar iş başında. Erdoğan’ın kendinden emin yerel duruşu ve ümmetçi politikaları hedefte. Tüm insani zaaflarına rağmen Erdoğan, bu coğrafyanın cesaret atardamarı. Atardamar hayat, coğrafya kaderdir. Diyor ârifler.
Peki Belediye başkan adayımıza ikna olduk mu? Bu başkanlar çöpleri güzelce bertaraf eder mi? Suları, kanalları akıtır mı? Yolları açar mı? Parkları, bahçeleri yeşertir mi? Trafiği azaltır mı? Eğitim imkanlarını çoğaltır mı? Havayı temizler mi? Mevcut olumsuzlukları ıslah eder mi? Halka kulak verip, İstanbullu ile iş birliği yapar mı? Başkanların teknik donanımları yeterli mi? Vaadleri gerçekçi mi? Soruları mühim.
İşleyen kronometre, üç adam bir salon. Yaşlıcası kendinden emin, zamana aldırışsız, ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.’ Huzurunda. Gençten olanın biri soruyor sorularını. Diğeri birazdan avını alt edecek bir panter gibi tetikte. Herkese göz kırpıyor. ‘beni seç, her şey çok güzel olacak.’
Kul hakkına riayet, havuzlarda bayan erkek ayrımı, başörtülüye karışmama, sosyal tesislerde içki satmama, israftan kaçma, yoksulu doyurma, yalandan talandan uzak kalma sözleri, endişeye mahal yok kardeşlerim, sevecenliği. Kimseyi ürkütmeyen ‘size dokunmayacağız’ taahhütleri, her şeyi, hepimizi düşünmüş hazır kadro müjdeleri. Gözlere hoş gelen bakımlı aile pozları, tevazu derken ekabir gülüşler, her yere rızık verici pozisyonlar…
Bayım, siz şimdiye dek nerelerdeydiniz? Gökten zembille mi indiniz? Buralardan değil misiniz? Her şeyi güzel masallar diyarından yepyeni bir dünya vadediyorsunuz bize? Güzel nedir? Kimdir bu güzelin musavviri. Kimliksiz, kişiliksiz, cinsiyetsiz bu dünya nerede?
Bütün güzellikler(!) aşkına İslam’ı hayattan silmek için Türkiye’nin her sokağını ikna odasına dönüştüren, Müslümanlara topyekün savaş ilan eden, ‘başörtülü kızlar okula koca bulmaya geliyorlar.’ Diyerek hepimizi sürüleştirenlerin adayı siz değil misiniz? Yoksa özgün söylemli bağımsız aday mısınız? Size mi partinize mi itimat etmeliyiz? Hangi ittifakın adayısınız siz? Kimlerle beraber her şeyi güzel yapacaksınız? Vakıf ve dernekler üstünden vurma çabalarınız nedir peki?
Görülüyor ki doksanlarda tükenmiş temiz siyaset(!) vaadleri bol kepçe dağıtımda. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Unutmuşuz meğer. Tam da insanoğlunun her meşru uğraşında benim de yapabileceklerim olduğuna inanmaya (ç)alışırken okulların merdiven altı odalarında kız çocuklarımızı hizalayan prezentabl topuk seslerinin tınısı kulaklarıma çalıyor. Yazı karakış kılan o meşum koku (terli parfüm) mideme vuruyor. Kapıya koşuyorum. ‘Bu odadan çıkıp annenin kadın günlerine mi yoksa kariyere mi koşacaksın?’ soruları eşliğinde çöküyor bir el boğazıma. Küçülüyor, ufalıyor, dağılıyorum. Uzayıp gidiyor karanlık dehliz. Uykulardır bitiremediğim o koridorlar, mezuniyetimi göremeyen annemin kabri başına varıyor her keresinde. Sol yanım acıyor. İmam hatip okulundan sınıftaki dersi yerine caddeye sürülen Dilek Gürgen’in kamyon altında kalan bacağı durmaksızın kanıyor. On altı yaşında bir çocuk asılıyor gözlerimde. Geçmiş geçip gitmiyor bir türlü. Koşarak yetişemediğim sınavlar, mezuniyetler, atamalar, eş dostun bu yaştan sonralı sitemleri, yarım kalan taraflar, çok da istemiyorum artıklar, emekli olmuş akranlar, geç kalmışlıklar…
Bayım, ben İKNA oluyorum.