İki merkez arasındaki AK Parti

Ali Bulaç

Önce toplumsal desteği sonra sayısal desteği azalmakta olan AK Parti'nin içine düştüğü ikilem, iki merkez arasında tercih yapmakta çektiği zorluktan kaynaklanmaktadır. Bu büyük ölçüde partinin ana gövdesinde zihnî bir şaşkınlığın, küçük bir zümresinde ise bilinçli bir tercihin ürünüdür.

Siyasetin hangi dinamiklerle şekillendiğini araştırdığımızda, bunun iki merkez arasındaki gerilimde ifadesini bulduğunu tespit edebiliriz. Merkezlerden biri devlette billurlaşan "idari/bürokratik merkez (asker, sivil bürokrasi, yargı, büyük sermaye, üniversiteler, bunların uzantıları medya ve devlet sanatçıları)"; diğeri "toplumsal merkez (toplumun ana gövdesini teşkil eden heterojen kesimler)dir." Demokrasiye geçtiğimiz tarihten beri toplum(sal merkez), idari merkeze karşı hamle yapar: 1950'lerde Menderes, 1965'lerde Demirel, 1973'te Ecevit, 1983'te Özal, 1996'da Erbakan, 2002 ve 2007'de Erdoğan. Ama her defasında toplumsal merkez adına sayısal başarı kazanan temsilciler, bir müddet sonra idari merkezin tarafına geçer, tabir caizse saf değiştirirler. Bu ya müdahalelerle olur veya kendi rızalarıyla gerçekleşir. Şu veya bu sebeple olsun, temsilciler merkez değiştirdiği her defasında toplum seçtiği aktörlerden desteğini çeker, yeni bir hamle için zamanı kollar. Mesela ekonomide TÜSİAD, medyada Aydın Doğan gazete ve televizyonları, idari merkezi; MÜSİAD ve Zaman-Yeni Şafak toplumsal merkezi temsil ederler. Başka alanlarda da bunların izdüşümlerini sayabiliriz.

R. Tayyip Erdoğan ve AK Parti, toplumsal merkezin temsilcileri olarak siyaset sahnesinde yerlerini aldılar. Konu üzerinde dikkatle çalışan uzmanların da ifade ettiği üzere, Türkiye'de seçmenin yüzde 15'i kararlı dindar, yüzde 15'i kararlı sol-laik ve yüzde 10'u Türk ve Kürt milliyetçisidir. Rakamlar konjonktüre göre azalır, artar. Seçmenin ana gövdesi durumunda olan yüzde 60'lık büyük kitlenin sabit tercihi yoktur, bir tür yüzer gezerdir. 1983'ten bu yanaki seçimleri takip edelim, bu kitlenin sıkça parti ve lider değiştirdiğini görürüz. Esasında partileri iktidara getiren de bu yüzde 60'lık kitledir. Bugüne kadar ağırlıklı olarak dindar hassasiyeti önde-sağ partiler bu kitleye ulaştı ve iktidar oldu. Ama 1973 ve 77'de halkın sosyoekonomik taleplerine doğru seslenen ve dine saygılı dil kullanan CHP de seçimleri kazandı.

Toplumsal merkez bu ana kitle ile mütedeyyin çevrelerdir. Partileri ve son zamanlarda AK Parti'yi büyük bir zihin şaşkınlığına sürükleyen soru şudur: "Merkez partisi" olmaya karar veren bir parti, sırtını hangi merkeze yaslayacaktır? Topluma mı, yoksa devlete mi? Başka bir ifadeyle "toplumsal merkez"e mi, "idari/bürokratik merkez"e mi?

AK Parti'ye "merkez partisi olma"yı tavsiye edenler, ya zihnî şaşkınlık veya kasıtlı olarak "devleti, askerî-sivil bürokrasiyi ve büyük sermayenin gösterişe dönük tüketici yaşama biçimi"ni işaret ediyorlar. AK Parti'ye diyorlar ki: "Devletle anlaş, daha larj yaşa, içki içmesen bile kadeh kaldır, dindarları çevrenden uzaklaştır, eline geçirdiğin parayı gönlünce tüket, gittiğin geleneksel mekanları unut vs." AK Parti de, yanılgıya düşüp böyle yaptıkça "merkez partisi" olacağını zannediyor. Oysa o toplumsal merkezin partisidir, onu Türkiye partisi yapan, toplumun ana gövdesine seslenen politikaları ve vaatleridir. İdari/bürokratik merkeze yanaştıkça, gelir bölüşümünü düzeltemiyor, temel hak ve özgürlüklerde cesur adımlar atamıyor, küçük bir zümrenin sonradan görme burjuva hayat tarzını taklidi dolayısıyla sebep olduğu kıskançlıklara engel olamayıp kendi aslî misyonuna yabancılaşıyor.

Toplumsal merkezin talepleri basit ve sahicidir: Gelir bölüşümünün düzeltilmesi, refahın tabana yayılması; temel hak ve özgürlükler ile din ve vicdan özgürlüğünün sağlanması; Kürt sorununun çözülmesi; reel politiğe uygun Türkiye'nin dış dünyada haysiyetli bir konuma sahip olması; daha barışçı, insan yüzlü bir dünyanın kurulması. AK Parti düşüşte, ama toparlanıp yükselişe de geçebilir. Bu, "iki merkez" arasında yapacağı tercihe bağlı.

ZAMAN