Hukukun ‘gelişmesi’ giderek mağdur kadar zanlının da haklarını korumaya yönelik adımları ifade etti. Devletin modern yönetim cihazlarından yararlanarak birey üzerinde tahakküm kurabilmesinin karşısında hukukun da kişinin adil yargılanmasını güvence altına alması istendi. Bu arayış ‘adil yargılanma hakkı’ denen ve bugün hukukun asli unsurlarından biri sayılan alanın önünü açtı. Artık herhangi bir adli kararın meşruiyeti, o karara yol açan adli sürecin adil yargılanma hakkına ne denli riayet ettiğiyle alakalı. Nitekim Türkiye’de de Anayasa Mahkemesi karar gerekçesinin zamanında yazılmaması nedeniyle Ergenekon zanlılarının tahliyesine hükmetmişti. Ancak bu ‘gelişmiş’ normun hayata geçmesiyle birlikte yaşanan temel bir ikilem var: Adil yargılanmanın olmaması nedeniyle pratikteki yargı sürecinin sefahati açısından ‘haklı’ bulunan zanlıların, onları yargıya sevk eden asıl suçlama konusunda da ‘haklı’ oldukları varsayılabiliyor, hatta bu kanaati yaymak üzere ‘siyaset’ yapılıyor.
Örneğin Tevhid-Selam adı verilen şişirilmiş bir dosya üzerinden yüzlerce kişinin dinlenme kararını yargıdan çıkartıp, sonra da bu listeye ilaveler yaparak ve telefon muhaberatını takiple binlerce kişiyi yasadışı dinleyen polislerle ilgili davada bu durum açıkça ortaya çıktı. Hizmet Hareketi’ne ait yayın organları meselenin adil yargılanma tarafını öne çıkardılar. Haklı olarak insanların yasal sürenin ötesinde tutuklu kalmalarını ve bu sırada yapılan ‘kötü muameleyi’ vurguladılar. Ama suçlamaya konu olan olay olmuş mu, bu kişiler bunları yapmış mı, yaptılarsa ellerindeki bilgiyi nasıl kullanmışlar türünden soruları hasıraltı ettiler. Oysa eski kayıtların ne zaman silindiği gibi detaylara ilişkin yaptıkları yayın, isnat edilen suçun bir şekilde birileri tarafından işlendiğini gösteriyordu… Kısacası Hizmet Hareketi bu olayda kendi mensuplarını korumak üzere adıl yargılanmayı öne çıkarırken, sanki esası teşkil eden suç da ortadan kalkmış gibi davrandı.
Her cenahın kendi işine geldiğinde böyle davrandığını ve davranabileceğini öngörmek hiç de gerçekdışı değil. Ancak o zaman ortaya garip bir durum çıkıyor: Hukuku ilerletmek üzere geliştirilen adil yargılanma hakkı, tam tersine hukuksuzluğu meşrulaştırmanın aracı olarak kullanılabiliyor. ‘Adil yargılanma yok’ denince suç da ortadan kalkıyormuş gibi davranılıyor… Yargı sürecinin yargı öncesi süreci aklayabileceği, gerçeği yaşanmamış kılabileceği varsayılıyor.
Burada kritik mesele şu: Adil yargılanma ihlali yaşanmayan herhangi bir davayı Batı ülkelerinin gelişmiş hukuk mekanizmaları içinde bile bulmanız zor. Az veya çok hemen her zanlının kendi yargılanmasının ‘adil yargılanmaya aykırı’ olduğunu iddia edeceği detaylar mutlaka yaşanacaktır. Türkiye gibi ülkelerde ise adil yargılanma hakkını ihlal etmemiş bir davayı herhalde mumla aramak zorundayız. Hele bu siyasi yönü olan bir dava ise, adil yargılanma olduğuna zanlının ve onu siyaseten veya ‘organik’ nedenlerle destekleyenlerin inanması imkânsıza yakın. Diğer bir deyişle bütün bir hukuk sisteminin adil yargılanma açısından eksik ve yanlı olduğunu, bu alanda ihlallerin yaygın bir pratik oluşturduğunu varsayabiliriz.
Böylece suç işleyenlerin önüne çok kullanışlı bir fırsat çıkıyor. Hukuku savunarak hukuksuzluğun daim kalmasını sağlamak… Eğer komplocu bir bakışınız varsa, bazı mahkemelerin adil yargılanmayı kasten ihlal edebileceğini de hayal edebilirsiniz. Mahkemeler böylece kendi yargıladıkları kişilerin yargı sürecine itiraz etmelerini ve kamuoyunda ‘haklı’ kılınmalarını sağlayabilirler. Buradan hareketle, eğer bir adil yargılanma ihlali varsa bunun kasten yapılmadığından nasıl emin olacağız?
Görüldüğü üzere yargının siyasallaştığı ve çeşitli sosyal gruplarca siyaseten kullanıldığı durumlarda hukuki olanla hukuksuzluğu ayırt etmek zorlaşıyor. Böyle bir ortamda hükümeti yargıya müdahale ediyor diye suçlamanın da halk nezdinde bir etkisi kalmıyor, çünkü hükümetin siyasi karşıtları da ilkesel açıdan aynı şekilde davranma eğilimi gösteriyor. Oysa adil yargılanmayı ihlal eden nedenler ikiye ayrılmakta: Uzun tutuklama gibi bazıları kişisel hakkı ihlal etmekle birlikte suçun belirlenmesini etkilemiyor. Oysa tanıkların eksik dinlenmesi gibi örneklerde suçun nesnel değerlendirmesi engellenebiliyor. Yapılması gereken bu iki tür adil yargılanma ihlaline açıkça farklı yaklaşmaktan geçiyor. Böylece hukukun adil yargılanma hakkı üzerinden suiistimal edilmesine de izin verilmemiş olur ve buna yeltenme de suçun itirafı anlamını taşır.
AKŞAM