İki parçalı pazar yazısı

Önceki gün ekranımıza düşen Özgür-Der imzalı bildiriden başlayacağız. Haklarında hemen herkesin bir şeyler söylediği başörtülü öğrenciler öyle bir bildiriye imza attılar ki, “şapka çıkartmamak” imkansız.

Kimin imzası ile gelebileceği üzerine kafa yormamıştım ama -ister inanın ister inanmayın- bu “çocuklar”dan –hem de tam sırasında- böyle bir ses geleceğini tahmin ediyordum.

Bugünlerin pek tutulan jargonuyla söylersek, yıllardır konuşmaya doyamadığımız mesele “İşte budur!”

Bildiri bu ve kardeş meseleleri iyi özetleyen şu cümle ile açılıyor:

“Gerçek sorunumuz insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir.”

“Üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız” diyorlar.

“Ta ki:”

Kürtlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gerekli ortam oluşturulmadan; cinayetlerin gerçek sorumlularına ulaşılmadan; 301 davalarını bitirecek adım atılmadan; “Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatı bozulmadan”; Alevilere dışardan tanımlar dayatma sevdasından vazgeçilmeden; üniversiteden “sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden”; YÖK kaldırılmadan; 12 Eylül darbe anayasası ortadan kaldırılmadan “mutlu olamayacağız.”

Bildirinin sonunda da şu hadis: “Gökler ve yer adaletle ayakta durur.”

Sizi bilmem ama bana göre, başörtüsü meselesine ilişkin bugüne kadar yayınlanmış bildiriler içinde en şahanesi budur. Ne hocaların ilk bildirisi, ne orta yolcuların ya da sonra katılanların bildirileri, en iyisi kesinlikle budur.

“İçeri”den ama “dışarı”yı da aklından hiç çıkartmayan; daha doğrusu “içeri” ve “dışarı”nın aslında aynı dertten muzdarip olduğunun bilinciyle kaleme alınmış çok değerli bir bildiri bu. Bildiri bize haklı olarak, “mutlu olabilmek” için aşmamız gereken adaletsizliklerin bir bütün oluşturduğunu söylüyor.

Aferin gençler, işte böyle...

* * *

Kadir Cangızbay'ın Taraf gazetesinin dünkü sayısında yar alan “Ortaçağ karanlığından kurtulma vakti” başlıklı yazısı çok güzeldi doğrusu. Yazıyı bitirince aklıma geldi: Bu yazıdan hiç değilse birkaç satırı Özgür-Der bildirisini imzalayan gençlere hediye olarak gönderemez miydik? Cangızbay ne düşünür bilmiyorum ama bana göre yazının özellikle bazı bölümleri gençler için iyi bir hediye olur. Mesela şu bölüm:

“Yeni Başkan, Anit-Kabir defterine 'Türk hâkimlerine güvenin' diye de yazıyor. Tabii benim aklıma, en tazesinden Atilla Yayla geliyor. En trajiği ve affedilmezi ise sevgili Hrant'ı hedef tahtasına kelepçelemeleri; olmayan Türkçeleriyle, Türklük adına. Bir de biliyor musunuz, Fikret Başkaya da 'apolitizasyon' dedi diye yargılanmıştı, 'Apo' propagandası yaptığı iddiasıyla.”

Bir de Türkiye'deki “devlet-halk” ilişkisini değerlendiren şu satırlar:

“Ama bu ulus öyle bir ulus olmalıdır ki, memurlarının karşısına onların dışında yer alan ve onlardan farklı bir tercih ve irade mercii olarak dikilmesin. Bunun için de, halk ve devleti aynı ve tek bir bütün hâline getirmek gerekecektir: Tek Parti ya da Cumhuriyet'in Kilisesi. Tabiî, bu durumda ulus, bildiğimiz ulus-devletin, homojenliği vatandaşlık temelinde hukuksal alanla sınırlı hakkından farklı olarak sosyolojik açıdan da homojen, yani sosyo-kültürel özellikleri itibariyle de hem birbirleriyle, hem de devletle özdeş birimlerden oluşan bir kitle –ısmarlama bir Devlet Kavmi- olacaktır...”

“Tadımlık” kabilinden bu kadarı yeter diyordum ama kendimi alamıyorum:

“... bütün anları itibariyle mevzuata uygun olarak işleyen mutlak durağan bir toplum yaratmak; yani hiçbir sosyal dinamiğin devreye girip de dengeleri bozmadığı, değil dikey yatay hareketliliğin bile olmadığı, hatta ne hiç kimsenin ölüp ne de hiç kimsenin doğduğu ezeli-ebedi bir şimdiki zaman...”

Eline sağlık....

Yeni Şafak gazetesi