Otoriteyle dalga geçtiğinden, güce dil çıkardığından, ikonları devirdiğinden bahsedilen Charlie Hebdo’nun kendisi bir otorite figürüne ve halihazırda ikona dönüştü bile. Takıntı halinde ifade özgürlüğünden bahseden güruhun, Charlie Hebdo’ya yönelik eleştirilerinizi sıraladığınızda sözü ağzınıza tıkamak noktasındaki iştiyakının da Charlie’nin karikatürlerinden daha komik olduğu kesin.
Charlie Hebdo, eski yazarları Olivier Cyran’ın 2013’te yazdığı gibi, 11 Eylül sonrası, ‘İslâmofobik bir nevroz’a gark olmuş, ülkesinin en çok ezilen gruplarını en çok alaya alan, bir avuç beyaz Fransızın çıkardığı bir nefret söylemi bülteninden öte değildi. Dilleri de, mizahı karakterize ediş şekilleri de neo-con’lardan ya da şimdilerde Fransız Le Pen’in şahsında simgelenen aşırı sağdan farklı değildi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, ‘tarihte bir günde en çok göstericinin öldürüldüğü katliamların başında gelen’ olarak tanımladığı Rabia ve Nahda Meydanı Katliamları’nı Charlie Hebdo nasıl görmüştü dersiniz?
Siyahî, çirkin yüzlü ve beyaz entari giymiş, yaşlıca bir Arap adam var. Elinde Kur’an-ı Kerim’i tutuyor ve üzerine kurşunlar yağıyor. Birkaçı da Kur’an-ı Kerim’i delip, adamın göğsüne saplanmış bile. Üst başlık: “Kur’an bir ... yaramıyor. Kurşunları engelleyemiyor.”
İşte tüm insanlık değerlerinden daha çok Kur’an’dan ve Müslümanlardan nefret eden bu kökten laikçiliğe özgürlükçülük, bunu çizen ahmaklara da ‘özgürlük sembolü’ dememiz isteniyor. Yok öyle yağma!
Paris cinayetlerinden sonra, Yeni Şafak’tan birisi, öldürülenleri temsilen beyaz, çirkin yüzlü bir Fransız adam çizseydi, o adamın elinde kalem ve göğsünde kurşunlar olsaydı, üst başlığa da “Kâlem bir boka yaramıyor, kurşunları engelleyemiyor” yazsaydı, ne olurdu? Şimdilerde ‘Charlie’yiz de Charlie’yiz’ diye tutturan İslâm düşmanı güruh, “İşte bunlar böyle barbar, şöyle namussuz, öyle yavşak” diye atıp tutmaz, olan biteni de aşkla dış dünyaya ‘Radikal İslâmcılar kutlama yapıyor’ diye Emre Uslu örneğinde olduğu gibi pazarlamazlar mıydı?
Gelelim ifade özgürlüğü sakızına. Bu ifade özgürlüğü meselesini Batı şöyle kodlamış: “Ucu bana dokunan meselelerde ağzını kapalı tutmalısın. Bana dokunmayan her noktada da ağzını sonuna kadar bozabilirsin.” Ne âlâ memleket gerçekten.
Misal: Charlie Hebdo’daki özgürlük savaşçıları, 2008 yılında emektâr karikatüristleri Maurice Sinet’i, ‘antisemitist ifadesi’nden ötürü kovdu. Ne yapmıştı Sinet? Sarkozy’nin oğlunun para karşılığı Yahudi olacağını ima eden bir karikatür çizmişti. Ne oldu, çok komik değil mi? Yahudilikle parayı ilişkilendirmek ifade özgürlüğü değil de İslâm Peygamberi'yle her türlü çirkinliği özdeşleştirmek ifade özgürlüğü mü?!
Peki, 2005 yılında Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’i çirkin şekilde resmeden karikatürleri yayınlayan Danimarka Gazetesi Jyllands-Posten’in, Hz. İsa (a.s.) ile dalga geçen karikatürleri yayınlamayı reddettiğini ve her koşulda Holocaust’la alakalı karikatür yayınlamayı reddettiğini biliyor musunuz?
Dedim ya, ne âlâ memleket! Müslümanlar, şu anda Avrupa’daki iktidar ilişkileri çemberindeki en zayıf halka. İşin doğrusu, dünyada da öyle. Dolayısıyla her türlü işgal, tecavüz, aşağılama, katliam, toplu katliam, işkence, yasak ve baskıya maruz kalıp, sonra bir de tüm bunlara göğüs gererken güç aldığımız en kutsalımızla, en mahremimizle, biricik Efendimiz'le dalga geçilmesini de sineye çekmemizi bekliyorlar. Bu olmayınca da, karşılaştıkları tepkiyi –cinayetten bahsetmiyorum elbette, diğer tepkileri- ne kadar bağnaz, ne kadar gerici, ne kadar barbar olduğumuzun delili sayıyorlar. Elbette kendilerinin de ne kadar doğru, ne kadar ahlâklı, ne kadar ilerici olduğunun da... İşin doğrusu, aydınlanmış olduğunuz kadar ikiyüzlüsünüz de!
YENİ ŞAFAK