Türkiye'deki siyaseti anlamak için belki bugüne kadar kullanageldiğimiz bazı anahtar terimleri değiştirmemiz gerekir. Mesela sıkça kullandığımız "merkez-çevre" bunlardan biridir.
Merkezin, bürokratik imkân ve avantajları kullanan iktidar seçkinlerinden ibaret olduğunu düşünecek olursak, bu durumda "çevre" toplumun ana gövdesini teşkil eden kitleler demek olur. Ancak bu, "idari merkez" bakış açısını yansıtan bir kavramsallaştırmadır, toplumun ana gövdesini neredeyse varoluşsal özellikleriyle de "kenar"a itmektedir.
Belirtmek gerekir ki, siyasette ve sosyal hayatın tanzimi konularında asıl çatışma "merkez ile çevre" arasında değil, "idari/bürokratik merkez" ile "toplumsal merkez" arasında cereyan etmektedir. Siyasetin müzakereci ve katılımcı bir niteliğe bürünmesi için, "toplumun ana gövdesi" referans alınarak çözümleme yapılmalı. Edward Shils'in ve onu Türkiye'ye uygulamaya çalışan Şerif Mardin'in "merkez-çevre" kavramsallaştırması artık yeterince açıklayıcı gelmiyor.
Gerilimin bir tarafında olan idari merkez şu ana zümrelerden oluşur: Asker, sivil bürokrasi, yargı, üniversiteler, büyük sermaye, cumhuriyetçi-jakoben aydınlar ve devlet sanatçıları. Bunların toplamı "idari/bürokratik merkez"in unsurlarıdır ki, bu yedi zümre, hakikatte sayısal olarak azınlıktır, bu özelliğiyle düşünüldüğünde belki de "çevre/kenar" denilmeyi hak etmektedir. Ancak askerî, bürokratik ve iktisadi gücün kontrolü ağırlıklı olarak benim "Merkezdeki çekirdek" adını verdiğim zümreler tarafından yapılmaktadır. Merkezdeki çekirdeğin meşruiyet çerçevesi, devletin bekası davası, bilgi üzerinde kurduğu haksız tekel, anakronik duruma düşmüş modernleşme veya çağdaşlaşma ve elbette tarihsel olarak tevarüs ettiği geleneksel avantajlar ve imtiyazlardır. Hakikatte, merkezdeki çekirdek "devletin bekası" adı altında hikmet-i hükümet yapar, dolayısıyla müzakereci siyasete, sivil katılıma ve üzerinde mutabakata varılmış demokratik kuralların işler halde olduğu normal bir rejime geçmek istemez. Sürgit "rejim tehlikesi"ni öne sürer. Genel söylem şudur: "Türkiye dışarıda ve içeride düşmanlarla çevrilidir. Her an rejim tehlikeye düşebilir. Biz normal bir coğrafyada yaşamıyoruz, komşularımız, ABD, AB, Rusya bize düşmandır; içeride hainler vardır, uyanık olmalıyız. Demokrasi bizi zaafa uğratır vs.."
20. yüzyılın ortalarından itibaren ivme kazanan göç, kentleşme ve nüfus hareketlerinin takip ettiği seyir sonucunda, Osmanlılardan beri süren gerilimin taraflarında temel bir profil değişikliği yaptı. İdari merkezin karşısında yer alan güçler, kenarda yaşayan, sesleri pek çıkmayan pasif-alıcılar olmaktan çıkıp, kendi dinî ve geleneksel kodlarına uygun bir biçimde gerilimin aktif tarafları konumuna geçtiler ki, bu, Shils ve Mardin'in "çevre" diye adlandırdığı milyonların artık "toplumsal merkez" bilinci kazandıkları anlamına gelmektedir. Toplumsal merkezin ana unsurları, Batı'dakine benzer birbiriyle çatışan sınıflar değildir; tam aksine bütün unsurların (din, mezhep, etnisite, bölge, demografik yerleşim) bir arada toplandığı 'kent sınıfı'dır. Bu sınıfın belirgin özelliği heterojen olmasıdır, farklı diller (gündelik hayatta konuşulan her dil), kimlik talepleri (Kürt kimliği), kent bedevisi (varoşların yoksul kesimleri), birbirinden ayrı yaşama biçimleri (mazbut veya aldırışsız), etnik kökenler (Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Arnavut vs.), mezhepler (Sünni-Alevi), dinler (Müslüman- azınlık/gayrimüslim); demografik dağılım (şehirli-köylü), bölge farkı (doğulu-batılı, kuzeyli-güneyli) bir arada bulunmaktadır. Ancak tümünün çıkarı ortaktır, çıkarları idari merkezin, demokratik siyasete mecbur edilmesidir. İdari merkez, her ne kadar bu heterojen sınıfın farklı gruplarını birbirine düşürmek istiyorsa da, her kritik siyasi dönemeçte toplumsal merkez ortak tutum alabilmektedir: 1950'de DP-Menderes'i, 1965'te AP-Demirel'i, 1973'te CHP-Ecevit'i, 1983'te ANAP-Özal'ı, 1996'da RP-Erbakan'ı ve 2002 ile 2007'de AK Parti-Erdoğan'ı iktidara getiren hamleler bunun ifadesidir.
Zaman gazetesi