İki devletli çözüm hayali

Hilal Kaplan

Uluslararası çevrelerde sıklıkla dile getirilen iki devletli çözüm önerisi, gerçekleştirilebilirliği pek de tartışılmadan söylenegelen ama bence işlev olarak mezarlıkta yürürken ıslık çalmaktan pek de farkı olmayan bir klişe.

Şu anda İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarının yanı sıra kurulması muhtemel bir Filistin devletine ait olması gereken topraklarda da yaşayan 480.000 yasadışı yerleşimci İsrailli var. Geçtiğimiz aylarda Haaretz’de yayımlanan bir anket çalışmasına göre Batı Şeria’da yaşayan yasadışı yerleşimcilerin yüzde 21’i yerleşimleri terk etmemek adına İsrail devletine karşı silah kullanmak dahil her tür yola başvurmaları gerektiğine inanıyor. Ayrıca yerleşimcilerin yüzde 54’ü hükümetin kendilerini yerleşimlerden çıkarmak hususundaki “otorite”sini tanımıyor. İsrail halkı referanduma gidip yerleşimlerin boşaltılması gerektiğine karar verse bile yasadışı yerleşimcilerin yüzde 36’sı bunu kabul etmeyeceklerini söylüyor. Kaldı ki referandum yapılsa bile yerleşimlerin boşaltılması noktasında İsrail halkının çoğunluğunun müspet cevap vereceği oldukça düşük bir ihtimal.

İsrail aslında şu anda apartheid rejiminin uygulandığı bir devlet. Siyonist lobinin ABD yönetimi ve medyası üzerindeki etkisi olmasa bu gerçek başka herhangi bir devlet için çoktan ilan edilmiş ve uluslararası baskı uygulanmaya başlanmıştı. 1967’den beri başa gelen her Amerikan başkanı yasadışı yerleşimlere karşı çıktı. İsrail hiçbirini dinlemedi ama Amerika milyarlarca dolar yardımını İsrail’den hiçbir zaman esirgemedi.

Apartheid diyerek abarttığımı düşünüyorsanız şu tabloya bir bakın: Yasadışı yerleşimciler, Filistinlilerden farklı  bir altyapıya sahipler. Onlardan farklı, yeni yapılmış otoyolları  kullanıyorlar. Sayıları Filistinlilerden az olmasına rağmen İsrail onlara daha fazla su kullanma imkânı tanıyor.

Yasadışı  yerleşimcilerin yaşadığı yerlerdeki Filistinlilerse günde defalarca kontrol noktalarından aranarak geçip işlerine gitmeye çalışıyorlar. Duvarları kurşun delikleriyle dolu apartmanlarda yaşıyorlar. Su tüketimi kısıtlı olduğundan yemyeşil bahçeleri olan yerleşimcilerin evlerine karşılık kurak bir hayat yaşıyorlar. İsrail’in yaptırdığı nöbetçi kuleleri tarafından devamlı gözetim altındalar. Evlerine her an İsrail askerlerinden oluşan bir grup gelip kamp kurabiliyor ve işgalci askerlerin her türlü isteğini karşılamak zorundalar. Hülasa, ayrı kanunları, ayrı evleri, ayrı yolları olan iki halktan bahsediyoruz ve yönetimde söz sahibi olan halkın çoğunluğu başından beri bu ayrımın sürmesini destekliyor.

Eğer tüm bunlar bir “apartheid rejimi”ne kanıt teşkil etmiyorsa, ne ediyor diye sormak isterim. Sizce böylesi sistemli bir politikayla sindirilmeye çalışılan Filistin halkı daha ne kadar direnebilir? İsrail’in hakkının devlet olarak kalmak olduğunu savunanlar işgalini gün be gün “siviller” eliyle sürdüren ve bunu durdurmaya da aslında pek niyeti olmayan bir devleti savunduklarının farkındalar mı? Siyonist vizyon –ki İsrail’de devlet söylemi olarak savunulur- hiçbir zaman Filistinlilerin devlet olma hakkını içermedi. Nobel ödüllü İzak Rabin bile Oslo Barış Anlaşması sürecinde Filistinlilere hak olarak “devletten az bir varlık” şeklinde tanımladığı kısıtlı otoriteyi savunmuştu.

Netanyahu Amerika’daki en güçlü Siyonist lobi olan AIPAC’in geçen aylardaki konferansında “Bizim için Kudüs’ü inşa etmek Tel Aviv’i inşa etmek gibidir. Kudüs konusundaki politikamız 42 yıl öncekiyle aynıdır. Yahudiler 3000 yıl önce Kudüs’ü inşa ediyorlardı. Bugün de inşa ediyorlar. Kudüs bir yerleşim değil, bizim başkentimizdir” dedi. Yani iki devletli çözümün Doğu Kudüs’ü Filistinlilerin başkenti olarak takdim eden önerisini tanımadıklarını Amerika’da açıkça dile getirdi. Amerika’daki en güçlü Siyonist lobi AIPAC’in de bunun arkasında olduğu bilinen bir gerçek.

Yani İsrail hiçbir zaman Filistinlilere yaşam hakkı tanımadı, bundan sonra da birdenbire elde edilen topraklardan vazgeçip “insancıl” bir politika izlemeyecek. Bu yüzden İsrail devletinin meşru bir devlet olarak değil bir apartheid rejimi olarak tasdiki, barış içinde bir Arap-Yahudi toplumunun kurulması için elzemdir. Nüfus olarak fazla olan toplum muhtemelen Filistinliler olacağı için mezkûr barışın önce Birleşmiş Milletler nezdinde sağlanması gerekse bile uzun vadede yönetimin demokratik seçimlerle Filistinlilere bırakılması da hakkaniyetin gereğidir.

   ***

Sivilliğin ve insaniliğin seküler bir dil içinden kurulmasının şart olduğunu sanan, halkına yabancılaşmış aydınlar için vicdan abidesi bir adamdan alıntı yaparak bitirmek istiyorum. Aynı zamanda inançlı bir Katolik olan İngiliz parlamenter George Galloway, Londra’daki İsrail Büyükelçiliği karşısında gerçekleştirilen protestoda “Es Selamun Aleyküm” diye başlayıp aynı selamla bitirdiği konuşmasında şöyle dedi: “Dün Gazze filosunda şehit olanların cenazesi için İstanbul’daydım. Ayakkabılarımda hâlâ o şehitlerin mezarlarından yadigâr tozlar var ve onları asla silmeyeceğim.”

Şehitlerimize selam ile...

hasiralti@gmail.com

TARAF