Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
İki bayramın tebriği
Günlerin en değerlisi ve bir sureye de ismini veren Cuma ile ayların en değerlisi Ramazan’ı uğurlarken Ramazan Bayramı’na da birlikte “Hoş geldin!” diyoruz. Ne güzel iki Bayram’ın aynı günle buluşması. Asrın afatı deprem bir yandan, sel diğer yandan, ahlâkî çöküş ve kokuşma zemininin kayganlığı hepsi iç içe. Şu zor, sıkıntılı, buruk ve hüzünlerle “sabır ve şükür”le girdiğimiz Ramazan Bayramı. Hakikaten diriltici özelliği olan bu Bayramlar bizim Bayramlarımız. Bizleri bugünlere ulaştıran Rabbimize hamdü senalar olsun.
İslam’ın bütün ibadetleri hayatın içinde yaşanıyor. Yani bir inziva hayatı içinde yaşanan din değil İslam. İbadetle hayatı iç içe geçirmiş ve belki daha doğru ifadeyle, hayatı ibadet duygusu içinde yaşamayı öğreten bir din. Acıyı, ızdırabı, hüznü, süruru, cenazeyi, hastayı, düğünü beraber yaşadığımız çok olmuştur. Şehit cenazesinden düğün konvoyuna katıldığımız, hasta ziyaretinden nikah salonuna gidişimiz gibi. Hayatımızın ibadet, ibadetimizin hayat olduğu bir dünya. Kopukluk yok. Tıpkı akan bir ırmak misali. Dengeli, ölçülü, istikametli.
Bayramlar, bizi biz yapan kültür değerlerimizin demetidir. Dostlarımızı büyüklerimizi aramak, sevgimizi saygımızı dile getirmek ve bir muhabbet ikliminde yaşamaktır.
Müslümana kabalık, nezaketsizlik, anlayışsızlık, duyarsızlık, kindarlık, sevgisizlik, gayretsizlik, gösteriş, gurur, cimrilik, çirkin söz, bencillik, duygusuzluk, düşüncesizlik, basiretsizlik, güzelliğe karşı ilgisizlik, geçimsizlik, vefasızlık, uyumsuzluk, saygısızlık, takdirsizdik, soğukluk, kendini üstün görmek, merhametsizlik, sorumsuzluk, gönül almayı bilmemek, rahatsızlık verici ve tedirginlik uyandırıcı dik bir tavır içinde olmak, derbederlik, komiklik, savrukluk ve benzeri haller yakışmaz. Bu ve benzeri hastalıklardan kurtulma gayretini göstermemiz gerekir. “İmtihan dünyası”nda yaşıyoruz, yaşayacağız. Zaten hayat düz bir yol değil. İnişleri ve çıkışları var. Müminin imanı devamlı sınanır. Bazen Âdem gibi iblisle, bazen Nuh gibi tufanla, bazen Eyüp gibi hastalıkla, bazen İbrahim gibi ateşle, bazen İsmail gibi canla, bazen Yakup gibi evlatla, bazen Yusuf gibi kadınla, bazen Asiye gibi kocayla, bazen Musa gibi iktidarla, bazen Dâvud ve Süleyman gibi sultan olmakla, bazen Yahya gibi kurban olmakla sınanır. Dost da imtihandır, düşman da. İktidar da imtihandır, muhalefet de. Esas olan yalnız dostlara karşı değil, düşmana karşı da imtihanı başarıyla verebilmek ve nefsî hareket etmemektir. İktidarda da imtihanı başarıyla verebilmek, yokluğa sabrederken varlıkla sınandığında da çözülmemektir. “Dünyevileşme” hastalığının sirayetine dikkat edip, infakla, ahlak-ı Muhammediye içinde hareket edip ‘örnek olmak’la tedbir almaktır. Hayattan kopamayacağımıza göre bu hayatın içinde Bayramları ‘Bayram Şuuru’ ile idrak etmektir. Elbette bu milletin derdi de bu ümmetin derdi de bizimdir. Sancısız doğum olmaz. Düşüncesiz, tefekkürsüz, fikirsiz, zikirsiz, çilesiz, neşesiz günü olmaz Müslümanın. Onun için hayatın içindedir bizim Bayramlarımız.
İslâm dinînin özü olan cemaat şuuru bayramlarda yaşanır. Bayramlarda iştirakin, birlikte olmanın güzelliği vardır. Biz bu coğrafyanın, bu insanın mesuliyetini duymak zorundayız. Bayram’ın bu sorumluluk şuuru ile Müslüman Türk dünyasının birliğini İslam âleminin bu bölük-pörçük halden kurtarılmasını dirliğini sağlamasını niyaz edelim. Hepimiz içerisine sürüklendiğimiz gafletten uyanalım. Dinî hayatımız artık milletimizi de ümmeti de ortak sorumluluk, ortak sevinç, ortak hüzünlerde toplar İnşallah. Kur’an-ı Kerim’in emir ve yasakları belli. Peygamber buyruğu belli, ama ne yazık ki herkesin ayrı bir “İslâm dini” anlayışı var. Bilhassa Bayramlarda Edirne’den Kars’a kadar sınırlı bir coğrafyanın yetmediğini anlıyorsunuz. Gönül coğrafyamızın sınır tanımadığını da. Yüreğinize yerleştirilmeğe çalışılmış sun’î sınırların dışındaki Müslümanlara, insanlara yer açmanız gerektiğini de.
Ümmetin coğrafyasından feryatların yükselmediği oluk, oluk kanın akmadığı bir bayram. Sevmenin sevilmenin, özlemenin, özlenilmenin sevindirmenin ve sevindirilmenin hayata hâkim olduğu bir bayram. Milletçe başımız dik yaşadığımız, sevincimizin kursağımızda kalmadığı, yediğimiz lokmaların boğazımızda düğümlenmediği bir bayram. Ümmetin viraneye dönmüş topraklarında; çocuklarının öksüz, yetim ve boynu bükük kalmadığı bir bayram. Müslümanların yaptığı icraatlara düşmanlarının hayalinin yetişemediği, kendisini öldürmeye gelenlerin kendisinde dirileceği bir bayram. Dinde kardeşleri olmasa da yaradılışta kendisine eşit olan insanların, mazlum, mağdur, muhtaç ve mahrumlara bütün imkânların seferber edildiği bir bayram. Bu hasretini çektiğimiz bayramlarda da buluşacağız İnşallah. Bayramlar, İslâm’a bir çağrıdır. Bilgisayar teknolojisinin uyuşturduğu, çelik ve beton arasında nefessiz bıraktığı insanımıza ‘kendine gel!’ çağrısıdır. Bu dâvet de her hal ve şartta Rabbimizin unutulmadığı bayramlarla gerçekleşir.
Ve hesap gününün sonunda; Rabbinin Rızasını kazanarak “gir cennetime!” müjdesine nail olunan “hakiki bayram”larda buluşuruz İnşallah…
Aslında gerçek bayram da ahiret bayramıdır; insanın yaptığı bütün güzel çabaların karşılığının kat kat fazlasıyla verildiği, ibadetlerin ve güzel davranışların ödülünün insanın önüne “cennet” biçiminde konulduğu gün. Bu bayramlar, ahlaki davranışın mutlaka ödüllendirileceği inancını pratiğe eden müstesna zamanlardır. Ama her şeyden önce bu bayramlar, Allah’ın hayata müdahil oluşunun, O’ndan bağımsız bir mutluluk tasarımının muhal oluşunun, O’ndan bağımsız hiçbir dünyevi güç ve otoritenin, toplumları bu denli motive edemeyeceğinin en açık tezahürüdür. Bizler insanlığın ümidiyiz! Bu aziz milletin evlatları olarak bayramı kendi adımıza değil, insanlık adına yaşayalım. Bayramımız insanlığa barış nefesi olsun, yeni bayramlar doğursun. Sevincimiz tohum olup toprağa düştüğünde yeni sevinçler yeşertsin. Huzurumuz nice huzursuzlukların çaresi; mutluluğumuz insanlığın kalbini delen acıların tesellisi olsun. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, affı, afiyeti, inayeti bizlerle olsun. Ramazan Bayramımız mübarek olsun.