İki anahtar kavram: Din ve millet

Ali Ünal

İslâm, daha ilk günden evrensel ve kuşatıcı özelliğiyle kendini göstermiş ve 14 asırlık tarihi boyunca gayr-ı Müslimler, İslâm toplumlarında kendi dinlerine bağlı yönetimler altında yaşayan dindaşlarından bile çok daha rahat bir hayat sürmüşlerdir.

Buna karşılık, insan hak ve hürriyetlerinin şampiyonluğunu yapan modern medeniyetin merkezi Hıristiyan Batı ülkelerinde birkaç milyonluk Müslüman'ın varlığı hazmedilememekte, Yahudiler tarihlerinin en mutlu yıllarını Müslümanların idaresinde yaşamış olmalarına rağmen İsrail, hem de işgal ettiği topraklarda Filistinli Müslümanlara 60 yıldır kan kusturmaktadır. Tamamı başörtülü Müslüman annelerin evlâtlarının kurduğu, asırlarca koruduğu, Kurtuluş Savaşı'nda düşmandan kurtardığı ve bugün de teröre karşı yine çok büyük oranda başörtülü annelerin evlâtlarının savunduğu Türkiye'de bir avuç azgın azınlık, Müslüman halka âdeta hayat hakkı tanımak istememektedir. Din ve millet, hem bütün bu vâkıaları, hem de Türk kimliği, Kürt kimliği gibi etnik temelde kimlik arayışlarının mahiyetini bize açıklayabilecek iki kavramdır.

Din, Allah'a aittir; onu gönderen, Allah'tır (cc). İstisnasız bütün peygamberler, inanç, düşünce ve yaşayışta Allah'a teslimiyet esasına dayanan aynı dinle gelmişlerdir ve bu dinin adı da, Allah'a teslim olma manâsıyla İslâm'dır. Şu kadar ki, Peygamber Efendimiz'e (sas) kadar gelen peygamberler İslâm'ı, insanlığın içinde bulunduğu şartlar gereği belli zaman ve topluluklarla sınırlı olarak temsil ve tebliğ etmişler, biraz da bu sebeple kendilerinden sonra bu din, Musevîlik gibi, Hıristiyanlık gibi onu temsil ve tebliğ eden peygamberlere izafeten anılır olmuştur. Buna karşılık, Peygamber Efendimiz (sas), onu artık bütün nihaî sınırlarına taşıyarak, nihaî kuşatıcılığı ve evrenselliğiyle temsil ve tebliğ etmiş, Allah, dini O'nunla kemale erdirmiştir. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz'in temsil ettiği evrenselliği ve nihaî kuşatıcılığıyla İslâm, önceki peygamberlerin temsil ve tebliğ ettiği şekillerindeki bütün doğruları, hem de nihaî boyutlarıyla kapsamakta, onlara zamanla sızmış yanlışları ise kendinde barındırmamaktadır. O, bir saray, önceki şekilleri ise, o sarayın birer odası veya müştemilatının parçaları gibidir. Bundan dolayı, zamanla Musevîlik/Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi ayrı dinler haline gelmiş bulunan dinlere mensup insanlar her dönemde akın akın İslâm'a girerken, bir insanın İslâm'dan çıkıp da başka dinlere girmesi kolay değildir ve ender rastlanan bir hadisedir. Çünkü din adına başka dinlerde aranan doğrular İslâm'da vardır; İslâm'da olan ve her insanın ihtiyaç duyacağı pek çok doğru ise o dinlerde yoktur.

Millet, dinin hayata yansıma şekli, meydana getirdiği hayat tarzı, oluşturduğu kültür ve medeniyettir. Din, Allah'a izafe edilmesine karşılık millet, Hz. İbrahim'e izafe edilir ve Müslümanlara da hanif olarak İbrahim Milleti'ne tâbi olmaları emredilmiştir. Haniflik, Allah'a teslimiyette samimi olma ve şirkten uzak bulunma demektir ve bu, dinin özüdür. Temelde İbrahimî olmakla birlikte Musevîlik ve Hıristiyanlık, zamanla dinin bu özünden uzaklaştığı için, onların meydana getirdiği millet, İbrahim Milleti olmaktan çıkmıştır. Aynı şekilde, modern medeniyet de, üzerine oturduğu inanç, düşünce ve dünya görüşü itibarıyla Tevhid'e ve hanifliğe zıt olduğu gibi, İslâm ölçüsünde kapsayıcı olabilmesi şöyle dursun, insana, eşyaya, hayata, tarihe bakışı parçalıdır ve dolayısıyla insanlığı parçalayıcı ve kutuplaştırıcı özelliktedir. Bütün bu gerçekler dolayısıyladır ki, Tevhid temeline oturan İslâm'a ve İbrahim Milleti'ne mensup Müslümanlar, başka dinlerin, milletlerin mensuplarıyla bir arada yaşayabilirken, hem başka dinlerin, milletlerin, hem de modern medeniyetin mensupları, darlıkları, dışlayıcılıkları sebebiyle kendileri gibi düşünüp kendileri gibi inanmadıkları ve yaşamadıkları için Müslümanlardan razı olamamakta, onları hazmedememektedir. Yine bu gerçekler dolayısıyladır ki, İslâmî bütünleştiricilikten uzak kimlik arayışları ise ancak parçalayıcı fonksiyon görmüştür ve görecektir.

Zaman gazetesi