Uzun zamandır Kürt meselesiyle ilgili yazmak içimden gelmiyor.
Sebebi, "Kürtlerin masum ve tabii haklarını savunmak" gerekçesiyle sahnede yerini alan siyasetçiler ve bu dava adına silahlı mücadele yürüten PKK bana samimi gelmiyor. Hükümet ise samimi gibi görünse de 'yanlış' yolda, devletin hâlâ zamirinde yuva yapmaya devam eden güçlerin etkisinde.
BDP'yi bir ölçüde anlamak mümkün, "silahlı örgüt"ün bütünüyle aksine siyaset takip edemez, bu onun bir lanet çemberi gibi içine aldığı reel politiği. PKK da, sağlanacak bir çözümden kendisinin kazancının ne olacağının hesabında. Belli ki bu canipten en azından şimdilik çözüm yönünde derde deva gelmez.
Pekiyi 'hükümet canibi'ndeki refleks ve çözüm modelleri işe yarar mı? Başlangıçta kabul edilen "yeni strateji" doğruydu, çözümü getirebilirdi, ümit vericiydi: "Güvenlik alanında kararlı mücadele, siyasileri muhatap alma ve özgürlükleri genişletme sürecini başlatma" fikri. Eğer hükümet, PKK ile mücadelenin inisiyatifini tamamen sivillerin eline verip, emniyet kuvvetlerini daha aktif hale getirebilseydi, sıkça rastladığımız karakol baskınları olmaz, "uçaklar PKK militanlarını vuruyor, geri çekilsinler" türünden üst düzey subayların tuhaf konuşmalarına tanık olmazdık. Bu bir ölçüde sağlandı da. Ancak PKK'nın kışa girerken ağır bir darbe yiyeceğinden endişe eden
a) PKK'nın kendisi;
b) PKK'nın bitmesini istemeyen devlet içindeki iyi saatte olsunlar;
c) AK Parti'ye ağır darbeyi ancak PKK terörünün indireceğini düşünüp bir anda Kürt sorunu savunucuları ve PKK muhibbanı haline gelen beyaz Türkler, beyazlaşmak isteyen esmerler, Ergenekon ve Balyoz davasıyla büyük sarsıntı geçiren ulusalcılar, Nişantaşı cemaati vs. harekete geçti.
Bu kirli bir savaştır, kimin eli kimin cebinde pek belli olmuyor. Herkesin zamirindeki dürtüler farklı, dolayısıyla refleksler de farklı. Resmi Türkiye'nin pek de kendi aralarında organizeymiş gibi görünmeyen güçleri, yeni kimlikler, maskeler takınıp çözüm sürecini sabote ettiler. Hükümet beklenmedik biçimde ağır, incitici, itici, dışlayıcı ve çatışmacı bir milliyetçi dili benimsedi; "devlet bir terör örgütüyle görüşür mü, önce PKK ezilmeli, dizüstü çökertilmeli, mecali bütünüyle bitirilmeli, sonra çözüm konuşulmalı" stratejisini izlemeye başladı. Elde Heronlar da var, onlar hareket eden her cismi tespit edecek, F-16'lar ve helikopterler bombalayacak. İşte bu milliyetçi-demir yumruklu kafayla Uludere katliamı altına imza atıldı, 35 masum gencin cesetleri paramparça edildi.
Hakkari'den konuştuğum dostlarım, ölenlerin neredeyse tamamının AK Parti seçmeni olduklarını söylüyor. Büyükleri korucu, yıllardır devletin yanında çarpışıyorlar. Kaçakçılıkları güvenlik kuvvetlerinin bilgisi ve denetimi altında. Orası resmi olmayan ikinci Habur kapısıdır. Kadın, oğluna şöyle diyor: "Yavrum askeri görürsen korkma, emniyettesin."
Bir diğer büyük hata, Amerika ve Körfez ülkelerinin dolduruşuna gelip Suriye konusunda izlenen riskli, yanlış ve ölümcül politika. 14 Temmuz'dan beri bunun bedelini ödüyoruz. Bir anda ABD ve Körfez monarşilerinin hatırına Ortadoğu'yla ilişkilerimiz neredeyse dondu. Suriye, Irak ve İran'la karşı cephelerde konuşlandık.
Yine de PKK'ya karşı operasyonlar sürerken halk tepki vermiyordu. Kaç PKK'lı öldürüldü, Güneydoğu'da tepki yoktu. Ancak Uludere katliamı bölgeyi ayağa kaldırdı. 35 gencin katli görünürde 'ağır kusur'dur. Kusur olunca "devletin meşru-görünen kurumları ve kuvvetleri"nce de 'kasıt' yoktur. Bundan zerre miktarı şüphe etmiyorum. Ama
a) Kürt sorunu çözülmesin;
b) Terör ve askerî operasyonlar sona ermesin;
c) AK Parti yeni ve sivil anayasa yapmasın, diye aralarında tarihsel ittifak kuranlar, uzun ellerini ta derinlere sokup büyük bir hamle yaptılar. Uludere, AK Parti'ye vurulabilecek en ağır darbeydi.
Bizim gibi insanlar Kürt tarafına ve hükümete seslerini duyuramazlar. Tepelerde "başka akıllar" yön çiziyor. Bunu anladık. Ama Türkiye toplumu olarak bilelim ki, her iki taraf yanlış yolda; bu çatışma masum halka dönecek, devletin bombaları ve PKK'nın Kalaşnikofları bu ülke gençlerinin üstüne ölüm yağdırmaya devam edecek. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.
ZAMAN